Kimyacı Antoine Lavoisier (Antuan Lavozyi diye okunur), Fransız Devrimi’nin ilk yıllarında devrimi destekleyen en cesur aydınlardan biriydi. Yozlaşmış düzenin artık değiştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Bu inançla devrimcilere destek verdi. Hareketin hukuksal alanda ivmelenmeye başladığı dönemde vergi sisteminin yenilenmesi için kurulan komisyonda görev aldı ve bu konuda tarihe geçecek bir öneri hazırladı.
Bugün bizim de kullandığımız ölçü ve ağırlık birimlerinin düzenlenmesiyle ilgili çalışmalara öncülük etti.
Ancak Fransız Devrimi radikalleşmeye başlayınca Lavoisier, dava arkadaşlarıyla yolunu ayırdı. Sonrasında Robespierre öncülüğündeki Jokobenlerin iktidarı ele geçirmesiyle de tarihe ‘Terör Dönemi (1793-1794)’ olarak geçen dönem başladı. Sadece devrim karşıtları değil, sıradan insanlar ve devrim yanlıları içindeki ‘farklı düşünenler’, özel olarak kurulmuş devrim mahkemelerinde çarçabuk yargılandı ve cezalandırıldı. Devrime direnen bölgelerde ise herhangi bir yargılamaya bile gerek duyulmadan kitlesel katliamlar yapıldı. Bu dönemde yaklaşık 500 bin kişinin zindanlara atıldığı ve 100 bin kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. İnfazların yaklaşık 20 bini, bu dönemin sembolü haline gelmiş olan ‘giyotinle’ gerçekleştirildi.
Cinnet çağında adalete ve bilime vurgu yapan; devrimin, çıkış noktasındaki ilkelerden saptığını, onun da devirdiği düzen gibi yozlaştığını dile getiren soylu bilim insanı için çanlar çalıyordu.
Nitekim savunması bile dinlenmeden gıyaben yargılandı…
Lavoisier, henüz 51 yaşındayken, giyotinle ölüme mahkum edildi.
8 Mayıs 1794 günü, zindanda boynunun vurulmasını beklerken kitap okumaktaydı.
Cellat onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için kitabın arasına bir ayraç yerleştirdi…
Bu bir meydan okumaydı kuşkusuz.
Ve giyotine giderken Matematikçi arkadaşı Langrange’i yanına çağırdı.
‘Kafam sepete düştüğünde gözlerime bak. Eğer iki kere göz kırparsam, insanın kafası kesildikten sonra bir süre daha beyin düşünmeye devam ediyor demektir’ dedi.
Lavoisier’in kafası giyotinle kesildi, sepete düştü ve iki kere göz kırptı. Matematikçi Langrange, arkadaşının gözlerine son kez baktıktan sonra şöyle dedi:
‘Lavoisier’nin hayatının son saniyelerindeki kanıt arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir’…
O meşalenin herhangi bir çağda söndüğünü, sönebileceğini, söndürülebileceğini düşünmek mümkün mü?
Ve yine Langrange’ın dediği gibi:
‘Bir bilim insanı için mesele, insanları duyduklarına inanmaya değil, düşünmeye davet edebilmektir’.
Ama esas mesele; bilim ve sanat insanlarından bazılarının, sadece öğretmenlerin bir kısmının, bir avuç serdengeçtinin değil; bütün aydınların, bütün akil insanların, bütün ulemanın, her dinden ve her mezhepten kanaat önderlerinin, tüm okulların, tüm üniversitelerin, tüm kürsülerin bu daveti cesaretle yineleyebilmesi:
‘Duyduklarınıza kayıtsız koşulsuz inanmayın ey insanlar!’ diyebilmesi, toplumu yönlendirenlerin…
‘Ey insanlar, düşünün ve yargılayın duyduklarınızı!’ diyebilmesi, düşünceleri biçimlendirenlerin…
***
Belki çoğumuz Lavoisier’in müthiş hayat -daha doğrusu ölüm- hikayesini bilmiyorduk ama onun ünlü yasasını bir biçimde duymuşuzdur: ‘Hiçbir şey yok iken var edilemez ve var olan hiçbir şey de yok edilemez’…
Kütlenin Korunumu Yasası…
Ya da dilerseniz ‘Lomonosov-Lavoisier Kanunu’ deyin, fark etmez; zira biz yasayı nasıl adlandırırsak adlandıralım ne Antoine’un destansı sonu değişecek ne de var olan bir şey, yok edilebilecek.
