Babaannem Şahender Hanım, masmavi bakan ama görmeyen gözleriyle seyretti dünyayı...
Soyu -bizim erişebildiğimiz kadarıyla- Kafkaslar’a dayanan o karizmatik kadın Oltu’da, Cihat Emi’min Toptepe’deki evinde dünya mülküne veda ettiğinde ben Erzurum Lisesi’nde yatılı öğrenciydim. İlk gençlik yıllarımdı ve hayatıma girmiş en baskın karakterlerden birini yitirdiğimin o gün itibariyle farkına varamamıştım…
O’nun içimde nasıl bir yer doldurduğunu ancak yıllar sonra, dindirilemez bir hasreti yazıya dökmeye kalkıştığımda anladım.
Ne yazık ki !..
***
On iki torununun her birine ayrı sevgi beslerdi Babaannem, biz bunu bilirdik.
Ömrünün büyük bölümünde göz gibi kullandığı bembeyaz ellerini, yüzümüzde gezdirip dualar ederdi bizim için; bizi nasıl sevdiğini, zihninde nasıl canlandırdığını, onun dualarından çıkarırdık.
Birimize ‘Ayağına taş değmesin.’ derdi. Bu duayı işiten, en çok gezenimizdi…
Birimizi ‘Aklın, izanın bin bereketli olsun.’ diye okşardı. Bu duayı alan, üniversite kapısına dayanmış olanımızdı…
Ve başka birimizle vedalaşırken ‘Allah’ım seni hep iyilerle karşılaştıra.’ derdi.
Bu son duanın ‘işiten kahramanı’ bendim. Yatılı okula başladığında hayatına bir anda yüzlerce yabancı giren çocuktum ben…
Ayda bir, haftasonu iznine geldiğim evimden ayrılıp yatılı okulun o günlerde benim gözüme zindan gibi gözüken pansiyonuna dönmeden önce babamla mutlaka yanına uğradığım Sevgili Babaannem, elini yüzümde gezdirip sonra da yanaklarıma sımsıcak öpücükler kondurduktan sonra fısıldardı:
‘Allah’ım seni hep iyilerle karşılaştıra…’
Ne güzel bir veda ve ne güzel bir dua…
Dedim ya, O’nu yitirdiğimizde, ruh kalıbımıza uygun biçilmiş özgün duaları da yitirdiğimizi anlayamamıştık. Vefatının üzerinden geçen otuz küsür yıl, Kafkas Kadını Şahender’in gidişiyle hayatımızda neyin eksildiğini bize çok iyi öğretti…
Ama ne yazık ki hayatın verdiği bütün derslerde olduğu gibi bu bu hususta da biz dersimizi idrak ettiğimizde artık iş işten geçmişti.
İlelnihaye; bir şeyi yitirdiğimizi anlamak, ne yazık ki onu geri getirmek ya da onun yerini doldurmak için yeterli olmuyor.
***
Yıllardır gönlümün kilitli sandığında sakladığım o duayı, birkaç gün önce kurumdaşım Erzincanlı Zeynep Hanım’dan işitip adamakıllı efkarlandım. ‘İnsan bir duayı işitince efkârlanır mı?’ demeyin; oluyor işte.
Hele eski sokaklarını, evlerini, silinmeye yüz tutmuş hatıralarını, şimdi bir yanı eksik biçimde yaşayan insanlarını, hatta ‘Cankurtaran Kabristanı’nı ve bir vakit canınızın parçası olmuş kimselerin o kabristandaki harap mezarlarını özlüyorsanız…
Hele yıllar süren ayrılıktan sonra kavuştuğunuz memlekette zihninizin bir kıyısına dağlanmış bir kronometre sürekli eksilen zamanı size fısıldıyorsa ve yeniden ayrılık günü size doğru koşa koşa geliyorsa…
Hele de bir kez daha bırakıp gitmeye mecbur olduğunuz memleketinizde kalacak can parçalarınızı sadece iyi yürekli birkaç dosta değil, yozlaşmış ve halden anlamaz hoyrat kimselere de teslim edecekseniz…
Onları yeniden ve yeniden özleyecekseniz…
Yeniden yanıp kavrulacaksanız hasret içinde…
Yeniden gün sayacaksanız kavuşmak için…
Kim bilir kaç sene daha…
İşte o zaman hem kendi hatıranız için efkârlanıyorsunuz hem de bu kez sevdiğiniz insanlar için siz fısıldıyorsunuz aynı duayı:
‘Allah’ım seni hep iyilerle karşılaştıra.’
Hayat, bu duadan sonra biraz daha katlanılır hale geliyor.
Başka da bir şey gelmiyor insanın elinden…