Geçen hafta yayımlanan ‘Bunu yapma ki mutlu olasın çocuğum!’ başlıklı yazımla ilgili sosyal medya dönütleri, itiraf etmeliyim, beni çok etkiledi. Öğretmen okurlarımın çoğu, yazıma ‘geçer not’ verdiler. Belâgâta değil tabii, ‘düşünceye’.
Öğretmenlerden övgü alan o düşüncenin özünde çocuklarımıza okul açılmadan iletmeye çalıştığım bir öneri vardı: ‘Başkalarıyla yarışmayı bırak; nasılsa herkesi yenemeyeceksin. Kendinle yarış ki mutlak zafere erişme şansın olsun!’
Sadece bir düşünce, bir öneri mi? Hayır! Kim bilir kaçıncı kez işittiğimiz ve kim bilir kimlerin, daha önce hangi güzel öyküler, romanlar, biyografiler içinde sırlayarak bize binlerce, on binlerce kez aktardıkları bir öğretiydi bu…
Uzun lafın kısası, ‘yeni bir şey söylemediğim halde beğenilmiş olmam’ aslında gururumu okşadı. Demek ki kendi kuşağımızın ve kendi kültürel çevremizin jargonuyla dile getirdiğimiz bir düşünce, çok bilindik bir düşünce olsa bile, samimiyetten ötürü iltifat alabilir.
Ama…
Eğer işin sırrı samimiyetse o zaman öğretmenlerin o çok değerli samimiyetlerine karşılık onların geçtiğimiz hafta gerçekleşen yazışmalarımızla kafamda uyandırdıkları bir başka soruya bu yazıda yer vermem gerekiyor:
Okullarda gerçekten iyileştirme peşindeysek gündelik koşullara, değişkenlere, rüzgârın yönüne göre değişmeyecek, ‘mutlak bir rota’ oluşturmak mümkün mü?
Hangi pusulayla izlenen, nereden yola çıkan, nerelerden geçen, nasıl bir rota bu?
İyileşmeninin en kısa yolu nereden geçiyor?
***
İster öğrenen merkezli ister öğreten merkezli; ister essentialist ister progressif ister rekonstrüktif eğitim yaklaşımını benimseyelim; hiç fark etmez. Gerçek şu ki ancak sınıftaki öğretmenin o yaklaşıma inandığı, esaslarını bildiği ve benimsediği kadar ilerleme sağlayabiliyoruz. Bu gerçeğe sırt çevirmemiz durumunda değişimi yönetmek olanaksız.
Başka bir deyişle: Geniş anlamda ulusların, ulusal eğitim sistemlerinin ve daha özel anlamda ise okulların kaderi, her koşulda öğretmenlerin elinde. İyilikler-doğruluklar evreni, ancak iyi öğretmenlerin ufukları kadar geniş.
Bu gerçek.
Ve bundan rahatsız olmamız gerekmiyor.
Yeter ki bu gerçeğin farkında olarak ‘toplam kalite’ hesabı yapalım ve öğretmenleri gereksinim duyduğumuz donanım ve formasyona kavuşturmak için özveride bulunabilelim.
Öğretmen memnuniyeti:
Okullar için iyileşmenin en gerçekçi rotası
Birinci bölümün çekirdeğinde sorduğum soruya tekrar dönelim:
Okullarda gerçekten iyileştirme peşindeyken ‘mutlak bir rota’ oluşturmak mümkün mü?
Evet, elbette mümkün!
Günün koşullarına göre değişime uğramayan, siyasal eğilimlere göre yön değiştirmeyen, popüler kültür önünde diz çökmeyen bir izlence, bir program, bir yazılım; öyle bir rota elbette oluşturulabilir.
O yazılım, gerçek öğretmenlerin beyninde, yüreğinde, belleğinde yüklü.
Yeni bir şey olarak değil, yıllardır hem de…
Hatta yüzyıllardır…
Ulusal eğitim sistemlerinde ya da okullarda iyileşmenin en gerçekçi rotası, en basit ve en anlaşılır söyleyişle ‘öğretmenlerin memnuniyetidir’.
Öğretmenleri memnun edecek tasarılar, adımlar, önlemler, girişimler ve gelişmeler, inanın bizi çok büyük olasılıkla iyileşmeye götürecektir.
