Milli mücadele döneminde yurdun dört bir yanı işgal altındayken İstanbul’daki bazı kesimlerin Anadolu’da Atatürk ve silah arkadaşlarının yapmış olduğu Milli Mücadelenin başarılı olacağına dair inançları çok zayıftı. Halide Edip Adıvar Amerikan mandasına girmenin daha uygun olacağını dile getirirken, Dürrizade Abdullah Efendi fetva yayınlayarak mücadeleye girişenleri halifeye isyan eden ve öldürülmeleri gereken asiler olarak ilan ediyordu. Süleyman Nazif, İstanbul’un işgali sırasında İngilizler tarafından tutuklanıp Malta’ya sürülürken İstanbul halkının buna sessiz kalmasına kızıyor ve şerefimle öleceğime şerefsiz yaşarım diyerek Milli Mücadeleye katılmadığını ilan ediyordu. Cenap Şehabettin de Dürrizade’ye uymuş Anadolu direnişine katılanları baği olarak ilan etmişti. Ali Kemal, Hüseyin Daniş gibi adamlar Milli Mücadelenin aleyhine yayınlar yaparken Rıza Tevfik Sevr anlaşmasını imzaladığı kalemi Robert Koleji’ne hediye ediyordu.
Aynı dönemde Akif ise Balıkesir’de Zağanos Paşa Camiinde halka hitap ederek onlardan milli mücadeleyi desteklemelerini istemiştir.
Akif, 16 Mart 1920 yılında İstanbul’un işgal edilmesiyle birlikte yakın dostu Ali Şükrü ile birlikte Anadolu’ya geçerek Ankara’ya gitmiş, Ankara’da on beş gün kaldıktan sonra Burdur’da halkı Milli Mücadeleye davet etmiş, oradan Sandıklı, Dinar, Antalya’ya geçerek dinin, vatanın, namusun elden gittiğini dile getirerek halkı düşman kuvvetlerine karşı savaşmak için isyana teşvik etmiştir.
Dürrizade Abdullah Efendi’nin Milli Mücadeleyi yürüten Atatürk ve silah arkadaşlarının baği (isyankâr) olduğunu, onların halifeye karşı isyan ettiklerini, öldürülmeleri gerektiğine dair fetva yayınlaması ve Konya halkının da bu fetvayı referans alarak milli mücadeleye karşı isyan çıkarmaları neticesinde Akif, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ali Şükrü ve Konya Mebusu Refik Bey ile zor hava şartları altında Konya’ya varmış, orada camilerde vaaz ederek Milli Mücadeleye destek sağlamıştır.
Daha sonra düşmanla mücadelede stratejik öneme sahip Çankırı’ya giden Akif orada bir müddet kalarak halkı Milli Mücadeleye davet ettikten sonra Kastamonu’ya geçerek Nasrulah Camiinde halka vaazlarda bulunmuş daha sonra bu vaazlar gazetelerde yayınlanarak Türkiye’nin dört bir yanına gönderilmiştir.
Milli Mücadele kazanıldıktan sonra Fransızların olduğu gibi bizim de bir milli marşımızın olması için beş yüz lira ödüllü bir yarışma düzenlenir. Bu sıralar Kastamonu’da bulunan Akif, işin içinde para olduğu için yarışmaya katılmak istemez.
Yarışmaya 724 şiir gönderilmesine rağmen hiç biri milli marş olacak vasfa sahip değildir. Başta Atatürk olmak üzere birçok kişi Çanakkale şiirini yazan Akif’den milli marş da yazmasını istemektedir. Hamdullah Suphi Tanrıöver ile Hasan Basri Çantay Akif’e ödülün hayır kurumlarına bağışlanacağı garantisi vererek onu şiir yazmaya ikna ederler. Bu şartlarda şiir yazmaya başlayan Akif, gece ilham geldiğinde kalem bulamayınca çakı ile duvarları kazarak on kıtalık bu İstiklal Marşını yazar.
O dönem bir milletvekili maaşı sekiz lira olmasına rağmen çok yoksul olan Akif beş yüz liralık ödülü reddetmiştir. Kaynaklar Akif’in sırtında paltosunun olmadığı ve Baytar Şefik’in paltosunu ödünç alarak sırtına geçirdiği halde halkın parasını almadığını söyleyerek onun alicenaplığını ortaya koyarlar. Hâlbuki Akif’i daha büyük yapan unsur, Akif’in evlatları ile olan mücadelesidir.
