Her okul bir şeyler öğretir.
Ama her okulda sadece iyi şeyler öğrenilmez!
Nazi kasaplarını yetiştirmiş okulları düşünün mesela. Onlar da kendi çapında iyi (!) birer okuldu. Daha doğrusu, kazandırmaya odaklandıkları davranışları üst düzeyde kazandırıp uygulatabildikleri için başarı elde etmiş birer okul sayılabilirlerdi.
Halbuki biz bugün uygarlığın gelişimine hizmet etmeyen bir okulun eğitim terminolojisinde yer alan ‘okul’ sözcüğüyle adlandırılamayacağını biliyoruz.
Bununla birlikte, her okulun aynı müfredatları aynı düzeyde öğretemediğini de biliyoruz!
Kimi okullar, bilimin önerdiği doğrultuda gelişimin ve dünyayı kusursuz kavramanın dersini verir kendi çevresine.
Öyle okullar, öğrencilerini ve öğretmenlerini olumlu yönde değiştirirken dışarıda kalan, tüm dikkatini inovasyona (yenileşime) odaklamış kurumlar ve kişiler için de esaslı birer ilham kaynağına dönüşürler.
Dünyada ve Türkiye’de bu niteliği köklü gelenekleri içerisinde oylumlamış sayısız okul var:
Sözgelimi bilim dünyasının saygın akademik değerlendirme kurumlarından Center for World University Rankings’e göre ‘en iyi on okul’ sıralamasında yer alan Harvard, Stanford, MIT, Cambridge, Oxford, Columbia, Berkeley, Chicago, Princeton ve Cornell gibi üniversiteler; keza yine CWUR sıralamasına 150’nci sıradan sonra katılan ODTÜ, Bilkent, Boğaziçi gibi Türk üniversiteleri ve yine Cumhuriyet tarihimize biçim vermiş Robert, TED, Galatasaray, Kabataş gibi köklü ortaöğretim kurumları ya da kolejler, o çok sıradışı ve çok görkemli niteliği kendi yerleşkelerinde anıtlaştırabilmiş, uzun vadede gelenekselleştirebilmiş ve böyle bir değerin sürdürülebilirliğini kanıtlamış okullar...
Buna karşın…
Kimi okullar da kaliteli eğitim vermeyi gelenekselleştiren örneklerin aksine, çevrelerine adeta duraganlık, dogmatizm ve olumlu değişimlere direnme (akademik statüko) dersi verir.
Nasıl mı?
Akademik statükoya saplanmış bir okul,
-Basılı veya dijital kütüphanelerini geliştirmek için hiçbir zaman yeterli bütçe ayırmaz.
-Bilgiyi biriktirmekten sakınır, bilgisizleri yerinden edecek her tür bilgiden korkar.
-Öğretmen görüşlerini, özellikle de X ve Y kuşağına mensup genç akademisyenlerin fikirlerini gereğinden fazla cüretkâr, devrimci -ve bir bu kadar da ürkütücü- bulur.
-Bilimsel açıdan devrimci sayılabilecek görüş ve uygulamalara öylesine temkinli yaklaşır ki çoğu zaman treni kaçırır. Buna rağmen, aslında bir bakıma gizli sebeplerinden biri olduğu beyin göçünden yakınır, ‘gidenleri’ suçlar.
-Proaktif olamaz; samimiyetle fikir derlemeye dönük demokratik planlama toplantıları böyle bir okulda yoktur ama iş işten geçince ‘Kim hata yaptı?’ sorusuna hiç kimsenin üzerine alınmayacağı bir yanıt bulmak için alelacele uydurulmuş, gündemi belli olmayan değerlendirme toplantılarına ise artık ‘elmecbur’ zaman ayrılır (plan aşaması eksik, kolektif hale getirilmemiş ve aşamaları sosyometrik araçlarla izlenmemiş bir eylem nasıl değerlendirilecekse artık ?!?) .
-Usul usul ve farkına varmadan duraganlığa gömülen bir okul, iletişim içinde devinen zümrelerin değil türlü çıkar gruplarının, lobilerin ve ajanlaştırılmış hiyerarşiye uymaz elemanların egemenliğindedir. Böyle bir okulda edinilen istihbaratın bilimsel sağlamasına -üçüncü şahsın sorgulanmasına ve bu yolla savunma hakkının kullandırılmasına- gerek duyulmaz. Muhbir ne kadar sadıksa, bilgi de o denli güçlüdür çünkü. Başka bir deyişle ‘muhbirin bilim ve felsefe açısından değer taşımayan üstelik doğru da olmayan aktarımı, mağdurun masumiyetini de bilimsel yetkinliğini de kolayca silip süpürebilir’.
***
Öğrenen okul deyince sadece buraya kadar sıraladığım olumsuzlukları fark etmiş ve daha da önemlisi kendi yapısından bu tümörleri temizlemiş okullar anlaşılmamalı.
Öğrenen okulun içeriğinde daha başka şeyler de var:
Öğrenen okul,
-Bilgi üretir…
-Ürettiği bilgiyi yaymadan önce sınar, test eder…
-Keşif yapar…
-Birikimlerini paylaşıma açar…
-Başka kurumların birikim ve paylaşımlarını izler…
-Bilgi üreteni sindirmez ve sömürmez…
-Mobing karşıtıdır…
-Eleştirme cesaretine sahip bireyi dışlamaz, aksine kutsar…
-Değişmekten korkmaz…
-Hedefinden ve demokratik çizgisinden sapmaz…
-Güçlü bir bellek oluşturur; her şeyi kaydeder ve gereğinde birikimler arasında verimli linkler kurar…
-Yetiştirmeyi vaad ettiği öğrenciye benzer; önerdiği neyse onu bizzat yapar.
Bunlar da öğrenen okulun nitelikleri…
Başka nitelikler, özellikler de eklenebilir bu listeye tabii…
***
Öğrenen okullar, uzun vadede aydınlanmış ve ekonomik açıdan da gelişmiş bir toplum oluşturmaya çabalayanlar için hiç kuşkusuz en kârlı yatırım.
Öğrenen okullar oluşturmak için şimdiki okul binalarını yıkıp yerlerine daha yenilerini, daha büyüklerini, daha pahalılarını inşa etmeye gerek yok. Şu anda var olan binaların içindeki öğretmenleri özgür fikirlere, yenilikçi düşüncelere, yeni projelere ve en çok da üretkenliğe yöneltmek, başlı başına ‘doğru ve iyi bir giriş’ olabilir.
Elbette bu, dışarıdan görüldüğü kadar kolay bir iş değil, biliyorum.
Ama tam da MEB kulislerinde köklü müfredat değişiklikleri telaffuz edilirken bu konulara girmek hem mantıklı hem de gerekli.
Keza 4+4+4’ün okullarımızda hangi sayısal kombinasyonla uygulanacağı, bu formasyona karar verişimizin üzerinden henüz on yıl geçmeden bugün bir kez daha tartışılırken ‘öğrenen okullar oluşturma’ -daha doğrusu bu tür okulları çoğaltma ve yaygınlaştırma- önerisi için kesinlikle uygunsuz bir zamanda değiliz.
Konuşmanın tam yeri ve tam zamanı şimdi!
(Arşivden 2016’nın Türkiyesine uyarlama)