Lafı uzatmak, her zaman sıkıcıdır.
Özellikle dinleyen ya da okuyan açısından.
Ama inanıyorum ki her şeyi dolaylayarak uzun uzun anlatan kimseler de tıpkı karşılarındakiler gibi yaptıkları şeyden fazla haz almıyorlar aslında. Onlar için de sıkıcı bir şey lafı uzatmak.
Öyleyse niye böyle uzun konuşuyorlar veya uzun uzun yazıyorlar?
Bitirmeyi beceremedikleri için mi acaba?
Ya da acaba konuşurken veya yazarken daha çok popülerleştiklerini mi duyumsuyorlar?
Kim bilir?
Asıl işe yarar soru şu:
Uzatılmış, dolaylanmış, ana fikri görünmez hale gelmiş ifadelerden nasıl kurtulur insan?
İş görüşmelerinde…
Bir ürünü, bir süreci rapor ederken…
Bir projeyi tanıtırken…
Kendi kendini taktim ederken…
Bir şeyleri hikâye ederken…
Sadece profesyonel alanda değil, hayatımızın ‘çalıştığımız zamanlar dışındaki’ diğer tüm anlarında da…
Arkadaş sohbetlerinde…
Sıcak dost yazışmalarında…
Sevdiklerimize ya da azıcık çabayla sevebileceklerimize kendimizi taktim ederken…
Köprüler kurarken…
Yaşarken yani…
Gereğinden fazla uzatılmış ifadelerden nasıl kurtulur insan?
Yanıt basit:
Sadeleşerek!
Anlatılması gereken özü inceltip anlamı inciterek değil, cümleleri sadeleştirip ekonomik kullanarak…
Daha az sözcükle daha fazla şey anlatarak…
Aynı şeyi defalarca tekrar etmeyerek…
Yalın, anlaşılır, gösterişsiz olmayı bir biçimde becererek; bunu başarmak için kendi içinde esaslı bir ego kıyımı yaparak…
Ve tabii arada bir saate bakarak…
Kendini de ifade edişlerini de sadeleştirebilir insan.
Evet, bu çok da kolay bir iş değil; ama bunu başaranlar çok.
Sevdiğimiz, beğendiğimiz, etkilendiğimiz kimseler…
Anlatımına, belagatına, söylemine hayran olduklarımız…
Uzun önsözler değildir öyleleri, kitabın kendisidir…
Ve uzun girizgâhlarda değil, hayatın içinde belirir öyleleri…
Bilim ve sanat sahasında daha çok…
Arada bir politikada ve bürokraside…
Böyle bir konuda ahkâm kestikten sonra yazıyı uzatmak olmaz. Neredeyse başlığından kısa bir yazı olacak; ama olsun…
Bitiriyorum.
Bitirdim!
Özellikle dinleyen ya da okuyan açısından.
Ama inanıyorum ki her şeyi dolaylayarak uzun uzun anlatan kimseler de tıpkı karşılarındakiler gibi yaptıkları şeyden fazla haz almıyorlar aslında. Onlar için de sıkıcı bir şey lafı uzatmak.
Öyleyse niye böyle uzun konuşuyorlar veya uzun uzun yazıyorlar?
Bitirmeyi beceremedikleri için mi acaba?
Ya da acaba konuşurken veya yazarken daha çok popülerleştiklerini mi duyumsuyorlar?
Kim bilir?
Asıl işe yarar soru şu:
Uzatılmış, dolaylanmış, ana fikri görünmez hale gelmiş ifadelerden nasıl kurtulur insan?
İş görüşmelerinde…
Bir ürünü, bir süreci rapor ederken…
Bir projeyi tanıtırken…
Kendi kendini taktim ederken…
Bir şeyleri hikâye ederken…
Sadece profesyonel alanda değil, hayatımızın ‘çalıştığımız zamanlar dışındaki’ diğer tüm anlarında da…
Arkadaş sohbetlerinde…
Sıcak dost yazışmalarında…
Sevdiklerimize ya da azıcık çabayla sevebileceklerimize kendimizi taktim ederken…
Köprüler kurarken…
Yaşarken yani…
Gereğinden fazla uzatılmış ifadelerden nasıl kurtulur insan?
Yanıt basit:
Sadeleşerek!
Anlatılması gereken özü inceltip anlamı inciterek değil, cümleleri sadeleştirip ekonomik kullanarak…
Daha az sözcükle daha fazla şey anlatarak…
Aynı şeyi defalarca tekrar etmeyerek…
Yalın, anlaşılır, gösterişsiz olmayı bir biçimde becererek; bunu başarmak için kendi içinde esaslı bir ego kıyımı yaparak…
Ve tabii arada bir saate bakarak…
Kendini de ifade edişlerini de sadeleştirebilir insan.
Evet, bu çok da kolay bir iş değil; ama bunu başaranlar çok.
Sevdiğimiz, beğendiğimiz, etkilendiğimiz kimseler…
Anlatımına, belagatına, söylemine hayran olduklarımız…
Uzun önsözler değildir öyleleri, kitabın kendisidir…
Ve uzun girizgâhlarda değil, hayatın içinde belirir öyleleri…
Bilim ve sanat sahasında daha çok…
Arada bir politikada ve bürokraside…
Böyle bir konuda ahkâm kestikten sonra yazıyı uzatmak olmaz. Neredeyse başlığından kısa bir yazı olacak; ama olsun…
Bitiriyorum.
Bitirdim!