‘Komşu, komşunun külüne muhtaçtır’ deriz; anlamına içten inanarak ya da inanmayarak. Bu sözün bizatihi sizin hayatınıza; mahallenize, apartmanınıza uzayan açılımını da muhakkak bilirsiniz.
Ölçeği büyütelim:
Devletler arasında düzenlenmiş ‘İyi Komşuluk Sözleşmesi’ diye bir resmi anlaşma çeşidi olduğunu biliyor muydunuz peki?
Diplomasi tarihinde öyle bir şey var:
Bir örneği, 1927’de Türkiye ile Suriye arasında imzalanmış ve o sözleşme maddelerinden biri ‘Özerk Hatay sancağının kuruluşunu’ Fransa’nın da dahil olduğu bir konsensüs içerisinde karara bağlamış. 10 yıl kadar yürürlükte kaldıktan sonra, yıldönümü tam da bugüne denk gelir biçimde, 6 Aralık 1937’de Türk tarafının iradesiyle feshedilmiş.
Türkiye ile Suriye arasında ‘Hatay meselesi’ ekseninde oluşan yüksek gerilim, ‘Türkiye-Suriye İyi Komşuluk Sözleşmesi’nin sonunu getirmiş.
Bildiğiniz gibi 1939 yazında da Hatay Devlet Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti’ne ilhak kararı almıştı.
The result of the bad neighborhood:
Kötü komşuluğun sonu…
Ya da bunun simetrisi ‘The benefit of the good neighborhood’:
İyi komşuluğun getirisi…
Uluslararası diplomasi alanında hiçbir sorun siyah-beyaz netliğinde görülemez. O iki rengin arasında grinin bin bir tonu vardır.
Ama…
O 1930’larda kaydı tutulan o tarih sayfasında komşulardan biri, Türkiye, iyi taraftı (aydınlanan, parlak bir geleceğe doğru kanat çırpan, demokratik açıdan yenileşim içinde olan, barış ihraç edebilecek ve dolayısıyla kendisine ilhakın türlü nedenlerle cazip göründüğü komşu durumundaydı).
Suriye ise kötü taraftı (ortadoğudaki satranç oyununu yöneten batılı aktörlerin oyuncağı durumundaki dikta rejiminin kararttığı, demokrasi ve uygarlık açısından iç açıcı durumda olmayan, bırakın barış ihracını, iç barışını dahi sağlayamamış sorunlu bir komşu görünümündeydi).
Siyahla beyaz kadar zıt iki durum, 6 Aralık 1937’de tarihin aynı sayfasına yansıyordu.
Bugün, henüz yazılmakta olan tarih sayfasında durum ne?
Komşumuz Suriye açısından bakarsak durum, geçmişe oranla çok daha vahim!
Ve elbette Suriye’de 80 yıl sürmüş bu ‘kaçınılmaz uzun çöküşün’ en önemli nedeni, gerçek demokrasiyi keşfedemeyen; tahtın-sarayın sağladığı menfaatleri öteleyip bilimin ışığında toplumsal aydınlanmaya, uygarlaşmaya, eşzamanlı biçimde demokratik ve ekonomik gelişime yönelemeyen, ülke kaynaklarını sadece bir ailenin -Esed ailesinin- zenginleşmesi doğrultusunda kullanan totaliter yönetim.
Baş suçlu, bunlar ve elbette Ortadoğu’ya kast eden emperyalistler!
Ama bu ikilinin işbirlikçilerini, lümpenleri, küçük çıkar gruplarını, hatta 80 yıl o acıklı tiyatroyu izladiği halde değişim talebi geliştirememiş halkı bile, daha düşük oranlarda suçlu görmek mümkün.
***
Suriye’yi bırakıp ‘iyi komşuluk’ konusuna dönelim:
Size ‘Dünyanın herhangi bir yerinden, bugün itibariyle aralarında soğuk ya da sıcak çatışma yaşanan ve acilen iyi komşuluk sözleşmesi düzenlemeleri gereken iki devlet söyleyin’ dense yanıtınızda hangi ikiliyi öne çıkarırdınız?
