Soru size saçma gelebilir?
Aslında bana göre de çok saçma; en az, ufacık çocuklara yöneltilen o ‘Anneni mi, babanı mı daha çok seviyorsun?’ sorusu kadar saçma...
‘Suyu mu daha çok seversiniz, havayı mı?’ sorusu kadar saçma…
Böyle bir kıyaslama yapılamaz!
Ve yine en başta şunu da söylemem gerekir:
Annesiz-babasız, her ikisi de veya birisi olmadan büyümüş, çelik gibi sağlam karakterli, güçlü iradeli, mükemmel kişilikli insanlar vardır. Tıpkı annesiyle babasıyla büyüdüğü halde karakteri gelişmemiş, zayıf kalmış insanlar olduğu gibi…
Annesiz babasız büyüyüp de kırkını devirmiş annelere babalara onur, şeref, vicdan, akıl ve yürek dersleri vermiş insanlara yüzlerce, binlerce örnek verebilirsiniz; mesela benim yaşam öyküsünü birkaç gün önce, dişçideki sehpanın üzerine bırakılmış bir dergiden öğrendiğim Serap Yeter, öyle biri.
Beş yaşında ablasıyla birlikte kimsesiz kalmış, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun önce Erzurum, sonra Artvin yuvalarında devlete tarafından sahip çıkılmış sonrasında; kendi deyimiyle ‘içine kapanmaktansa içine dünyayı sığdırmayı seçmiş’, var gücüyle çalışmış, üniversiteyi kazanmış, Akdeniz Üniversitesi’nde okurken Avrupa Birliği Gençlik Programları sayesinde tüm Avrupa'yı gezmiş, bu arada hazırladığı projelere dezavantajlı ve imkanı kısıtlı gençleri dahil etmiş ve onları da kabuğunu kırıp dünyayla buluşan kimselere dönüştürmüş ve yaşam felsefesini ‘Toplumda yaraları sarmak için her şeyi devletten bekleyemezsin. Biz de artık sisteme dahiliz. Biz de kendimizin ya da başkalarının yaralarını sarabilmeliyiz’ diye özetlemiş biri Serap Yeter...
Açıkçası benim Youtuber Barış Özcan ile birlikte ‘iki yeni kahramanımdan biridir’ o…
Serap Yeter gibiler varsa ve çoksa…
O halde ‘kişiliği’ sadece anne-baba kaynağında aramak doğru değil.
Psikologlar da böyle bakıyor aslında; çevrenin ve eğitimin etkisini genetik faktörlerden ayrı alt başlıklar olarak ele alıyorlar.
Bu durumda annenin ve babanın, sadece kişilik üzerindeki değil, aslında hayata hazırlık sürecinin tamamıyla ve hayatın içindeki bütün durumlarla ilgili işlevlerine, önemlerine bakmak lazım.
Ve tabii anne-babanın, kusursuz iyi niyetine rağmen, çocuğuna iletişim, sorun çözme, demokrasi, özgür düşünce, yasalara saygı, adalet, etik ve vicdan boyutlarıyla bir bütün olarak hayatı tanıtıp tanıtamadığına da bakmak lazım…
Amerika’da yaşadığı için otuz yıldır görmediğim ama sosyal medya sayesinde harika yazılarını, paylaşımlarını takip edebildiğim çocukluk arkadaşım sevgili Arzu Türkay Tekinturhan, yaz biterken tam da bu konuyla ilgili bir metin paylaşmıştı. Metin, daha sonra farklı varyasyonlarıyla Facebook’ta ve Twitter’da defalarca çıktı karşıma.
Şunları söylüyordu Arzu:
‘Anne ve baba, rekabet etmez; birbirini tamamlar…
Teşekkürler Arzu Türkay Tekinturhan.
Paylaşımınla ne güzel özetlemişsin durumu.
Elbette esas sorun şu:
İnsanın sağlam veya sağlıklı kişiliği, anne-babalar başta olmak üzere çevresindeki kimselerin uyumuna ve işbirliğine bağlıdır ki uyum beklediğimiz o topluluğa ebeveynlerden hemen sonra öğretmenleri dahil edebiliriz…
Uyumsuz ve işbirliğini beceremeyen, ortak prensiplerde buluşamayan, ortak hedefe yönelmemiş yetişkinlerin ‘iki tarafa çekiştirerek büyüttükleri sünmüş, kararsız ve ilkesiz çocuklar’, ne yazık ki çocukken de büyüdüklerinde de genellikle sorunların odağında yer alıyorlar!
Ve sanılanın aksine öyleleri sadece gelir ya da kültür düzeyi düşük kesimlerden çıkmıyorlar. Aksine, gelir veya kültür düzeyi yükseldikçe ‘sürekli çekiştirildiği için sünmüş kararsız çocuk’ ile karşılaşma olasılığı hissedilir biçimde büyüyor.
Bir çeşit ters orantı yani…
Ve siz tam da bu aşamada kanıt bekliyorsunuz doğal olarak:
Bakınız: Televizyon kanallarındaki akşam haberleri
Bakınız: Hayatımız…
Aslında bana göre de çok saçma; en az, ufacık çocuklara yöneltilen o ‘Anneni mi, babanı mı daha çok seviyorsun?’ sorusu kadar saçma...
‘Suyu mu daha çok seversiniz, havayı mı?’ sorusu kadar saçma…
Böyle bir kıyaslama yapılamaz!