Tam da bu noktada insan -muhtemelen özellikle de okulun öteki paydaşları; müdürler, patronlar, kurucular, diğer yöneticiler, veliler ve belki öğrenciler bile- şunu düşünmeden edemeyecektir:
Hangi öğretmen, beklentileriyle okullarımızdaki değişimi tetikleyecek?
Kim o?
Nerede, hangi akademide yetiştirdik onu?
O, bu denli kaliteli beklentileri hangi sosyal çevrede, nasıl geliştirdi ve şu anda nerede çalışıyor?..
İyimserlikle yanıt veriyorum:
Öyle öğretmenler her yerdedir.
Her ortamda yetişebilir ve her okulda çalışıyor olabilir.
Lokomotifler, iticiler, sürükleyiciler…
Değişme ve değiştirme yeteneğine sahip lider öğretmenler…
Özel okullarda ya da devlet okullarında, istisnasız bütün okullarda çarpıcı, iyi örneklere rastlarsınız…
Kasabalarda ya da kırsal kesimde, taşımalı sistemle kalabalıklaştırılmış merkezi köy okullarında veya anakentlerdeki görkemli kolej kampüslerinde var öyleleri…
Sizin yaşadığınız yerde, sizin bitirdiğiniz okulda da var.
Mutlaka var, bir yoklayın hatıralarınızı.
Ve bugünün çocuklarının hatıralarına işleyecek, bugünün okullarında, bugünün öğretmenleri içinde de titizlikleriyle, seçicilikleriyle, kolay beğenmezlikleriyle, yön vericilikleriyle, karizmalarıyla, cesaretleriyle, gelişkin merak duygularıyla, kullandıkları özgün öğretim yöntemleriyle, rasyonellikleriyle okulları iyileştirmeye aday sayısız öğretmen var.
Kesinlikle var!
-Niteliklerini buraya kadar sıraladığım öğretmenleri memnun edecek şeyler, öyle öğretmenlerin egolarıyla ve konforlarıyla değil, gelişme ve geliştirme düşleriyle, evrensel ütopyalarıyla, dolayısıyla hayatın gelişimiyle ilgili ayrıntılardır. Okulları kuranlar ya da yönetenler, bu gerçeğin farkına vardıkları oranda paradigmanın ilerisine geçebilirler ve ‘gerçek iyileşme’ sağlayabilirler.
-Daha genel anlamda ise öğretmenlerin ‘istihdamla ve ücretle’ ilgili beklentileri, toplumun öz-saygısının gelişimiyle ilgilidir.
-Ve yine genel anlamda öğretmenlerin ‘okul konforuyla’ ilgili talepleri, bizim gerçek kıymetimizle ve hak edişlerimizle, ilgili birer saptamadır. Daha doğrusu çocuklarımıza biçtiğimiz pahanın, onlara verdiğimiz değerin bir ifadesidir.
Çok mu ütopik düşünüyorum ya da çok mu iyimserim?
Harika; çünkü böyle olabilmek için bir bellek dolusu ‘iyi örnek’ biriktirdim.
Ama elbette esas konu bir yazarın iyimserliği değil. Konumuz, her yerde karşılaşmanın mümkün olduğu o iyi örneklere karşı sistemin, okulların ve okulları yönetenlerin tutumu.
Öylelerine karşı kuşkucu veya aşırı ihtiyatlı oluşumuz…
Onlara kulak vermeyişimiz…
İşte bu bir sorun!
Bizim ‘kendisi başlı başına bir rota olan öğretmenlerimizi’ anlıyormuş gibi görünüp, sözlerine kulak tıkayışımız bir sorun…
Sorun, belki bizim sağırlığımız, uyuşukluğumuz.
Belki yeni kaynaklar yaratma konusundaki beceriksizliğimiz…
Belki var olan kaynakları yönetme konusundaki hünersizliğimiz…
Belki yenilikçi yaklaşımlara dönük derin kuşkumuz…
Gerçekten inkılâpçı olamayışımız belki…
Ya da -bu tam bir trajedikomedi- halihazırda her şeyin en ideal durumda olduğuna, gelişimin artık tamamlandığına inanıyor oluşumuz.
Tarih bitti mi?
Sebep tam olarak hangisi?
Gerçek ve evrensel çözümü -rotayı- bildikten sonra sebebin ne olduğu çok da önemli değil.
***
Görüntülenmiş insanlık tarihinin bilinen en akıllı adamının bir saptamasıyla bitiriyorum:
‘Öğretmen ihmal edildiğinde o ülke intihar ediyor demektir.’
