Sadece on dakika boyunca bildiğimizin dışında bir hayatı, başka bir dünyayı hayal edin...
Dışarıdaki her şey harikulade gerçek iken bu kısa ömürlü hayalin size hiçbir zararı dokunmayacaktır…
***
Hayal edin; var olan bütün ülkelerin ekonomileri o kadar iyi ki uluslararası yardım fonları, hesaplarında biriken paraları gönderecek bir tek yoksul ülke bulamıyorlar.
Afrika’nın su ve gıda sorunu çözülüyor…
Avrupa, nüfus erimesi sorunundan kurtuluyor…
Balkanlar, Ortadoğu ve Asya, sosyolojik fisyon (bölünme) reaksiyonunu füzyon (birleşme) reaksiyonuna dönüştürüyor…
Amerika -daha doğrusu ABD-, dünyanın eli sopalı efendisi değil, saygın ve yardımsever bir parçası olmayı seçiyor…
Tüm dünyada terör sona eriyor…
Göç ve uluslararası insan ticareti zaten tarih oluyor; çünkü hiç kimse ülkesinden, kentinden, köyünden kopup bir başka yere gitmeyi istemiyor…
Zorlasanız bir yere gitmiyor insanlar; o derece yani…
Hayal edin; Türkiye’nin ekonomisi de demokrasisi de böyle bir küresel refah çağında o kadar sorunsuz ki…
Böyleyken insanlar yaşamın tadına daha iyi varabilsinler ve farklı uğraşılara zaman ayırabilsinler diye; Bakanlar Kurulu ile işveren örgütlerinin ortak kararıyla hafta sonlarında hiç kimse çalıştırılmıyor. Hatta pazartesi öğleye kadar ve cuma öğleden sonra da çalışanlara mesai yaptırılmıyor. Maksat dinlenceyi uzatmak…
Dünyayı gezmeye; kulüplerde, sivil toplum örgütlerinde, sendikalarda etkinleşmeye, yeni düşünceler ve eserler üretmeye teşvik ediliyor insanlar…
Farklı deneyimler edinmeye, kendilerini geliştirmeye yönlendiriliyorlar…
Dünyanın sonu mu gelir öyle olsa?
Gelmez tabii; sonuçta bir hayal bu…
Ama duyabiliyorum itirazınızı. Diyorsunz ki ‘Eğer bütün insanlar üç gün çalışmayacaksa ekmeği kim pişirecek, marketleri kim açacak, elektrik arızalarını kim onaracak, pizza siparişimizi evimize kim getirecek?..’
Dert etmeyin, vardiya denen bir şey var.
O yöntemle aşarız bu sorunu, herkesi gerçekten dinlendirmek imkânsız değil yani…
Hayal edin; çalıştığımız günlerde mesai sabah 9 buçukta başlıyor. İnsanlar biraz daha geç kalkıp kahvaltılarını yapabiliyorlar, sabah haberlerinde pozitif gelişmelerden haberdar oluyorlar, dünyaya ve yaşama bağlılıkları -daha doğrusu dünyada ve yaşamda kaldıkları süreye ilişkin memnuniyetleri- artıyor.
Sabah insan biyokimyasına uygun saatte başlatılan mesai, öğleden sonra 3 buçuk gibi bitiyor; çünkü insanların pili altı saatliktir aslında. Sonrasında her dakika düşen bir performans, nükleer elementlerin yarılanma ömrü misali her saat yarılanan bir enerji söz konusudur.
Hem kurduğumuz bu hayal, şimdi içinde debelendiğimiz dünyanın değil, nüfusun ve kaynakların kontrol altına alındığı, küresel ekonomik refahın optimum düzeye taşındığı, uluslar ve medeniyetler arasında gerçek barışın sağlandığı bir dünyanın hayali…
Yaşam konforumuzu artıracak birkaç saatin lafı mı olur öyle bir dünyada?
Yine hissedebiliyorum aklınıza kurt düştüğünü, diyorsunuz ki ‘Ya erken kalkmak zorunda olanlar; hiç uyumayan nöbetçiler, kuryeler, şöförler, pilotlar?..’
Bir kere daha ‘Dert etmeyin, vardiya denen bir çalışma yöntemi var’ derim size.
‘Bu sorunu da o yöntemle aşarız, strese kapılmayın!’ derim.
Hepimiz -ama istisnasız hepimiz- hayal birliğiyle daha iyiyi arayalım yeter ki…
Her sorun için bir çözüm yolu elbette bulunur.
Hayal edin; Türkiye’nin 80 milyonluk nüfusu, kontrollü biçimde sürdürülüyor; ne artış ne de azalış riski var ve doğan her çocuğa ülke toprağının bir parçası ‘Al, bu senin doğum hakkın’ diye tapulanıyor. Yaşadıkça onun oluyor bu toprak ve üzerindekiler. Öldüğündeyse bir başkasına verilmek üzere alınıyor. Miras bırakmak yok. Mirasa gerek de yok; zaten her doğana, sırf doğduğu için veriliyor mülk…
Dikili ağacı, kendine ait toprağı olmayan insan kalmıyor ülkede…
Ülkenin toprağı mı biter sanki?
