Medya artık iyi bir ayna değil; yaşananların topluma doğru açıdan, politikaya sapmadan, toplum yararı duyarlılığıyla ve haberci titizliğiyle, dürüstçe ve yüreklice aktarılamadığını düşünenlerdenim.
Bu, benim düşüncem.
Ve bu büyük yozlaşmanın, bu tehlikeli türbülansın, dünyayı medyadan takip eden (!) insanları ve siyasallaşmış toplulukları, hani en masum ifadeyle ‘gerçek gündemin dışına savurduğunu’ da düşünmekteyim.
Mesela çocuklarımızı çok açık biçimde tehdit eden tehlikeler ve buna dair her gün karşılaştığımız akıl almaz durumlar, istismarlar, olaylar ve tepkiler, bana göre tirajı en yüksek gazetenin son bir haftada manşetlerine taşınmış olayların tümünden beş kat daha önemli.
Başka bir deyişle; medya, gerçeğe ancak beşte bir oranında yaklaşabiliyor…
Bu yüzden de insanı, elektronik donanım (hardware) ve yazılımla (software) aynı düzlemde buluşturan ‘siber dünyada’ hepimizi, ama özellikle çocuklarımızı bekleyen tehlikelere dikkat kesilmemizi, bunu yaparken inisiyatifi medyaya bırakmamamız gerektiğini düşünüyorum.
Kurumlar kendi reflekslerini geliştirmeli…
Ulusal eğitim otoritemiz (MEB) ve bu bağlamda okullar, tehdidin farkında olmalı ve henüz haberi yapılmamış, toplum gündemine henüz bir skandal hikâyesiyle yansımamış, olasılık düzeyindeki durumların, olguların, gerçeklerin, risklerin üzerine gitmeli…
Proaktif olmak, öngörüler geliştirip çözüm senaryoları oluşturabilmek ve ‘önleyici rehberlik’ geliştirebilmek bu noktada son derece önemli.
Tabii ki bunu yapabilenler var:
Kanun adamı Şükrü Enhoş, tam bir yıl önce, 2017 yılının mart ayında Antalya’daki bir özel okulda siber tehlikeler ve bu doğrultuda düşünülebilecek önlemler üzerine bir söyleşi gerçekleştirmişti.
Oradaydım ve önemli notlar almıştım:
Biliyoruz ve içimiz yana yana itiraf ediyoruz ki siber yolla yayılan tehlike, özellikle de cinsel istismar hikâyeleri, doğudan batıya, merkezden taşraya bütün Türkiye’nin sorunu…
Bu yüzeysel genişliğe ve zaman içerisinde sürekli tırmanma eğilimine karşın aslında sorunu tanımlamada ve yasaları bu tanım doğrultusunda güncellemede hâlâ bir belirsizlik, muğlaklık, henüz netleşmemişlik ve dolayısıyla yavaşlık durumu söz konusu:
Tek sözcüğe indirgersek eğer, sorun ‘internet’!
Yanına teknolojiyi ekleyelim.
Bu ikisinin hızına da doğurduğu tehlikelere de yetişmek zaten çok kolay değil…
Ama internetin sayısız yararını da düşünerek durumu biraz daha açık ifade etmekte yarar var.
Esas sorun:
‘İnternet bağımlılığı…
Çocuklarımızı tehdit eden alışkanlıklar, siber tehlikeler ve internet tabanlı suçlar…
Sosyal medyayla ilgili riskler veya tehditler…
Ve yani hack’lenen siteler, çalınan şifreler, ele geçirilen hesaplar, izinsiz izlemeler, metin-fotoğraf-videoların korsan paylaşımları, cinsel istismarlar, tehditler, hakaretler, şantajlar vesaire vesaire…’
Bu, benim düşüncem.
Ve bu büyük yozlaşmanın, bu tehlikeli türbülansın, dünyayı medyadan takip eden (!) insanları ve siyasallaşmış toplulukları, hani en masum ifadeyle ‘gerçek gündemin dışına savurduğunu’ da düşünmekteyim.
Mesela çocuklarımızı çok açık biçimde tehdit eden tehlikeler ve buna dair her gün karşılaştığımız akıl almaz durumlar, istismarlar, olaylar ve tepkiler, bana göre tirajı en yüksek gazetenin son bir haftada manşetlerine taşınmış olayların tümünden beş kat daha önemli.
Başka bir deyişle; medya, gerçeğe ancak beşte bir oranında yaklaşabiliyor…
Bu yüzden de insanı, elektronik donanım (hardware) ve yazılımla (software) aynı düzlemde buluşturan ‘siber dünyada’ hepimizi, ama özellikle çocuklarımızı bekleyen tehlikelere dikkat kesilmemizi, bunu yaparken inisiyatifi medyaya bırakmamamız gerektiğini düşünüyorum.
Kurumlar kendi reflekslerini geliştirmeli…
Ulusal eğitim otoritemiz (MEB) ve bu bağlamda okullar, tehdidin farkında olmalı ve henüz haberi yapılmamış, toplum gündemine henüz bir skandal hikâyesiyle yansımamış, olasılık düzeyindeki durumların, olguların, gerçeklerin, risklerin üzerine gitmeli…
Proaktif olmak, öngörüler geliştirip çözüm senaryoları oluşturabilmek ve ‘önleyici rehberlik’ geliştirebilmek bu noktada son derece önemli.
Tabii ki bunu yapabilenler var:
Kanun adamı Şükrü Enhoş, tam bir yıl önce, 2017 yılının mart ayında Antalya’daki bir özel okulda siber tehlikeler ve bu doğrultuda düşünülebilecek önlemler üzerine bir söyleşi gerçekleştirmişti.
Oradaydım ve önemli notlar almıştım:
Biliyoruz ve içimiz yana yana itiraf ediyoruz ki siber yolla yayılan tehlike, özellikle de cinsel istismar hikâyeleri, doğudan batıya, merkezden taşraya bütün Türkiye’nin sorunu…
Bu yüzeysel genişliğe ve zaman içerisinde sürekli tırmanma eğilimine karşın aslında sorunu tanımlamada ve yasaları bu tanım doğrultusunda güncellemede hâlâ bir belirsizlik, muğlaklık, henüz netleşmemişlik ve dolayısıyla yavaşlık durumu söz konusu:
Tek sözcüğe indirgersek eğer, sorun ‘internet’!
Yanına teknolojiyi ekleyelim.
Bu ikisinin hızına da doğurduğu tehlikelere de yetişmek zaten çok kolay değil…
Ama internetin sayısız yararını da düşünerek durumu biraz daha açık ifade etmekte yarar var.
Esas sorun:
‘İnternet bağımlılığı…
Çocuklarımızı tehdit eden alışkanlıklar, siber tehlikeler ve internet tabanlı suçlar…
Sosyal medyayla ilgili riskler veya tehditler…
Ve yani hack’lenen siteler, çalınan şifreler, ele geçirilen hesaplar, izinsiz izlemeler, metin-fotoğraf-videoların korsan paylaşımları, cinsel istismarlar, tehditler, hakaretler, şantajlar vesaire vesaire…’