(Albert Einstein; Gördüğüm Kadarıyla Dünya, Denemeler-1934)
Öğretmenlerden övgü alan o düşüncenin özünde çocuklarımıza okul açılmadan iletmeye çalıştığım bir öneri vardı: ‘Başkalarıyla yarışmayı bırak; nasılsa herkesi yenemeyeceksin. Kendinle yarış ki mutlak zafere erişme şansın olsun!’
Sadece bir düşünce, bir öneri mi? Hayır! Kim bilir kaçıncı kez işittiğimiz ve kim bilir kimlerin, daha önce hangi güzel öyküler, romanlar, biyografiler içinde sırlayarak bize binlerce, on binlerce kez aktardıkları bir öğretiydi bu…
Uzun lafın kısası, ‘yeni bir şey söylemediğim halde beğenilmiş olmam’ aslında gururumu okşadı. Demek ki kendi kuşağımızın ve kendi kültürel çevremizin jargonuyla dile getirdiğimiz bir düşünce, çok bilindik bir düşünce olsa bile, samimiyetten ötürü iltifat alabilir.
Ama…
Eğer işin sırrı samimiyetse o zaman öğretmenlerin o çok değerli samimiyetlerine karşılık onların geçtiğimiz hafta gerçekleşen yazışmalarımızla kafamda uyandırdıkları bir başka soruya bu yazıda yer vermem gerekiyor:
Okullarda gerçekten iyileştirme peşindeysek gündelik koşullara, değişkenlere, rüzgârın yönüne göre değişmeyecek, ‘mutlak bir rota’ oluşturmak mümkün mü?
Hangi pusulayla izlenen, nereden yola çıkan, nerelerden geçen, nasıl bir rota bu?
İyileşmeninin en kısa yolu nereden geçiyor?
***
İster öğrenen merkezli ister öğreten merkezli; ister essentialist ister progressif ister rekonstrüktif eğitim yaklaşımını benimseyelim; hiç fark etmez. Gerçek şu ki ancak sınıftaki öğretmenin o yaklaşıma inandığı, esaslarını bildiği ve benimsediği kadar ilerleme sağlayabiliyoruz. Bu gerçeğe sırt çevirmemiz durumunda değişimi yönetmek olanaksız.
Başka bir deyişle: Geniş anlamda ulusların, ulusal eğitim sistemlerinin ve daha özel anlamda ise okulların kaderi, her koşulda öğretmenlerin elinde. İyilikler-doğruluklar evreni, ancak iyi öğretmenlerin ufukları kadar geniş.
Bu gerçek.
Ve bundan rahatsız olmamız gerekmiyor.
Yeter ki bu gerçeğin farkında olarak ‘toplam kalite’ hesabı yapalım ve öğretmenleri gereksinim duyduğumuz donanım ve formasyona kavuşturmak için özveride bulunabilelim.
Öğretmen memnuniyeti:
Okullar için iyileşmenin en gerçekçi rotası
Birinci bölümün çekirdeğinde sorduğum soruya tekrar dönelim:
Okullarda gerçekten iyileştirme peşindeyken ‘mutlak bir rota’ oluşturmak mümkün mü?
Evet, elbette mümkün!
Günün koşullarına göre değişime uğramayan, siyasal eğilimlere göre yön değiştirmeyen, popüler kültür önünde diz çökmeyen bir izlence, bir program, bir yazılım; öyle bir rota elbette oluşturulabilir.
O yazılım, gerçek öğretmenlerin beyninde, yüreğinde, belleğinde yüklü.
Yeni bir şey olarak değil, yıllardır hem de…
Hatta yüzyıllardır…
Ulusal eğitim sistemlerinde ya da okullarda iyileşmenin en gerçekçi rotası, en basit ve en anlaşılır söyleyişle ‘öğretmenlerin memnuniyetidir’.
Öğretmenleri memnun edecek tasarılar, adımlar, önlemler, girişimler ve gelişmeler, inanın bizi çok büyük olasılıkla iyileşmeye götürecektir.
Tam da bu noktada insan -muhtemelen özellikle de okulun öteki paydaşları; müdürler, patronlar, kurucular, diğer yöneticiler, veliler ve belki öğrenciler bile- şunu düşünmeden edemeyecektir:
Hangi öğretmen, beklentileriyle okullarımızdaki değişimi tetikleyecek?