Altı çocuk sahibi olan Akif yazdığı mektuplarında çocukları ile gereği gibi ilgilenemediğinden, onlara iyi bir babalık yapamadığından dert yanmıştır. O, cepheden cepheye; şehirden şehire koşmuş, ailesine ara sıra para gönderebilmiştir. Akif bu ödülü alarak ihmal ettiği çocuklarının eğitimine harcayabilir ya da bir ev alarak onları kiradan kurtarabilirdi. Fakat o her yönü ile kendini bu millete adamış, bu yüzden halkın gönlünde hiçbir zaman silinemeyecek izler bırakmıştır.
Aynı dönemde Akif ise Balıkesir’de Zağanos Paşa Camiinde halka hitap ederek onlardan milli mücadeleyi desteklemelerini istemiştir.
Akif, 16 Mart 1920 yılında İstanbul’un işgal edilmesiyle birlikte yakın dostu Ali Şükrü ile birlikte Anadolu’ya geçerek Ankara’ya gitmiş, Ankara’da on beş gün kaldıktan sonra Burdur’da halkı Milli Mücadeleye davet etmiş, oradan Sandıklı, Dinar, Antalya’ya geçerek dinin, vatanın, namusun elden gittiğini dile getirerek halkı düşman kuvvetlerine karşı savaşmak için isyana teşvik etmiştir.
Dürrizade Abdullah Efendi’nin Milli Mücadeleyi yürüten Atatürk ve silah arkadaşlarının baği (isyankâr) olduğunu, onların halifeye karşı isyan ettiklerini, öldürülmeleri gerektiğine dair fetva yayınlaması ve Konya halkının da bu fetvayı referans alarak milli mücadeleye karşı isyan çıkarmaları neticesinde Akif, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ali Şükrü ve Konya Mebusu Refik Bey ile zor hava şartları altında Konya’ya varmış, orada camilerde vaaz ederek Milli Mücadeleye destek sağlamıştır.
Daha sonra düşmanla mücadelede stratejik öneme sahip Çankırı’ya giden Akif orada bir müddet kalarak halkı Milli Mücadeleye davet ettikten sonra Kastamonu’ya geçerek Nasrulah Camiinde halka vaazlarda bulunmuş daha sonra bu vaazlar gazetelerde yayınlanarak Türkiye’nin dört bir yanına gönderilmiştir.
Milli Mücadele kazanıldıktan sonra Fransızların olduğu gibi bizim de bir milli marşımızın olması için beş yüz lira ödüllü bir yarışma düzenlenir. Bu sıralar Kastamonu’da bulunan Akif, işin içinde para olduğu için yarışmaya katılmak istemez.
Yarışmaya 724 şiir gönderilmesine rağmen hiç biri milli marş olacak vasfa sahip değildir. Başta Atatürk olmak üzere birçok kişi Çanakkale şiirini yazan Akif’den milli marş da yazmasını istemektedir. Hamdullah Suphi Tanrıöver ile Hasan Basri Çantay Akif’e ödülün hayır kurumlarına bağışlanacağı garantisi vererek onu şiir yazmaya ikna ederler. Bu şartlarda şiir yazmaya başlayan Akif, gece ilham geldiğinde kalem bulamayınca çakı ile duvarları kazarak on kıtalık bu İstiklal Marşını yazar.
O dönem bir milletvekili maaşı sekiz lira olmasına rağmen çok yoksul olan Akif beş yüz liralık ödülü reddetmiştir. Kaynaklar Akif’in sırtında paltosunun olmadığı ve Baytar Şefik’in paltosunu ödünç alarak sırtına geçirdiği halde halkın parasını almadığını söyleyerek onun alicenaplığını ortaya koyarlar. Hâlbuki Akif’i daha büyük yapan unsur, Akif’in evlatları ile olan mücadelesidir.
Altı çocuk sahibi olan Akif yazdığı mektuplarında çocukları ile gereği gibi ilgilenemediğinden, onlara iyi bir babalık yapamadığından dert yanmıştır. O, cepheden cepheye; şehirden şehire koşmuş, ailesine ara sıra para gönderebilmiştir. Akif bu ödülü alarak ihmal ettiği çocuklarının eğitimine harcayabilir ya da bir ev alarak onları kiradan kurtarabilirdi. Fakat o her yönü ile kendini bu millete adamış, bu yüzden halkın gönlünde hiçbir zaman silinemeyecek izler bırakmıştır.