-Kıbrıs adasındaki Türk ve Rum taraflarını mı?
-Azerbaycan’la Ermenistan’ı mı?
-Filistin’le İsrail’i mi?
-Hindistan’la Pakistan’ı mı?
-Sudan’la Uganda’yı mı?
-Kolombiya’yla Ekvador’u mu?
-Ya da Türkiye’yle herhangi bir komşusunu mu?
Petrolün, suyun, bâkir yer altı kaynaklarının, etnik sorunların veya ihtilaflı sınırların yer aldığı hangi bölge, hangi komşular, hangi sorunlu ikili?..
Seçeneğiniz çok; zira bugün dünyanın 70’ten fazla noktasında komşular arasında şiddetli diplomatik gerilim veya sıcak çatışma yaşanıyor…
***
‘Kâinatın büyük bir insana, insanın da küçük bir kâinata benzediğini’ lisede Ziya Yavuz hocamdan öğrenmiştim.
Kimya defterime kocaman harflerle not etmişim bu cümleyi.
Evren-insan benzeşimi ve ben şimdi bu alegerik eksende düşünüyorum:
Kâinatı düzeltmek için insandan yola çıkmak lazım!
O zaman Dünya da Ortadoğu da düzelir…
Dolayısıyla bir zamanlar Türkiye ile Suriye’nin yaptığını, aynı mahallede veya aynı apartmanda yaşayan insanlar da gereğinde yapabilmeli: İyi komşuluk -veya insanca geçinip gitme- sözleşmes….
Keşke gerekmeseydi böyle bir şey ama ne yazık ki lazım, hatta şart!
Peki, kimle yapacaksınız bu sözleşmeyi?
-Örfü adeti, komşuluk töresini ve değerleri bilmeyen komşuyla…
-Her fırsatta yıkıcı olmayı alışkanlık haline getirmiş komşuyla…
-Hukusuzla, riyakârla, içten pazarlıklıyla…
-Böylece küçük ölçekte mahalledeki, bölgedeki barış yıkımının, yozlaşmanın, bireylerarası soğumanın; büyük ölçkete ise uluslar arasındaki düşmanlığın tohumunu eken komşuyla…
İyi de ne olacak; sözleşmek, iiyileşmeyi garanti eder mi?
Hayır!
Garantisi yok!
Sözleştiğiniz komşunuzla yine sorun yaşayabilirsiniz.
Tıpkı 1930’larda Türkiye ile Suriye’nin yaşadığı gibi…
Tıpkı Türkiye ile Suriye’nin bugün hâlâ yaşadığı gibi…
Tıpkı aynı siyasi-ekonomik birliğe (AB’ye) üye olan İngiltere ile Almanya arasında ya da diğer üyeler arasında bugün yaşanan sorunlar gibi…
Veya tıpkı sizlerden birinin yine sizlerden biriyle, komşunun komşuyla, apartmanda, sokakta, mahallede yaşadığı sorunlar gibi…
Canınızı sıkan durum, ortada bir sözleşme olmasına rağmen devam edebilir…
Öyleyse niye birbirimizle sözleşelim ki?
Önce insan, yani mütevazı bir kâinat olduğumuz için…
Sonra da tarihe kayıt düşmek için sözleşelim, andlaşalım ve eğer mümkünse ‘anlaşalım’…
Çünkü tarihe zamanında ve doğru kaydedilmiş şeyler; öğrenilebiliyor, sürdürülebiliyor, kuşaktan kuşağa aktarılıp yaşatılabiliyor.
Ama tabii ‘bir ihtimal’…
Yani bu, mutlak ve kesin bir sonuç değil.
Önemli ölçüde kişilerin ya da ulusların öğrenme potansiyelleriyle ilgili bir durum.