Kim o?
Nerede, hangi akademide yetiştirdik onu?
O, bu denli kaliteli beklentileri hangi sosyal çevrede, nasıl geliştirdi ve şu anda nerede çalışıyor?..
İyimserlikle yanıt veriyorum:
Öyle öğretmenler her yerdedir.
Her ortamda yetişebilir ve her okulda çalışıyor olabilir.
Lokomotifler, iticiler, sürükleyiciler…
Değişme ve değiştirme yeteneğine sahip lider öğretmenler…
Özel okullarda ya da devlet okullarında, istisnasız bütün okullarda çarpıcı, iyi örneklere rastlarsınız…
Kasabalarda ya da kırsal kesimde, taşımalı sistemle kalabalıklaştırılmış merkezi köy okullarında veya anakentlerdeki görkemli kolej kampüslerinde var öyleleri…
Sizin yaşadığınız yerde, sizin bitirdiğiniz okulda da var.
Mutlaka var, bir yoklayın hatıralarınızı.
Ve bugünün çocuklarının hatıralarına işleyecek, bugünün okullarında, bugünün öğretmenleri içinde de titizlikleriyle, seçicilikleriyle, kolay beğenmezlikleriyle, yön vericilikleriyle, karizmalarıyla, cesaretleriyle, gelişkin merak duygularıyla, kullandıkları özgün öğretim yöntemleriyle, rasyonellikleriyle okulları iyileştirmeye aday sayısız öğretmen var.
Kesinlikle var!
-Niteliklerini buraya kadar sıraladığım öğretmenleri memnun edecek şeyler, öyle öğretmenlerin egolarıyla ve konforlarıyla değil, gelişme ve geliştirme düşleriyle, evrensel ütopyalarıyla, dolayısıyla hayatın gelişimiyle ilgili ayrıntılardır. Okulları kuranlar ya da yönetenler, bu gerçeğin farkına vardıkları oranda paradigmanın ilerisine geçebilirler ve ‘gerçek iyileşme’ sağlayabilirler.
-Daha genel anlamda ise öğretmenlerin ‘istihdamla ve ücretle’ ilgili beklentileri, toplumun öz-saygısının gelişimiyle ilgilidir.
-Ve yine genel anlamda öğretmenlerin ‘okul konforuyla’ ilgili talepleri, bizim gerçek kıymetimizle ve hak edişlerimizle, ilgili birer saptamadır. Daha doğrusu çocuklarımıza biçtiğimiz pahanın, onlara verdiğimiz değerin bir ifadesidir.
Çok mu ütopik düşünüyorum ya da çok mu iyimserim?
Harika; çünkü böyle olabilmek için bir bellek dolusu ‘iyi örnek’ biriktirdim.
Ama elbette esas konu bir yazarın iyimserliği değil. Konumuz, her yerde karşılaşmanın mümkün olduğu o iyi örneklere karşı sistemin, okulların ve okulları yönetenlerin tutumu.
Öylelerine karşı kuşkucu veya aşırı ihtiyatlı oluşumuz…
Onlara kulak vermeyişimiz…
İşte bu bir sorun!
Bizim ‘kendisi başlı başına bir rota olan öğretmenlerimizi’ anlıyormuş gibi görünüp, sözlerine kulak tıkayışımız bir sorun…
Sorun, belki bizim sağırlığımız, uyuşukluğumuz.
Belki yeni kaynaklar yaratma konusundaki beceriksizliğimiz…
Belki var olan kaynakları yönetme konusundaki hünersizliğimiz…
Belki yenilikçi yaklaşımlara dönük derin kuşkumuz…
Gerçekten inkılâpçı olamayışımız belki…
Ya da -bu tam bir trajedikomedi- halihazırda her şeyin en ideal durumda olduğuna, gelişimin artık tamamlandığına inanıyor oluşumuz.
Tarih bitti mi?
Sebep tam olarak hangisi?
Gerçek ve evrensel çözümü -rotayı- bildikten sonra sebebin ne olduğu çok da önemli değil.
***
Görüntülenmiş insanlık tarihinin bilinen en akıllı adamının bir saptamasıyla bitiriyorum:
‘Öğretmen ihmal edildiğinde o ülke intihar ediyor demektir.’
(Albert Einstein; Gördüğüm Kadarıyla Dünya, Denemeler-1934)