2012 yılında Nobel Barış Ödülü Avrupa Birliği’ne verildiğinde, o günün koşullarında -ve aslına bakarsanız bugün bile- son derece ironik gözüken o durumu ‘Noel Barış Ödülü’ başlıklı yazımla eleştirmiştim. Andığım yazı, 15 Ekim 2012 günü Pusula’da yayımlanmıştı.
‘Derenin altından çok sular geçti’ diyebilir miyiz?
Avrupa Birliği üyesi ‘müstakbel ortaklarımızın’ Türkiye’de son günlerde yaşanan olağanüstü olaylarla ilgili genel yaklaşımına bakınca ‘Maalesef’ diyorum.
‘Maalesef, köprünün altındaki su, dört yıl evvelki haliyle, hatta biraz daha balçık bağlamış biçimde duruyor’!
Bu bağlamda hoşgörünüze sığınarak ufak bir bellek yoklaması yapacağım:
“Noel” Barış Ödülü !?!
(Arşivden)
Bir gazete, 2012-Nobel Barış Ödülü’nün Avrupa Birliği’ne verildiğini “Nobel Batış Ödülü” manşetiyle duyurdu.
Ayakta alkışlıyorum; muhteşem bir ironi örneği…
Avrupa Birliği, ekonomik bakımdan batmış ya da hemen yarın batacak değil; ama biraz aklımızı zorlayarak bu birliğin bugüne dek uluslararası barışa koyduğu inanılmaz (?!?) katkıları anımsamaya çalışalım. Bunlar, Türk toplumuna “AB batar!” dedirten argümanlar:
Kıbrıs’taki komedi ve riya…
PPK konusunda ve terörle mücadelede sergilenen çokuluslu ikiyüzlülük…
Sözde Ermeni soykırımı iddalarına karşı benimsenen “hukuka, tarih bilimine aykırı tutum” ve ahlaksız tarafgirlik…
Ortaklık görüşmelerimiz sürerken karar değiştirmeler ve artık mide bulandırmaya başlayan hinlikler, pusular…
Bunlar, AB’nin Türkiye’ye yönelik tutarsızlıkları. Ne yazık ki bu tek taraflı kötü sicil, bununla sınırlı kalmıyor. AB, beyannamesini barış suyunda vaftiz etmiş olsa da sadece Türkiye’ye değil, kendi kültürel sınırlarının dışında kalan tüm toplumlara karşı dışlayıcı ve riyakâr tutum sergiliyor. “Hıristiyan Kulübü” nitelemesinin doğru olup olmadığına karar verebilmek için Türkiye-Avrupa kesişiminin dışındaki yerleri de anımsamakta yarar var:
Balkanlardaki trajedi…
Bosna katliamı…
Irak’ın işgali…
Afganistan’daki kaos…
Arap baharına, şekeri süzülecek keçiboynuzu gibi yaklaşım…
Son olarak; Arap baharı Suriye’de hazana dönüşürken izlenen “ne idüğü belirsiz” menfaat stratejisi. Ve aslında buraya kadar sıraladığım bütün yer ve meselelerde benimsenen duyarsızlık, gölgede kalmışlık. “Bırakınız, kendi kendilerini kırsınlar; biz sonra girer ganimeti pay ederiz!” tavrı…
Bunlar da müslüman toplumlara “Batsın bu AB!” dedirten şeyler. Geride yüzbinlerce ölü bırakmış gaflar, ihmaller, görmezden gelmeler…
Güya medeniyet ortaklığı… Güya barış ittifakı! Ve güya yaşlı kıtayı uygarlığın pusulasına dönüştürme projesi…
Gülünç… İkiyüzlülük…
Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın ötesindeki toplumları “hiçbir şeyden anlamaz, nasılsa gerçeğin farkına varmaz” sayan yaklaşımın altın vuruşu…
Gerçek tablo şundan ibaret: Amerika veya AB varsa, barış ya yoktur ya da zayıf ihtimaldir!
Atlantik’in iki yakasına yapışan batı medeniyetinin intiharıdır bu…
O gazeteci haklıydı; İsveçlilerin, içinde yer almayı zar zor kabullendikleri AB’ye verecekleri şeye dense dense Nobel “Batış” Ödülü denir.
Benim aklıma bir Avrupa metaforu daha geliyor:
“Noel” Barış Ödülü…
Hani şu, kapı dururken bacadan giren adam… Onun vereceği barış ödülü…
Uyar bence…