Bugün bizim de kullandığımız ölçü ve ağırlık birimlerinin düzenlenmesiyle ilgili çalışmalara öncülük etti.
Ancak Fransız Devrimi radikalleşmeye başlayınca Lavoisier, dava arkadaşlarıyla yolunu ayırdı. Sonrasında Robespierre öncülüğündeki Jokobenlerin iktidarı ele geçirmesiyle de tarihe ‘Terör Dönemi (1793-1794)’ olarak geçen dönem başladı. Sadece devrim karşıtları değil, sıradan insanlar ve devrim yanlıları içindeki ‘farklı düşünenler’, özel olarak kurulmuş devrim mahkemelerinde çarçabuk yargılandı ve cezalandırıldı. Devrime direnen bölgelerde ise herhangi bir yargılamaya bile gerek duyulmadan kitlesel katliamlar yapıldı. Bu dönemde yaklaşık 500 bin kişinin zindanlara atıldığı ve 100 bin kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. İnfazların yaklaşık 20 bini, bu dönemin sembolü haline gelmiş olan ‘giyotinle’ gerçekleştirildi.
Cinnet çağında adalete ve bilime vurgu yapan; devrimin, çıkış noktasındaki ilkelerden saptığını, onun da devirdiği düzen gibi yozlaştığını dile getiren soylu bilim insanı için çanlar çalıyordu.
Nitekim savunması bile dinlenmeden gıyaben yargılandı…
Lavoisier, henüz 51 yaşındayken, giyotinle ölüme mahkum edildi.
8 Mayıs 1794 günü, zindanda boynunun vurulmasını beklerken kitap okumaktaydı.
Cellat onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için kitabın arasına bir ayraç yerleştirdi…
Bu bir meydan okumaydı kuşkusuz.
Ve giyotine giderken Matematikçi arkadaşı Langrange’i yanına çağırdı.
‘Kafam sepete düştüğünde gözlerime bak. Eğer iki kere göz kırparsam, insanın kafası kesildikten sonra bir süre daha beyin düşünmeye devam ediyor demektir’ dedi.
Lavoisier’in kafası giyotinle kesildi, sepete düştü ve iki kere göz kırptı. Matematikçi Langrange, arkadaşının gözlerine son kez baktıktan sonra şöyle dedi:
‘Lavoisier’nin hayatının son saniyelerindeki kanıt arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir’…
O meşalenin herhangi bir çağda söndüğünü, sönebileceğini, söndürülebileceğini düşünmek mümkün mü?
Ve yine Langrange’ın dediği gibi:
‘Bir bilim insanı için mesele, insanları duyduklarına inanmaya değil, düşünmeye davet edebilmektir’.
Ama esas mesele; bilim ve sanat insanlarından bazılarının, sadece öğretmenlerin bir kısmının, bir avuç serdengeçtinin değil; bütün aydınların, bütün akil insanların, bütün ulemanın, her dinden ve her mezhepten kanaat önderlerinin, tüm okulların, tüm üniversitelerin, tüm kürsülerin bu daveti cesaretle yineleyebilmesi:
‘Duyduklarınıza kayıtsız koşulsuz inanmayın ey insanlar!’ diyebilmesi, toplumu yönlendirenlerin…
‘Ey insanlar, düşünün ve yargılayın duyduklarınızı!’ diyebilmesi, düşünceleri biçimlendirenlerin…
***
Belki çoğumuz Lavoisier’in müthiş hayat -daha doğrusu ölüm- hikayesini bilmiyorduk ama onun ünlü yasasını bir biçimde duymuşuzdur: ‘Hiçbir şey yok iken var edilemez ve var olan hiçbir şey de yok edilemez’…
Kütlenin Korunumu Yasası…
Ya da dilerseniz ‘Lomonosov-Lavoisier Kanunu’ deyin, fark etmez; zira biz yasayı nasıl adlandırırsak adlandıralım ne Antoine’un destansı sonu değişecek ne de var olan bir şey, yok edilebilecek.