-Sevgili Pisikız’ıma söz vermiştim, onun için yazıyorum…-
Alman yazar Goethe’nin -bazı kaynaklarda yanlışlıkla Aziz Nesin’e de mal edilen- ‘İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum’ sözü, bugün birçok hayvanseverin mottosu.
Ben, kediler başta olmak üzere bütün hayvanları çok seviyorum; ama Goethe’ye hiç katılmıyorum.
Hayvanları sevmek, ya insan sevgisinin en ileri aşamasıdır ya da insanları sevmeye başlayabileceğimiz ilk noktadır…
‘İnsanlardan kaçış yolu’ değildir!
***
İçinde debelendiğimiz seçim bâdiresinde ‘ince ruhlu insanları’ üzen ayrıntılardan biri hiç kuşkusuz propaganda sürecinde ‘hayvan haklarına ve bu hakların ihlali halinde uygulanacak cezai yaptırımlara’ neredeyse hiçbir adayın değinmemesi oluyor.
Recep Tayyip Erdoğan mitinglerinde değindi mi, bilmiyorum. Ben işitmedim…
Muharrem İnce, hangi konuşmasında bu konuyu ele aldı, onu da bilmiyorum.
Devlet Bahçeli?
Kemal Kılıçtaroğlu?
Selahattin Demirtaş?..
Doğrusu liderlere ve milletvekili adaylarına sorsanız, hayvanları mutlaka seviyorlardır ama seçmenlerin duymayı istediği şeylere veya kendilerinin seçmenlere öncelikle duyurmak istedikleri şeylere o kadar yoğunlaştılar ki kediler, köpekler, kuşlar, balıklar, böcekler ve diğer hayvanlar, haklarıyla ve uğradıkları haksızlıklarla birlikte arada kaynayıp gittiler.
Sanki her şey sadece insanlar için…
Sanki dünyayı var edenler sadece insanlarmış gibi…
Ne kadar hassas ruhluyum bilemem; ama ben, kesinlikle bu durumun farkında olan ve çok üzülenlerden biriyim.
Hâlâ üzgünüm.
Benden başka da hâlâ üzülen birileri vardır mutlaka.
***
Daha farklı olabilir miydi peki?
Nasıl?..
Elbette daha farklı olabilirdi.
Partilerin seçim manifestolarında ‘Hayvan Hakları’ alt başlığı açıkça yer alabilirdi mesela...
Muğlak, yumuşak, esnetilebilir yaptırımlarla değil hem de; katı, esnetilemez, cânilerin gözünü korkutacak cezalarla tamamlanabilirdi o metinler.
Sosyal medya, video paylaşım platformları, gazeteler, televizyon haberleri hayvanlara yönelik şiddetin insanı dehşete düşüren örnekleriyle dolup taşarken bu olmalıydı.
Ama o metinlerde doğal çevreyle ve insan dışındaki canlılarla ilgili siyasal tasarruflar neredeyse tamamen nükleer enerji propagandasına veya nükleer enerji karşıtlığına indirgenmişken hayvan haklarının iyileştirilmesine ilişkin bir beklenti belki azıcık safdillik idi; ama olabilirdi öyle bir şey…
Olmalıydı…
Ne yazık ki zaman tükeniyor ve bu hiç olmayacakmış gibi görünüyor…
Geçmiş olsun!
Bu hassasiyeti göstermeyen siyasilere oy veren elleriniz, dilerim şehirlerde, kasabalarda, köylerde sizden bakışlarıyla merhamet dilenen sokak hayvanlarının ya da yollarla delik deşik ettiğimiz yabanda yaşamaya çabalayan bütün hayvanların dertlerine derman olmak için şimdiden sonra kararlılıkla uzanır…
Bunu yapanlar elbette olacak.
Partilerin seçim manifestolarına göre mi yaşıyoruz sanki?
Umurumuzda mı onlar?..
Ve manifestoların görmezden geldiği bu yaşamsal sorunu çözmeyi kendi hayatlarının odağına yerleştirmiş iyi insanlar daima var olduğu için de ‘hayvanları sevmekle insanları sevmek aynı derecede değerli olacak’!
