Hayat, tuhaf bi’şey be kardeşim…
Etrafına bir bak; ya çok değerli şeyler -veya kimseler- genelde hak ettiği işlevi elde edememiştir ya da aksine en kritik, en görkemli işlevleri üstlenmiş şeyler -veya kimseler-, çoğunlukla incir çekirdeğini dolduracak kadar bile değere sahip değildir.
Değer ile işlev, birikim ile itibar, hüner ile statü, sanıldığının -veya ahlak nutuklarında uzun uzadıya anlatıldığının- aksine her zaman bir arada, kusursuz bir simetriyle ya da adil bir denklem içerisinde bulunmuyor yani.
Bakınız: Dunning-Kruger Sendromu…
*
Hayat, hiç de adil değil kardeşim…
Olsun!
Buna ‘rağmen’ seviyoruz hayatı…
Sevmeliyiz, ondan vazgeçmemeliyiz…
Daha doğrusu, mücadeleyi hiç bırakmamalıyız…
Hayat hiç bitmeyecekmiş gibi…
Kötülüğe, karanlığa, hoyratlığa; hırsızlara, dolandırıcılara, merhametsizlere, adaletsizlere, riyakarlara; bütün acılara, yıkımlara, kıyımlara, hayal kırıklıklarına rağmen…
Ölüme rağmen…
*
Hayat, bir çırpıda yer değiştirilebilir zıtlıklardan oluşan bir çeşitlemedir, ah be kardeşim!
Aşılması güç engellere, aradaki upuzun yollara rağmen birini sevmeye devam ettiğimizde buna ‘aşk’ diyoruz; çabuk yorulup vazgeçtiğimizde ise ‘gönül macerası’…
Habire karalayanlara, bizi dolduruşa getirmeye çalışanlara rağmen sürdürdüğümüz dostluklar ‘ahretlik’ oluyor; bize her söylenene inanıp, köpürüp, köprüleri yaktığımız ilişkiler ise birer ‘ticari bağlantı’…
Başarma ihtimalimizin zayıf oluşuna rağmen uğruna çabalamayı bırakmadığımız, fedakârlık yapa yapa eriştiğimiz şeye ‘zafer’ diyoruz; kazanılacağı en baştan zaten belli olan şeye ise ‘mukadderat’…
*
Dahası var:
Yoksulluğa rağmen kanaatkâr olabilmek, bir erdemdir…
Saygı yüklü zarif bir itaat kültürüne rağmen nezaketi elden bırakmadan etrafımızda olup biteni sorgulayabilmek bir sanat…
Ve hiç kuşkusuz bu da bir erdem…
Sistemin sürekli sıradan olanı dayatmasına rağmen her seferinde reddedip kaliteli olanı istemek önemlidir…
Yenilgilere rağmen pes etmemek, bizi zafere eriştirebileceğini düşündüğümüz yeni şeyler denemek…
Dünyayı değiştirmenin sihirli anahtarı bu!
Hastalıkların korkunç seyrine rağmen deva arayışına ara vermemek…
Söz gelimi kanser vakalarındaki ürkütücü artışa rağmen yılgınlığa kapılıp, pes edip tıp ve ecza laboratuvarlarını kapatmamak…
Ölüme rağmen direnmek, hayata tutunmak…
Ona şans tanımak…
Bunun moral boyutunu düşünsenize; mesela ‘kanser araştırmalarına son verildiği’ haberinin hastahanelerdeki onkoloji koğuşlarında nasıl yankılanacağını…
Gözünüzü kapatın, bunu bir düşünün…
*
Dünyayı değiştirmenin daha bir sürü yolu var.
Beş kıtayı tümör gibi saran silahlara, savaşlara, teröre rağmen resim yapmak, şarkı bestelemek, zamana yontularla meydan okumak mesela…
Hâlâ ve her şeye rağmen…
Bütün bunlar dahiyane şeylerdir.
İnsan olmakla onurlandırıldıktan sonra yaptığımız belki de en önemli keşifler...
Hepsi, ölüme rağmen hayattan vazgeçmediğimizin işaretleridir ve yine hepsi altı harften oluşan bir edatın, ‘rağmen’in içine gizlidir.
Böyleyken kim ‘Ölüm her şeyin sonu!’ diyebilir ve kim ‘edatların anlamsız sözcükler olduğunu’ iddia edebilir?