Görece kısacık bir vadeye sıkışan hayatlarımız azıcık anlam kazansın diye değerlerimiz var.
İyi ki var!
Saygı gösteriyoruz, merhamet duyuyoruz, dayanışmayı önemsiyoruz, arada bir cömertlik ediyoruz mesela…
Yaşadığımız korkunç kirlilik ve yozlaşma çağına rağmen bunlarla arınıyoruz. Yaptığımız, bir çeşit ‘meydan okuma’. Hayatlarımız gerçekten hayat olsun diye…
Değerlerimizin, banka hesaplarımızdan değersiz olduğunu düşünen var mı?
Belki de vardır…
*
Biz öldükten sonra her şeyin bitmeyeceğine inanıyoruz diye inançlar, dinler, mezhepler var.
Belki de tam tersidir; inançlar, dinler, mezhepler var diye biz, öldükten sonra her şeyin bitmeyeceğini düşünürüz.
Ne farkeder?
Aslında her şey, Hakk’ın varlığına bağlı olarak var.
Hakk var diye insan ve kâinat var.
Ama kâinatta insanın olduğu her yerde hak, hukuk, merhamet, hoşgörü var mı, bunu bilmiyorum…
Daha doğrusu ‘Sanmıyorum’!
*
Ne diye böbürleniyoruz ki?
Şiir bize ne fısıldıyor, kulak verelim:
“Saydım
Tam yirmi yedi dakikada
Geçti büyük boz bulut, bir bayırın
Eteğinden ötedeki bayırın doruğuna…
..
Sordum
Dağlara tırmanmış adam,
Ciğeri alışkınsa bir tırmanıcının
Dört saatte yürüyeceğini söyledi
O kadar yolu.
..
Selin doruktan kanyona inmesi on dakika…
Kuş, beş dakikada aşar bu bayırdan o doruğa…
Rüzgar, biraz deli doluysa, üç dört dakikada…
En yavaşı insan!
Ciğeri güçlüyse geçer o da
Bir dağdan öbür dağa...
..
Böyle kibirlenmemiz niye peki?
Bulut mu, rüzgar mı insandan aşağı kalır,
Sel mi, kuş mu gerisinde insanın?
Neyimize güveniyoruz,
Ne diye böbürleniyoruz böyle?
*
Söylemek istediğimi anladınız, biliyorum. Bu ciltte bir başka edatın, ‘diye’nin gölgede kalmış önemli işlevini düşündürmek istedim size ve siz bundan çok daha fazlasını çıkardınız söylediklerimden.
Nasıl derler?
‘Satır aralarından…’
Eksik olmayın, yapmanızı umut ettiğim şey de zaten tam olarak buydu.