1552’de Akdeniz’deki bir savaşta Kaptan-ı Dersa Sinan Paşa yönetimindeki Osmanlı Ordusuna esir düşen Pedro adındaki bir İspanyol, Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati hatıra kitabında Osmanlı’ya esir düşünce kürekçi olmamak için kendisini doktor olarak tanıttığını ifade eder. Pedro “Türkler Hristiyanlara benzemez, ölümü hiçbir zaman hekime yüklemez, hastanın vadesi doldu, göçtü derler, bu nedenle sen hiç korkma, hastalara şifa vaad et, diye daha önceleri aynı taktiği uygulayarak doktor numarası yapan asıl mesleği berber olan bir Portekizlinin kendisini yönlendirdiğini dile getirmiştir.” Pedro eline geçirmiş olduğu İspanyolca bir tıp kitabını alelacele ezberlediğini böylece bazı tutsakları iyileştirdiğini hatta ününü duyan Kaptanı Derya Sinan Paşa’yı ve onun önerisi ile Sadrazam Rüstem Paşa’nın eşi Mihrimah Sultan’ı bile tedavi ettiğini dile getirmektedir.
Burada dikkat çeken konu, Türklerin, hastanın ölümünde hastanın vadesinin dolduğunu söyleyerek hekimleri sorumlu tutmadıklarının dile getirmiş olmasıdır.
Günümüzde hastanın durumunu takdiri ilahi olarak görme anlayışı devam ediyor olsa bile bazı kişilerin hafif bir olumsuz durumda doktorlara şiddete varacak şekilde tepki göstermeleri insanımızın zihinsel değişim dönüşümünü sağlıklı bir şekilde yürütemediği gerçeğini de beraberinde getirmiştir.
Osmanlı’da 1827 yılına kadar hekim yetiştirmek için ayrı bir okul açılmamış, daha sonraları açılan tıp mekteplerinin kontenjan sayısı az olduğu için doktorluk mesleği her daim zirvede kalmıştır. Bu okulların sayısının ve kontenjanının çok eski zamanlardan beri sınırlı olması, orayı kazanan kişilerin kendilerini ayrıcalıklı hissetmelerine neden olmuş, onlar da biz ve diğerleri olarak bazı meslek gruplarını ve insanları tasnif etme alışkanlıklarını sürdürmelerini tetiklemiştir.
Böyle ortamda okulu bitirip mesleğe atanan doktorların bazıları hastaları ile duygusal bağ kurmada sorun yaşamıştır. Yapılan araştırmalarda doktorların, hastalarının her üç saniyede bir sözünü kestiği, hasta derdini anlatırken doktorun hastanın yüzüne bakmadığı, onların sorunlarını dinlemeden, gerekli tetkikleri yapmadan hastaya ilaç yazdıkları görülmektedir.
Türkiye’de bin kişiye ortalama 1,7 doktor düşerken Avrupa’da bin kişiye ortalama 3,4 doktor düşmektedir. Bazen geç vakitlerde hastanenin acil servislerindeki kargaşa ve kalabalığı görünce doktorların gelen hastalardan daha şiddetli hasta olmadıklarına şaşırıyor, doktorların insan üstü çabalarına hayran kalıyoruz.
Aile hekimliği işlevini tam olarak yerine getirmediğinden basit bir hastalık için hastaneleri işgal eden insanların sayısı artmakta dolayısıyla doktorların hastaları ile gereği gibi ilgilenmesi mümkün olmamaktadır.
Aşırı şehirleşmenin, kazanç ve eğitim uyuşmazlığının olduğu günümüzde kısmen parası olanlar doktoru aracı ederek tüm hastalıkların çaresini satın alabileceğini; buna mukabil bazı kesimler de doktora şiddet göstererek daha çabuk şifa bulacaklarını sanmaktadır.