Toprak ağaları veya onların vârisleri mi itiraz eder bu fikre?
Zenginler, bunun adaletsizlik olduğunu mu söylerler yoksa?
Öyle demezler bence; bu bir hayal sonuçta…
Ama içinizdeki kurdun sizi içten içe kemirmeye başladığını hissedebiliyorum; diyorsunuz ki ‘Ya bana verilen toprak çorak, manzarasız ama falancaya verilen toprak deniz manzaralıysa?...’
Eh be kardeşim, buna da o zaman karar veririz!
Kronik kuşkularımız yüzünden hayallerimizi ertelemek değil mi zaten bizim en büyük sorunumuz?
Hayal edin; Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği ve IMF, başarısızlıklarla dolu sicillerinden dolayı kendi kendilerini gönüllüce lağvediyorlar. Ülkelerin, toplumların, kabilelerin, dünyanın dört bir yanındaki irili ufaklı fanatik grupların birbiriyle çatışmasını, savaşmasını önleyebilecek yetenekte adil, barışçıl, gerçekten tarafsız bambaşka organizasyonlar oluşturuluyor dünyamızda.
Dünya Barış Organizasyonu…
Uluslararası Ekonomik Varlığın Hakça Bölüşümü Teşkilatı…
Bunların hepsi ırklar üstü…
Dinler üstü…
Daha doğrusu bütün etnik kökenlere ve bütün inançlara kusursuz saygılı, hakikaten saygılı, hakikaten adil…
Sanki uzaylılar dünyayı işgal etmiş ve biz, bütün insanlar, ortak bir kurtuluş ülküsü etrafında koşulsuzca kenetlenmişiz gibi, filmlerde idealize edildiği gibi bir dünya işte…
Ne olur öyle olursa, silah tüccarları bozguna mı uğrar? Uğrarsa uğrasın!
Bankalar mı batar? Batarsa batsın!
Büyük tröstler mi çöker? Çökerse çöksün!
İnsan yücelsin, bütün insanlar mutlu olsun; hayvanlar, ağaçlar, çevre, okyanuslar ve kutuplar tahribattan kurtulsun; bizi bu mutlu eder!
***
Hayal edin:
Hayat ne güzel aslında, ne kadar eşsiz!..
Gözümüzde büyüyen sorunlar ise ne kadar basit…
Ve daha güzel bir dünya oluşturmak aslında ne kadar da kolay. Doyumsuzluğumuz, kronik kuşkularımız, önyargılarımız ve şiddet eğilimimiz olmasa…
Dışarıdaki her şey harikulade gerçek iken bu kısa ömürlü hayalin size hiçbir zararı dokunmayacaktır…
***
Hayal edin; var olan bütün ülkelerin ekonomileri o kadar iyi ki uluslararası yardım fonları, hesaplarında biriken paraları gönderecek bir tek yoksul ülke bulamıyorlar.
Afrika’nın su ve gıda sorunu çözülüyor…
Avrupa, nüfus erimesi sorunundan kurtuluyor…
Balkanlar, Ortadoğu ve Asya, sosyolojik fisyon (bölünme) reaksiyonunu füzyon (birleşme) reaksiyonuna dönüştürüyor…
Amerika -daha doğrusu ABD-, dünyanın eli sopalı efendisi değil, saygın ve yardımsever bir parçası olmayı seçiyor…
Tüm dünyada terör sona eriyor…
Göç ve uluslararası insan ticareti zaten tarih oluyor; çünkü hiç kimse ülkesinden, kentinden, köyünden kopup bir başka yere gitmeyi istemiyor…
Zorlasanız bir yere gitmiyor insanlar; o derece yani…
Hayal edin; Türkiye’nin ekonomisi de demokrasisi de böyle bir küresel refah çağında o kadar sorunsuz ki…
Böyleyken insanlar yaşamın tadına daha iyi varabilsinler ve farklı uğraşılara zaman ayırabilsinler diye; Bakanlar Kurulu ile işveren örgütlerinin ortak kararıyla hafta sonlarında hiç kimse çalıştırılmıyor. Hatta pazartesi öğleye kadar ve cuma öğleden sonra da çalışanlara mesai yaptırılmıyor. Maksat dinlenceyi uzatmak…
Dünyayı gezmeye; kulüplerde, sivil toplum örgütlerinde, sendikalarda etkinleşmeye, yeni düşünceler ve eserler üretmeye teşvik ediliyor insanlar…
Farklı deneyimler edinmeye, kendilerini geliştirmeye yönlendiriliyorlar…
Dünyanın sonu mu gelir öyle olsa?
Gelmez tabii; sonuçta bir hayal bu…
Ama duyabiliyorum itirazınızı. Diyorsunz ki ‘Eğer bütün insanlar üç gün çalışmayacaksa ekmeği kim pişirecek, marketleri kim açacak, elektrik arızalarını kim onaracak, pizza siparişimizi evimize kim getirecek?..’
Dert etmeyin, vardiya denen bir şey var.
