Biliyor muydunuz, 2018 yılının ilk iki ayında sosyal medyada ‘eğitim’ başlığı altında en çok konuşulan konu, Milli Eğitim Bakanlığı'nın geliştirdiği ‘öğretmene performans karnesi projesi’ olmuş.
Dikkat ediniz lütfen:
Sosyal medyada son iki ay içerisinde yoğunlukla ele alınan sorun, eğitim yılının ilk gününde alt üst olan ve hâlâ kılavuza dökülemeyen, netleştirilemeyen sınav sistemi değil…
Giderilemeyen öğretmen açığı da değil veya atanamayan öğretmenlerin trajedisi değil, eğitim kalitesini ölçen uluslararası kriterler açısından kelimenin tam anlamıyla -daha doğrusu istatistiklerden gizlenemeyecek biçimde- pike yapıyor oluşumuz değil; Comenius, Erasmus, Leonardo Da Vinci, Grundtvig gibi uluslararası projelere ülkemizden katılımların akıl almaz biçimde azalması ve bunun niye olduğu, filizlenmekte olan bir dünyalılık kültürünün nasıl kuruma tehlikesiyle yüz yüze getirildiği değil; okullara sızan şiddetin, okul pansiyonlarında ve yurtlarda tırmanan cinsel istismar olaylarının, narkotik tehlikelerin ve siber tehditlerin eriştiği korkunç boyut da değil şu anda gündeme oturan, öncelik kazanan sorun…
Hootsuite’in yayımladığı Ocak-Şubat 2018 sosyal medya kullanım istatistiği raporuna göre bu sorunlar, deyim yerindeyse ‘arada bir’ (%25 oranında) ele alınmış.
Oysa yine aynı rapordan anlaşılıyor ki sosyal medyadaki paylaşımların ve yorumların ‘çoğu’ (%75’i) ‘öğrencilerin ve velilerin öğretmenlere vereceği performans puanı’ hakkındaymış.
Bu, gizliden gizliye bir ‘incinmişlik’ tablosudur…
Biraz daha derinlemesine baktığımızda; belki burada bir supression (bastırma) yaşandığını, gözlenen tepkinin ‘bazı şeyleri bilinçli olarak unutmaya, yok saymaya, görmemeye’ dönüştüğünü düşünmek de olası.
Yaşamı okul koridorlarında geçen ve sık sık şu andığımızdan daha karmaşık savunma mekanizmalarıyla karşılaşan bir eğitimci olarak bu incinme durumuna pek şaşırmıyorum aslında.
Öğretmenlerimizin dış gözle değerlendirilmekten kaçındıklarını ise hiç düşünmüyorum.
Öğretmenler elbette değerlendirilebilir, değerlendirilmeli…
Doktordan fırıncıya, polisten taksiciye; topluma, kurumlara, bireylere hizmet ve ürün sunan bütün profesyoneller ve tabii bütün kurumlar da değerlendirilebilir, hatta mutlaka değerlendirilmelidir…
Ama kimin, hangi yetkinlikle değerlendirme yaptığı ve bu değerlendirmenin nasıl sonuç vereceği de en az değerlendirmenin var olup olmadığı kadar önemlidir.
Özetle; incinmişlik diye tarif ettiğim kitlesel duygunun köklerini, bu ‘değerlendirilmeden evvel dikkate alınma ya da alınmama; önemsenme ya da önemsenmeme ayrıntısında’ ve yani biraz da ilgili prosedürün oluşturulma hikâyesinde aramamız gerekiyor.
***
MEB’in geçtiğimiz aylarda yaptığı açıklamaya göre öğretmenlere, sekiz kaynak tarafından yapılacak değerlendirmelerin sonucunda bir ‘performans karnesi’ verilecek. Öğretmen karneleri; okul müdürü, müdür yardımcısı, müfettiş, okuldaki diğer çalışanlar, zümre öğretmenleri, öz değerlendirme, öğrenci ve velilerin değerlendirmesi sonucunda oluşacak.
Bu sekiz değerlendirici içerisinde en fazla tartışma yaratanın ‘öğrenci ve veli değerlendirmesi’ olduğunu ise hiç kuşkusuz az önce paylaştığım sosyal medya trendleri ortaya koyuyor.
En popüler Facebook caps’lerinden en hit twitlere, hemen her mecrada ağır eleştiri bombardımanı altındaki meşhur ‘veli değerlendirme formu’ aracılığıyla MEB, velilere şu 14 soruyu yöneltiyor:
Normal bir söyleşide yadırganmayacak; ama velinin öğretmene vereceği puan perspektifinde ele alınınca rahatsızlık doğurabilecek -nitekim doğuran- sorular bunlar.
Peki niye, neden?
