Yaz tatilinin son düzlüğünü koşan sevgili öğrenci milletine -naçizane- nasihatimdir:
Çalışmak zorunda kalmadıysan veya kaderin sana bu yaz hastalık, ayrılık gibi kötü bir yaz sürprizi hazırlamadıysa geride kalan üç aylık tatilde az buçuk dinlenmişsindir.
Tabii bu yaz belki bir insanın yetmiş yılda tanık olacağından daha fazla ‘tarihi olaya’ tanık olduğunu da unutmaman lazım. ’15 Temmuz’ geride kolay silinmeyecek derin ve dramatik izler bıraktı.
Onları belleğinden sakın çıkarma.
Hakiki hayat bilgisidir…
Mamafih; zaman bazı şeyleri daha da iyi aydınlatacaktır; arada bir durup bu yaz öğrendiklerini güncellersin.
Şimdi yapabileceğin en iyi şey ise ‘yeniden geleceğe odaklanman’!
Mücadele, doyum, mutluluk, barış, demokrasi ve başarı içinde biçimlenecek ve fakat şu anda var olmayan görkemli bir şeye yönelmen…
Yanlış anlama ‘sınavlarda en yüksek notları almaya odaklanmandan’ bahsetmiyorum; alacağın yüksek notları tevazuyla ayağının altına almana yetecek başka bir şeye dikkatini çekmeye çalışıyorum:
Hırstan arın. Tabii becerebilirsen…
Hırstan arın; çünkü o duygu, dürtü ya da içgüdü -her neyse işte o şey- seni kendinden çok başkalarıyla yarışır hale getirir.
Gaddarlaştırır.
Bunun sana getireceği şey, eninde sonunda ‘ağır yenilgidir’.
Ey sevgili çocuk, ergen, genç veya erken büyümek zorunda kalmış deneyimsiz insan evladı,
bazen yenileceğini bile bile savaşa girersin; bu da seni kahraman veya bilge yapar.
Ama sonunun mutlak yenilgi olduğunu bile bile ‘kendini kenara itip başkalarıyla yarışa girişmen’ ne kahraman yapar seni ne de bilge.
Yolun sonunda mağlup ve mahçup olursun.
Bil ki bugüne dek hiç kimse, herkesi yenmeyi başaramadı!
Gelecekte de hiç kimse ‘herkesi’ alt etmeyi başaramayacak.
Bu kesin!
Öğretmenlerin, ya çoktan geçmiş özlemine gark olmuşlardır ya da usul usul kendi gençliğine özlem duymaya başlamış kişilerdir. ‘Senin şimdi, şu anda sahip olduğuna’ imrenirler, bunu unutma sakın.
Unutma ki onları daha iyi anlayabilesin ve onlara, seni daha iyi anlayabilmeleri için fırsat veresin…
Kuşak çatışması kaçınılmazdır; illa ki sen de astın veya üstün olan kuşaklarla çatışmanın tadına varacaksın; harika bir şeydir bu!
Ama unutma, kafa kafaya tosladığında bile karşındakine yeniden bir şans vereceksin…
Vereceksin ki uzlaşmanın, barışın, gelişimin, toleransın, iletişimin, ‘yeniden sevebilme ihtimalinin’ kapısı hep açık dursun.
Ve ‘büyüklük sende kalsın’…
***
Öğrenciler, yani siz ve yani daha doğrusu sizin çoğunuz, henüz biz yetişkinlerin dünyasını bilmiyorsunuz.
Dolayısıyla senin bizim kuşağa mahsus sıkıntıları, kaygıları, sanrıları ve halüsinasyonları anlaman için büyümen lazım; oysa biz, senin umutlarını, düşlerini, düşkırıklıklarını üç aşağı beş yukarı biliyoruz.
Senin yaşınızda olmayı deneyimlemiştik. Senin otuz beş, kırk yaşında olmayı deneyimleyememiş olmandan farklı olarak.
Ama bu ‘fazla yaşamışlık’, bir apolet değil. Beni senden daha güçlü kılmıyor; aksine beni sana oranla daha zayıf, daha kırılgan, daha çekingen yapıyor. Belleğime ket vurmuş deneyimlerimi silip yok etmem çok güç; halbuki sen öyle travmaların hesabıyla vakit geçirmeden cesaretle atılıyorsun sorunların üzerine.
Çözüm odaklısın.
Bundan sakın vazgeçme!
Yeni akademik yıl, bu bağlamda senin yeni meydan okumalarına olanak sunan bir sürece dönüşsün.
Öyle olmasını dilerim.
Bütün ebeveynlerin ve özellikle öğretmenlerinizin kendi geleceklerini kurtarmak adına bu olanakları zenginleştirmek için seferber olmalarını diliyorum.
Bunun olması için tüm kalbimle dua ediyorum.
Ve daha fazlasını yapacağıma dair de söz veriyorum sana…
***
Böyle bir kıstas herkes için aynı netlikte bir ölçücü müdür, bilemiyorum; ama henüz on iki yaşındayken yatılı öğrenciydim ve kendi okul günlerimin beni mutlu edip etmediğini anlamak için çok basit bir skala kullanırdım:
- Eğer bir günde yaşadığım on olaydan onu da kötüyse; on kez kötü biten tartışmalar yaşamışsam, aynı gün içinde on kez azarlanmışsam, bana yöneltilen on sorunun onunu da yanlış yanıtlamış, bir günde on kere çuvallamışsam yani, o zaman kendimi ‘mutsuz’ sayardım…
- On olaydan sekizi dokuzu kötüyse, ‘şanssız’…
- Bir güne sığan olayların beşi, altısı, yedisi kötüyse ‘yarından umutlu’…
- Sadece biri ikisi kötüyse o zaman kendimi gerçekten ‘mutlu’ sayardım.
- Bu çok az olurdu; ama eğer o gün yaşadığım on olayın onu da iyiyse ‘bir mucize yaşadığımı’ düşünürdüm….
Öyle zamanlarda okul kantininden gazoz ısmarlardım kendime.
Bir gazoz da o anda yanımda kim varsa ona…
Okullar açılınca sen de deneyebilirsin bunu.
Hatta benden daha toleranslı ol kendine karşı; sen, bir günde yaşadığın on olayın yarısı iyi olduğunda; söz gelimi birine yardım ettiğinde, hiç ummadığın birinden yardım aldığında, şaşırtıcı bir keşif yaptığında, bir kitap okuduğunda, özetle yaşadıklarının yarısı olsun sana olumlu şeyler kattığında buna sevin. Son tenefüste git kendine okul kantininden bi’şey ısmarla.
Taze bir elma al. Kıpkırmızı. Güzelce yıka. Dişle gitsin…
Bir elma da arkadaşına…
Gazoz asitli, onu boşver!
***
Bugüne özel bir not:
Bugün 30 Ağustos. Bu, öyle ihmal edilecek, atlanacak türden bir ayrıntı değil benim için.
Başta Büyük Önder’in Zafer Bayramı’nı armağan ettiği kahraman ordumuz olmak üzere; tarihini ve milletini seven, kendini bu millete mensup hisseden herkesin bayramını yürekten kutluyorum.
Bu bayram gününde; Suriye bataklığındaki ulusal çıkarlarımızı korumak ve bölgede istikrar tesis etmek için sınır ötesine geçmek zorunda kalan Mehmetçiğimize zafer ve esenlik diliyorum. Allah, yardımcıları olsun; her bir askerimizin tez zamanda, sağ salim eve dönüşünü nasip etsin.