Seçimden önce de seçimden sonra da…
Alman yazar Goethe’nin -bazı kaynaklarda yanlışlıkla Aziz Nesin’e de mal edilen- ‘İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum’ sözü, bugün birçok hayvanseverin mottosu.
Ben, kediler başta olmak üzere bütün hayvanları çok seviyorum; ama Goethe’ye hiç katılmıyorum.
Hayvanları sevmek, ya insan sevgisinin en ileri aşamasıdır ya da insanları sevmeye başlayabileceğimiz ilk noktadır…
‘İnsanlardan kaçış yolu’ değildir!
***
İçinde debelendiğimiz seçim bâdiresinde ‘ince ruhlu insanları’ üzen ayrıntılardan biri hiç kuşkusuz propaganda sürecinde ‘hayvan haklarına ve bu hakların ihlali halinde uygulanacak cezai yaptırımlara’ neredeyse hiçbir adayın değinmemesi oluyor.
Recep Tayyip Erdoğan mitinglerinde değindi mi, bilmiyorum. Ben işitmedim…
Muharrem İnce, hangi konuşmasında bu konuyu ele aldı, onu da bilmiyorum.
Devlet Bahçeli?
Kemal Kılıçtaroğlu?
Selahattin Demirtaş?..
Doğrusu liderlere ve milletvekili adaylarına sorsanız, hayvanları mutlaka seviyorlardır ama seçmenlerin duymayı istediği şeylere veya kendilerinin seçmenlere öncelikle duyurmak istedikleri şeylere o kadar yoğunlaştılar ki kediler, köpekler, kuşlar, balıklar, böcekler ve diğer hayvanlar, haklarıyla ve uğradıkları haksızlıklarla birlikte arada kaynayıp gittiler.
Sanki her şey sadece insanlar için…
Sanki dünyayı var edenler sadece insanlarmış gibi…
Ne kadar hassas ruhluyum bilemem; ama ben, kesinlikle bu durumun farkında olan ve çok üzülenlerden biriyim.
Hâlâ üzgünüm.
Benden başka da hâlâ üzülen birileri vardır mutlaka.
***
Daha farklı olabilir miydi peki?
Nasıl?..
Elbette daha farklı olabilirdi.
Partilerin seçim manifestolarında ‘Hayvan Hakları’ alt başlığı açıkça yer alabilirdi mesela...
Muğlak, yumuşak, esnetilebilir yaptırımlarla değil hem de; katı, esnetilemez, cânilerin gözünü korkutacak cezalarla tamamlanabilirdi o metinler.
Sosyal medya, video paylaşım platformları, gazeteler, televizyon haberleri hayvanlara yönelik şiddetin insanı dehşete düşüren örnekleriyle dolup taşarken bu olmalıydı.
Ama o metinlerde doğal çevreyle ve insan dışındaki canlılarla ilgili siyasal tasarruflar neredeyse tamamen nükleer enerji propagandasına veya nükleer enerji karşıtlığına indirgenmişken hayvan haklarının iyileştirilmesine ilişkin bir beklenti belki azıcık safdillik idi; ama olabilirdi öyle bir şey…
Olmalıydı…
Ne yazık ki zaman tükeniyor ve bu hiç olmayacakmış gibi görünüyor…
Geçmiş olsun!
Bu hassasiyeti göstermeyen siyasilere oy veren elleriniz, dilerim şehirlerde, kasabalarda, köylerde sizden bakışlarıyla merhamet dilenen sokak hayvanlarının ya da yollarla delik deşik ettiğimiz yabanda yaşamaya çabalayan bütün hayvanların dertlerine derman olmak için şimdiden sonra kararlılıkla uzanır…
Bunu yapanlar elbette olacak.
Partilerin seçim manifestolarına göre mi yaşıyoruz sanki?
Umurumuzda mı onlar?..
Ve manifestoların görmezden geldiği bu yaşamsal sorunu çözmeyi kendi hayatlarının odağına yerleştirmiş iyi insanlar daima var olduğu için de ‘hayvanları sevmekle insanları sevmek aynı derecede değerli olacak’!
Seçimden önce de seçimden sonra da…