(…)
Yazının devamı yarın Pusula’da…
Dikkat ediniz lütfen:
Sosyal medyada son iki ay içerisinde yoğunlukla ele alınan sorun, eğitim yılının ilk gününde alt üst olan ve hâlâ kılavuza dökülemeyen, netleştirilemeyen sınav sistemi değil…
Giderilemeyen öğretmen açığı da değil veya atanamayan öğretmenlerin trajedisi değil, eğitim kalitesini ölçen uluslararası kriterler açısından kelimenin tam anlamıyla -daha doğrusu istatistiklerden gizlenemeyecek biçimde- pike yapıyor oluşumuz değil; Comenius, Erasmus, Leonardo Da Vinci, Grundtvig gibi uluslararası projelere ülkemizden katılımların akıl almaz biçimde azalması ve bunun niye olduğu, filizlenmekte olan bir dünyalılık kültürünün nasıl kuruma tehlikesiyle yüz yüze getirildiği değil; okullara sızan şiddetin, okul pansiyonlarında ve yurtlarda tırmanan cinsel istismar olaylarının, narkotik tehlikelerin ve siber tehditlerin eriştiği korkunç boyut da değil şu anda gündeme oturan, öncelik kazanan sorun…
Hootsuite’in yayımladığı Ocak-Şubat 2018 sosyal medya kullanım istatistiği raporuna göre bu sorunlar, deyim yerindeyse ‘arada bir’ (%25 oranında) ele alınmış.
Oysa yine aynı rapordan anlaşılıyor ki sosyal medyadaki paylaşımların ve yorumların ‘çoğu’ (%75’i) ‘öğrencilerin ve velilerin öğretmenlere vereceği performans puanı’ hakkındaymış.
Bu, gizliden gizliye bir ‘incinmişlik’ tablosudur…
Biraz daha derinlemesine baktığımızda; belki burada bir supression (bastırma) yaşandığını, gözlenen tepkinin ‘bazı şeyleri bilinçli olarak unutmaya, yok saymaya, görmemeye’ dönüştüğünü düşünmek de olası.
Yaşamı okul koridorlarında geçen ve sık sık şu andığımızdan daha karmaşık savunma mekanizmalarıyla karşılaşan bir eğitimci olarak bu incinme durumuna pek şaşırmıyorum aslında.
Öğretmenlerimizin dış gözle değerlendirilmekten kaçındıklarını ise hiç düşünmüyorum.
Öğretmenler elbette değerlendirilebilir, değerlendirilmeli…
Doktordan fırıncıya, polisten taksiciye; topluma, kurumlara, bireylere hizmet ve ürün sunan bütün profesyoneller ve tabii bütün kurumlar da değerlendirilebilir, hatta mutlaka değerlendirilmelidir…
Ama kimin, hangi yetkinlikle değerlendirme yaptığı ve bu değerlendirmenin nasıl sonuç vereceği de en az değerlendirmenin var olup olmadığı kadar önemlidir.
Özetle; incinmişlik diye tarif ettiğim kitlesel duygunun köklerini, bu ‘değerlendirilmeden evvel dikkate alınma ya da alınmama; önemsenme ya da önemsenmeme ayrıntısında’ ve yani biraz da ilgili prosedürün oluşturulma hikâyesinde aramamız gerekiyor.
***
MEB’in geçtiğimiz aylarda yaptığı açıklamaya göre öğretmenlere, sekiz kaynak tarafından yapılacak değerlendirmelerin sonucunda bir ‘performans karnesi’ verilecek. Öğretmen karneleri; okul müdürü, müdür yardımcısı, müfettiş, okuldaki diğer çalışanlar, zümre öğretmenleri, öz değerlendirme, öğrenci ve velilerin değerlendirmesi sonucunda oluşacak.
Bu sekiz değerlendirici içerisinde en fazla tartışma yaratanın ‘öğrenci ve veli değerlendirmesi’ olduğunu ise hiç kuşkusuz az önce paylaştığım sosyal medya trendleri ortaya koyuyor.
En popüler Facebook caps’lerinden en hit twitlere, hemen her mecrada ağır eleştiri bombardımanı altındaki meşhur ‘veli değerlendirme formu’ aracılığıyla MEB, velilere şu 14 soruyu yöneltiyor:
- Bu öğretim yılında okutulan ders kitaplarını yeterli buluyor musunuz?
- Yardımcı kaynak kitap almadığımızdan bunun eksikliğini hissettiniz mi?
- Sınıfımızın yerinden ve iç düzenlemesinden memnun kaldınız mı?
- Öğrencilerimize verdiğim ev çalışmaları hakkında neler düşünüyorsunuz?
- Öğrencimiz evde ders çalışırken, ona günde ortalama kaç dakika zaman ayırdınız?
- Öğrencimize yardım ederken en çok hangi konularda zorlandınız?
- Öğrencimizin okuma seviyesini beğeniyor musunuz?
- Öğrencimizin güzel el yazısı yazdığını düşünüyor musunuz?
- Öğrencimizin her gün düzenli olarak severek ve isteyerek kitap okuduğunu düşünüyor musunuz?
- Öğrencimizin bu eğitim ve öğretim yılında kazandığı bilgi, beceri ve davranışları hakkında neler düşünüyorsunuz?
- Sınıf öğretmeni olarak benim hakkımda neler düşünüyorsunuz? (Düşüncelerinizi çekinmeden samimi olarak yazmanızı rica ederim)
- Okulumuz hakkında neler düşünüyorsunuz?
- Bu eğitim ve öğretim yılında gördüğünüz eksiklikleri ya da yetersizlikleri yazar mısınız?
- Gelecek eğitim ve öğretim yılında sınıf öğretmeni olarak benden görev ve sorumluluklarım dışında beklentilerinizi yazar mısınız?
Normal bir söyleşide yadırganmayacak; ama velinin öğretmene vereceği puan perspektifinde ele alınınca rahatsızlık doğurabilecek -nitekim doğuran- sorular bunlar.
Peki niye, neden?
(…)
Yazının devamı yarın Pusula’da…