Ve yine en başta şunu da söylemem gerekir:
Annesiz-babasız, her ikisi de veya birisi olmadan büyümüş, çelik gibi sağlam karakterli, güçlü iradeli, mükemmel kişilikli insanlar vardır. Tıpkı annesiyle babasıyla büyüdüğü halde karakteri gelişmemiş, zayıf kalmış insanlar olduğu gibi…
Annesiz babasız büyüyüp de kırkını devirmiş annelere babalara onur, şeref, vicdan, akıl ve yürek dersleri vermiş insanlara yüzlerce, binlerce örnek verebilirsiniz; mesela benim yaşam öyküsünü birkaç gün önce, dişçideki sehpanın üzerine bırakılmış bir dergiden öğrendiğim Serap Yeter, öyle biri.
Beş yaşında ablasıyla birlikte kimsesiz kalmış, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun önce Erzurum, sonra Artvin yuvalarında devlete tarafından sahip çıkılmış sonrasında; kendi deyimiyle ‘içine kapanmaktansa içine dünyayı sığdırmayı seçmiş’, var gücüyle çalışmış, üniversiteyi kazanmış, Akdeniz Üniversitesi’nde okurken Avrupa Birliği Gençlik Programları sayesinde tüm Avrupa'yı gezmiş, bu arada hazırladığı projelere dezavantajlı ve imkanı kısıtlı gençleri dahil etmiş ve onları da kabuğunu kırıp dünyayla buluşan kimselere dönüştürmüş ve yaşam felsefesini ‘Toplumda yaraları sarmak için her şeyi devletten bekleyemezsin. Biz de artık sisteme dahiliz. Biz de kendimizin ya da başkalarının yaralarını sarabilmeliyiz’ diye özetlemiş biri Serap Yeter...
Açıkçası benim Youtuber Barış Özcan ile birlikte ‘iki yeni kahramanımdan biridir’ o…
Serap Yeter gibiler varsa ve çoksa…
O halde ‘kişiliği’ sadece anne-baba kaynağında aramak doğru değil.
Psikologlar da böyle bakıyor aslında; çevrenin ve eğitimin etkisini genetik faktörlerden ayrı alt başlıklar olarak ele alıyorlar.
Bu durumda annenin ve babanın, sadece kişilik üzerindeki değil, aslında hayata hazırlık sürecinin tamamıyla ve hayatın içindeki bütün durumlarla ilgili işlevlerine, önemlerine bakmak lazım.
Ve tabii anne-babanın, kusursuz iyi niyetine rağmen, çocuğuna iletişim, sorun çözme, demokrasi, özgür düşünce, yasalara saygı, adalet, etik ve vicdan boyutlarıyla bir bütün olarak hayatı tanıtıp tanıtamadığına da bakmak lazım…
Amerika’da yaşadığı için otuz yıldır görmediğim ama sosyal medya sayesinde harika yazılarını, paylaşımlarını takip edebildiğim çocukluk arkadaşım sevgili Arzu Türkay Tekinturhan, yaz biterken tam da bu konuyla ilgili bir metin paylaşmıştı. Metin, daha sonra farklı varyasyonlarıyla Facebook’ta ve Twitter’da defalarca çıktı karşıma.
Şunları söylüyordu Arzu:
‘Anne ve baba, rekabet etmez; birbirini tamamlar…
- Anne, gözlerini kapayıncaya dek sever çocuğunu. Baba, sevgisini bakışlarına aktarmakta anne kadar hünerli olmasa da nereye, ne zaman bakacağını iyi bilir…
- Anne, genellikle çocuğunu dünyaya tanıtır. Baba ise çoğunlukla dünyayı çocuğuna tanıtır…
- Annesi yanındaysa çocuk aç kalmaz. Buna karşılık baba da aynı çocuğa aç kalmadan yaşamayı öğretir…
- Anne, öncelikle çocuğuna kendine dönük bir şeyi, kişisel bakım yapmayı ve bakımlı görünmeyi öğretir. Baba ise önce dışa dönük bir şeyi, bir birey olarak başkalarına yönelik sorumluluklarını öğretir…
- Anne, çocuğunun düşmesini önlemeye çalışır. Baba ise ona düştüğünde kalkmasını öğretir…
- Anne, çocuğuna emeklemeyi geçip ayakları üzerinde yürümeyi öğretir. Baba, hayatın dolambaçlı yollarında nasıl yürüyeceğini öğretir çocuğuna…
- Çocuklar annelerinin sevgisini doğdukları andan itibaren bilirler. Babalarının sevgisini ise kendileri anne-baba olduklarında öğrenirler…’
Teşekkürler Arzu Türkay Tekinturhan.
Paylaşımınla ne güzel özetlemişsin durumu.
Elbette esas sorun şu:
İnsanın sağlam veya sağlıklı kişiliği, anne-babalar başta olmak üzere çevresindeki kimselerin uyumuna ve işbirliğine bağlıdır ki uyum beklediğimiz o topluluğa ebeveynlerden hemen sonra öğretmenleri dahil edebiliriz…
Uyumsuz ve işbirliğini beceremeyen, ortak prensiplerde buluşamayan, ortak hedefe yönelmemiş yetişkinlerin ‘iki tarafa çekiştirerek büyüttükleri sünmüş, kararsız ve ilkesiz çocuklar’, ne yazık ki çocukken de büyüdüklerinde de genellikle sorunların odağında yer alıyorlar!
Ve sanılanın aksine öyleleri sadece gelir ya da kültür düzeyi düşük kesimlerden çıkmıyorlar. Aksine, gelir veya kültür düzeyi yükseldikçe ‘sürekli çekiştirildiği için sünmüş kararsız çocuk’ ile karşılaşma olasılığı hissedilir biçimde büyüyor.
Bir çeşit ters orantı yani…
Ve siz tam da bu aşamada kanıt bekliyorsunuz doğal olarak:
Bakınız: Televizyon kanallarındaki akşam haberleri
Bakınız: Hayatımız…