Hayatımızdaki en sıkıcı şeylerden biri, uzun girizgâhlar. Onun için konuya kestirmeden gireceğim:
Dört gün sonra ’23 Nisan’…
Ve ben bu köşeye haftada bir yazıyorum diye, yazımın yayımlandığı gün 23 Nisan’a denk gelmedi diye bu denli önemli bir konuyu atlamış olmak istemiyorum.
Tersine, çok bilinçli ve kararlı biçimde söylüyorum:
23 Nisan, bu yıl her zamankinden daha önemli!
Bu yıl ‘Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ her zamankinden çok daha iyi anlaşılmalı. Velev ki üzerine bir kez daha ‘iptal’ mührü basılmış olsun…
Bu yıl, çok daha görkemli biçimde kutlanmalı 23 Nisan…
Daha değerli bir esin kaynağı olarak vurgulanmalı, daha iyi işlenmeli…
Bu yıl çocuklar devlet erkânının koltuklarına oturtulmamalı; aksine büyükler çocukların yerine koymalılar kendilerini…
Ve medya…
Başta vergilerimizle var olan TRT olmak üzere tüm televizyon kanalları, radyolar, gazeteler -hangi zihniyete sırt dayamış olurlarsa olsunlar- hiç olmazsa zihniyetlerinin yeşerdiği bu özgür topraklara vefa duygusuyla 23 Nisan’ın çocuk kadrajındaki yansısını yetişkinlere ‘yeni bir yaşam öğretisi olarak’ sunmalılar, sunabilmeliler…
‘İyi de neden?’ diyenleri duyar gibiyim.
Şu nedenlerden ötürü:
Bu yıl, hesabını tutamadığımız kadar çocuğumuz anasız babasız kaldı…
Bu yıl, çocuk istismarında, taciz ve tecavüzlerde hem tavan yaptık hem de kriminal tarihimizin en akılalmaz örneklerine tanık olduk…
Bu acıyı, bu utancı hafifletmek lazım…
Çocuklarımızı gerçekte nasıl baştacı yaptığımızı göstermemiz lazım...
Çocuklarımızı yeniden kendimize inandırmamız lazım…
‘Ama matemimiz var!’ diyenleri duyar gibiyim.
Haklısınız.
Son yıllarda, başka ulusların belki tüm tarihleri boyunca uğramadıkları kadar saldırılara uğradık; keza son birkaç ayda tarifsiz acılar yaşadık. Daha birkaç gün önce yine dağ gibi yiğitlerimizi toprağa verdik.
Yüreğimiz defalarca dağlandı…
Bütün bunları bizi yıldırmak, bölüp parçalamak için yaptılar.
Bunları bizi yıkmak için yaptılar.
Eğer yıkılmadıysak bunu dosta düşmana göstermemiz lazım.
1920 yılının 23 Nisan’ında, henüz savaşırken anıtlaştırdığımız ulusal egemenliğimizin bugün hiç sarsılmadan, dimdik ayakta olduğunu dünyaya en coşkulu haliyle ilan etmemiz lazım…
‘Tamam ama riskler var; bir araya gelmemiz tehlikeli olur!’ diye kaygı dile getirenleri duyar gibiyim.
Bir araya gelmemiz için meydanlara akmak şart değil ki.
Sosyal medya, görüp görebileceğimiz en büyük meydan…
Ve radyolar…
Ve televizyon kanalları…
Programlara konuk olacak liderler, aydınlar, sanatçılar…
Öyle güçlü birlik mesajları verebiliriz ki bizi yıkmaya, bölmeye, yok etmeye çalışanların aklı hayali şaşar!
Ama…
Bu ne kadar mümkün?
İdeolojik çatışmalar, liderlerin egoları, politik hırslar, ince stratejik hesaplar, bütünüyle ayaklar altına alınabilir mi?
Parti bayrakları ve sloganlar, bir günlüğüne rafa kaldırılabilir mi?
Bu toprakların ruhu Mevlana ve Yunus, hiç olmazsa bir günlüğüne ve gerçek anlamıyla anlaşılabilir mi?
Bilmiyorum!
Belki mümkün olur!
Emin olmadığım için de üzerine ‘iptal’ mührü basılı olsa bile henüz bütün ihtimalleri yaşanmamış öyle bir günü, öyle bir bayramı ve öyle bir uyanışı, şimdilik sadece ‘yaşayabileceğimiz muhtemel zamanın mitolojisi’ olarak görüyorum.