Bahar, kolektif belleğin kayıt tutmaya başladığı en eski çağdan bugüne, beraberinde hep ‘birikmiş iyi duyguları’ getirdi. Hep güzel anılarla, olumlu tanımlamalarla, gönülçelen betimlemelerle, birbirinden güzel öykülerle, şiirlerle, ezgilerle bezendi, süslendi...
Tıpkı bir dilek ağacı gibi...
Rengârenk...
Bahar, coğrafyadan çok edebiyata ve müziğe ait bir terim.
Bu kesin!
***
Memleketin batısında yaşayanlara, tam da yaz kapıya dayanmışken ‘baharın gelişinden’ söz etmek, kuşkusuz biraz abes kaçacak; ama doğudakiler için durum oldukça farklı.
Bahar, doğuya geç gelir.
Ve maalesef erken gider...
Uzun sürmüş kış boyunca kendini muhakkak ki çok özletmiştir; bunu bilir ve tıpkı bir gelin gibi ak duvağından al topuğuna dökülen türlü renkleri kendi paletinde usul usul karıştırır. Yol boyu, avcundaki kınayla ve onu örten çiçekli yazmayla oyalanır...
Doğuda bahar genç kızdır, nazlıdır...
Nazlanmakta da haklıdır...
Çünkü Palandöken’e aşık zümrüdî Erzurum ovasında; Ağrı dağından Doğubeyazıt’a dökülen gümrah çayırlarda herkesin gözbebeğidir o...
Iğdır’dan uzanıp Erciş’in dalgalı saçlarına dokunandır, oradan da Van gölünü öperek Cilo’nun ıssız vadilerine süzülendir...
Rüzgarların var ettiği ‘kır çiçeği kokusu koridorlarıdır’ bahar, şüphesiz ki ‘en çok beklenen şeydir’ şimdi...
Tamam, azıcık naz yapmıştır; ama aşığını usandıracak kadar değil!
Gününde çıkıp gelmiştir işte.
Nemrut’un eteklerine çığ uğultusuyla; Erzincan’a erik çiçekleriyle; Tatvan’a göl kefallerinin gümüş kanatlarındaki ışıltıyla; Pülümür’e turna avazlarıyla; Göle’ye, Şavşat’a, Karlıova’ya, Oltu’ya kardelenlerin kıpırtısıyla iner bahar.
Ve doğuda daha nice şehre, kasabaya, köye, mezraya tarifi imkânsız bir vuslat hevesiyle iner, ruhumuzu yenileyen bu mevsim…
Bu uçarılık…
Bu huzur…
Her şeye ve bütün olumsuzluklara rağmen baskın olan, öne çıkan, bizi tazeleyen huzur…
***
Kırlarda, ormanlarda yalnız rüzgarın uğultusu değil, kurdun kuşun sevinç çığlıkları da müjdeler baharın gelişini...
Kelebeklerin kanat seslerini, sadece doğanın öğretisine değer verenlerin işitebildiği söylenir; kelebeklerin kanat çırpışları -sadece bu sırrı bilenlere- yeni bestelenmiş bir şarkı gibi müjdeler baharın gelişini.
Biliyorum, siz de duyabiliyorsunuz o ezgiyi.
Sırra nail olduğunuz için müjdeyi de işitebiliyorsunuz.
Mırıldanıyorsunuz, ıslık çalıyorsunuz; bilinmeyen şarkılara sanki yüz yıldır onlarla yaşamışsınız gibi eşlik ediyorsunuz.
Doğanın öğretisine sizin de değer verdiğinizi, o gizemli şarkıyı duyabilmenizden anlıyorum.
Çıkarsayabiliyorum.
Günü geldi işte, şimdi benzersiz bir kanon doğuyor.
Kendinizi sakın küçümsemeyin, siz onun yarısısınız…
Ve eğer ben haklıysam...
Eğer siz, gerçekten kelebeklerin kanat sesini duyabilecek kadar içtenlikle dinleyebiliyorsanız doğayı...
O halde hiç zaman kaybetmeyin; atlayın arabanıza ya da bir otobüse, doğuya gelin!
İçinizdeki ırmağa ve o ırmağa ses katan çağlayana koşun.
Kendinize doğru yürüyün, durmayın...
Oteli moteli dert etmeyin; bir şilte, bir yorgan elbet bulunur buralarda.
Belki çok lüks değildir ama bulunur.
Siz gelin hele...
Dağları, dorukları, yaylaları, vadileri, sadece bu mevsimde var olabilen yayla göllerini, kır çiçeklerini ve hepsine anlam katan insanları görün...
Turizmden söz etmiyorum; benim tarif etmeye çalıştığım şey daha çok ‘içinizdeki el değmemiş şeylerle ilgili bir keşif’...
Hani Johari diye birinin insanın iç varlığını ölçen bir kadran icat ettiğini sanırız…
Ama aslında 1955’te Joseph Luft ve Harrington Ingham adlı iki bilim insanı, birlikte araladıkları Johari penceresinden insanların içine doğru bakarken ‘Kendi hakkınızda başkalarının bilmediği, hatta sizin bile henüz bilmediğiniz bazı şeyler olabilir!’ demiştir ya…
İşte o ‘hiç bilinmeyenli denklem’ ile ilgili bir davet benimki.
Hiç görülmemiş resme dair…
Hiç kimsenin bilmediği yerlerle ilgili…
Galiba hepimizi birbirimize düğümleyen o gizem, o tutku, o ortak hikâye doğunun en kuytu yerlerinde saklı.
Öyle destansı ve öyle dokunaklı bir metin ki…
Bir paragrafı Erciyes…
Bir paragrafı Tendürek…
Bir paragrafı Ağrı…
Ve uzun lafın kısası:
Sözcükler yetmiyor anlatmaya; fotoğraflar kifayetsiz ve zaten kokusu yok Facebook görsellerinin.
İyisi mi yüreğinize kulak verin siz; atlayın arabanıza ya da bir otobüse, memleketin doğusuna yolculuk edin.
Tam da bu mevsimde...
Anlayacaksınız ki doğunun yüreğine yapılacak bir yolculuk, turizm dediğimiz şeyle bire bir aynı değil.
Ondan çok daha fazlasıdır böyle bir şey...
(Arşivden bugüne uyarlama)