Doktorların hasta yükünün azalması ve insani ilişkilerde biraz daha olumlu yaklaşımlar sergilemesi, taban kesimin de doktorlara yine eskisi gibi saygı göstermesi ile bu durum kendiliğinden aşılacaktır. Günümüzde sadece doktorlara değil, toplumun tüm kesiminde bazı meslek gruplarına saygısızlık gittikçe artmaktadır.
Bu gün halkın özel hastaneleri tercih etmesinin sebebi, halkın kendisini rahatça ifade edebileceği, saygı göreceği bir ortamı bulma umudu da önemli bir etkendir.
Hangi şartlarda olursa olsun insanların doktora şiddet uygulanması kabul edilebilir bir durum değildir.
Burada dikkat çeken konu, Türklerin, hastanın ölümünde hastanın vadesinin dolduğunu söyleyerek hekimleri sorumlu tutmadıklarının dile getirmiş olmasıdır.
Günümüzde hastanın durumunu takdiri ilahi olarak görme anlayışı devam ediyor olsa bile bazı kişilerin hafif bir olumsuz durumda doktorlara şiddete varacak şekilde tepki göstermeleri insanımızın zihinsel değişim dönüşümünü sağlıklı bir şekilde yürütemediği gerçeğini de beraberinde getirmiştir.
Osmanlı’da 1827 yılına kadar hekim yetiştirmek için ayrı bir okul açılmamış, daha sonraları açılan tıp mekteplerinin kontenjan sayısı az olduğu için doktorluk mesleği her daim zirvede kalmıştır. Bu okulların sayısının ve kontenjanının çok eski zamanlardan beri sınırlı olması, orayı kazanan kişilerin kendilerini ayrıcalıklı hissetmelerine neden olmuş, onlar da biz ve diğerleri olarak bazı meslek gruplarını ve insanları tasnif etme alışkanlıklarını sürdürmelerini tetiklemiştir.
Böyle ortamda okulu bitirip mesleğe atanan doktorların bazıları hastaları ile duygusal bağ kurmada sorun yaşamıştır. Yapılan araştırmalarda doktorların, hastalarının her üç saniyede bir sözünü kestiği, hasta derdini anlatırken doktorun hastanın yüzüne bakmadığı, onların sorunlarını dinlemeden, gerekli tetkikleri yapmadan hastaya ilaç yazdıkları görülmektedir.
Türkiye’de bin kişiye ortalama 1,7 doktor düşerken Avrupa’da bin kişiye ortalama 3,4 doktor düşmektedir. Bazen geç vakitlerde hastanenin acil servislerindeki kargaşa ve kalabalığı görünce doktorların gelen hastalardan daha şiddetli hasta olmadıklarına şaşırıyor, doktorların insan üstü çabalarına hayran kalıyoruz.
Aile hekimliği işlevini tam olarak yerine getirmediğinden basit bir hastalık için hastaneleri işgal eden insanların sayısı artmakta dolayısıyla doktorların hastaları ile gereği gibi ilgilenmesi mümkün olmamaktadır.
Aşırı şehirleşmenin, kazanç ve eğitim uyuşmazlığının olduğu günümüzde kısmen parası olanlar doktoru aracı ederek tüm hastalıkların çaresini satın alabileceğini; buna mukabil bazı kesimler de doktora şiddet göstererek daha çabuk şifa bulacaklarını sanmaktadır.
Doktorların hasta yükünün azalması ve insani ilişkilerde biraz daha olumlu yaklaşımlar sergilemesi, taban kesimin de doktorlara yine eskisi gibi saygı göstermesi ile bu durum kendiliğinden aşılacaktır. Günümüzde sadece doktorlara değil, toplumun tüm kesiminde bazı meslek gruplarına saygısızlık gittikçe artmaktadır.
Bu gün halkın özel hastaneleri tercih etmesinin sebebi, halkın kendisini rahatça ifade edebileceği, saygı göreceği bir ortamı bulma umudu da önemli bir etkendir.
Hangi şartlarda olursa olsun insanların doktora şiddet uygulanması kabul edilebilir bir durum değildir.