O yöntemle aşarız bu sorunu, herkesi gerçekten dinlendirmek imkânsız değil yani…
Hayal edin; çalıştığımız günlerde mesai sabah 9 buçukta başlıyor. İnsanlar biraz daha geç kalkıp kahvaltılarını yapabiliyorlar, sabah haberlerinde pozitif gelişmelerden haberdar oluyorlar, dünyaya ve yaşama bağlılıkları -daha doğrusu dünyada ve yaşamda kaldıkları süreye ilişkin memnuniyetleri- artıyor.
Sabah insan biyokimyasına uygun saatte başlatılan mesai, öğleden sonra 3 buçuk gibi bitiyor; çünkü insanların pili altı saatliktir aslında. Sonrasında her dakika düşen bir performans, nükleer elementlerin yarılanma ömrü misali her saat yarılanan bir enerji söz konusudur.
Hem kurduğumuz bu hayal, şimdi içinde debelendiğimiz dünyanın değil, nüfusun ve kaynakların kontrol altına alındığı, küresel ekonomik refahın optimum düzeye taşındığı, uluslar ve medeniyetler arasında gerçek barışın sağlandığı bir dünyanın hayali…
Yaşam konforumuzu artıracak birkaç saatin lafı mı olur öyle bir dünyada?
Yine hissedebiliyorum aklınıza kurt düştüğünü, diyorsunuz ki ‘Ya erken kalkmak zorunda olanlar; hiç uyumayan nöbetçiler, kuryeler, şöförler, pilotlar?..’
Bir kere daha ‘Dert etmeyin, vardiya denen bir çalışma yöntemi var’ derim size.
‘Bu sorunu da o yöntemle aşarız, strese kapılmayın!’ derim.
Hepimiz -ama istisnasız hepimiz- hayal birliğiyle daha iyiyi arayalım yeter ki…
Her sorun için bir çözüm yolu elbette bulunur.
Hayal edin; Türkiye’nin 80 milyonluk nüfusu, kontrollü biçimde sürdürülüyor; ne artış ne de azalış riski var ve doğan her çocuğa ülke toprağının bir parçası ‘Al, bu senin doğum hakkın’ diye tapulanıyor. Yaşadıkça onun oluyor bu toprak ve üzerindekiler. Öldüğündeyse bir başkasına verilmek üzere alınıyor. Miras bırakmak yok. Mirasa gerek de yok; zaten her doğana, sırf doğduğu için veriliyor mülk…
Dikili ağacı, kendine ait toprağı olmayan insan kalmıyor ülkede…
Ülkenin toprağı mı biter sanki?
Toprak ağaları veya onların vârisleri mi itiraz eder bu fikre?
Zenginler, bunun adaletsizlik olduğunu mu söylerler yoksa?
Öyle demezler bence; bu bir hayal sonuçta…
Ama içinizdeki kurdun sizi içten içe kemirmeye başladığını hissedebiliyorum; diyorsunuz ki ‘Ya bana verilen toprak çorak, manzarasız ama falancaya verilen toprak deniz manzaralıysa?...’
Eh be kardeşim, buna da o zaman karar veririz!
Kronik kuşkularımız yüzünden hayallerimizi ertelemek değil mi zaten bizim en büyük sorunumuz?
Hayal edin; Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği ve IMF, başarısızlıklarla dolu sicillerinden dolayı kendi kendilerini gönüllüce lağvediyorlar. Ülkelerin, toplumların, kabilelerin, dünyanın dört bir yanındaki irili ufaklı fanatik grupların birbiriyle çatışmasını, savaşmasını önleyebilecek yetenekte adil, barışçıl, gerçekten tarafsız bambaşka organizasyonlar oluşturuluyor dünyamızda.
Dünya Barış Organizasyonu…
Uluslararası Ekonomik Varlığın Hakça Bölüşümü Teşkilatı…
Bunların hepsi ırklar üstü…
Dinler üstü…
Daha doğrusu bütün etnik kökenlere ve bütün inançlara kusursuz saygılı, hakikaten saygılı, hakikaten adil…
Sanki uzaylılar dünyayı işgal etmiş ve biz, bütün insanlar, ortak bir kurtuluş ülküsü etrafında koşulsuzca kenetlenmişiz gibi, filmlerde idealize edildiği gibi bir dünya işte…
Ne olur öyle olursa, silah tüccarları bozguna mı uğrar? Uğrarsa uğrasın!
Bankalar mı batar? Batarsa batsın!
Büyük tröstler mi çöker? Çökerse çöksün!
İnsan yücelsin, bütün insanlar mutlu olsun; hayvanlar, ağaçlar, çevre, okyanuslar ve kutuplar tahribattan kurtulsun; bizi bu mutlu eder!
***
Hayal edin:
Hayat ne güzel aslında, ne kadar eşsiz!..
Gözümüzde büyüyen sorunlar ise ne kadar basit…
Ve daha güzel bir dünya oluşturmak aslında ne kadar da kolay. Doyumsuzluğumuz, kronik kuşkularımız, önyargılarımız ve şiddet eğilimimiz olmasa…