Üniversite öncesi okullar, pazartesi günü 2018-2019 eğitim-öğretim yılı için kapılarını açacak ama ilk ve orta öğrenimin başlangıç sınıfları, pazartesiyi de beklemeden, bu hafta ‘okula uyum eğitimi’ için öğretmenleriyle buluşuyor.
Seçim, tatil, yaz sıcakları, altın-döviz-faiz, bayram-seyran derken geride kalan birkaç ayda ‘eğitim’ konusundaki heyecanımızı (?) azıcık yitirmiş gibiyiz.
Sayın Prof.Dr. Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olarak kabinede yer bulmasının doğurduğu ilk heyecan da şimdi yerini ‘Neler oluyor, neler olacak?’ sorularına bırakmış görünüyor.
Çocuklarımızla birlikte biz yetişkinler de azıcık ‘okula uyum’ çalışması yapsak hiç fena olmayacak.
***
Cambridge Üniversitesi Yayınları ve The Guardian yazarı Profesör Penny Ur diyor ki:
’20 yıl çalışan öğretmenler ikiye ayrılır: 20 yıllık tecrübesi olanlar ve aynı tecrübeyi 20 kez tekrarlamış olanlar…’
Bütün okulların öğretmen odalarına asılması gereken bir söz bu…
Ur, kuşkusuz öğretmenlerin edindikleri deneyimi sadece meslekte geçen yılla ölçmenin çok doğru bir yaklaşım olmadığına; gerçek deneyimin birbirinden farklı bilgileri, bir zincirin halkaları gibi, birbirlerine eklemekle ve ‘farklı şeylerden bir bütün oluşturabilmekle’ ilgili olduğuna vurgu yapıyor.
Yeni eğitim-öğretim yılında öğretmenlerimizin öncelikle bu felsefeyi benimsemelerini ve öğrencilerinin karşısına geçen yılkinden hiç olmazsa bir milimikron daha farklı, bir sayfacık daha donanımlı, azıcık daha parlak yeni bir meşaleyle çıkmalarını diliyoruz.
Zaten öyle olanlar var; hem de çok; öyle ‘güçlü rol-modelleri’ tenzih ediyoruz ve ellerinden öpüyoruz…
Sadece bir eğitim-öğretim yılı içinde bile öğrencileri hayal edilemeyecek kadar değiştirmenin, geliştirmenin, iyileştirmenin yolu öyle öğretmenlerimizin yüreklerinden geçiyor:
20 yıl alegorisi bu bakımdan çok önemli…
Öğretmenlerin uzak ya da yakın geçmişte başardıklarına sığınmadan, yeni bir keşif yolculuğunu düşlemeleri, o keşfe kapı aralayacak yeni bilgiler edinmeleri; sonra da o bilgiyi değil de bütün doğru bilgilere erişmenin yollarını yıl boyunca öğrencilerle paylaşması…
Penny Ur’a göre ‘öğretmen yüreğinin izleyeceği yol’ bu işte…
Ne çok kolay bir şeydir bu, ne de imkânsız bir şeydir.
Ama öğretmenler için her yıl bir önceki yılı tekrarlamamanın yolu yordamıdır bu zorlu yolculuk…
***
Yeni eğitim-öğretim yılında elbette fırsatlara karşın tehditler de bekliyor olacak öğretmenlerimizi.
En büyük tehdit, akademik yetersizliklerle, sınav sonuç bilançolarıyla falan ilgili değil!
En büyük tehdit, hiç kuşkusuz ‘gençlerimizi etkisi altına alan yozlaşma, duygusuzlaşma ve önüne geçilemeyen, aksine sürekli artan şiddet eğilimi’…
Duyguları gelişmemiş, konforu arttığı halde yozlaşan, duygusuzlaşan, vandallaşan kuşakları ‘bir çırpıda iyi insana dönüştürmek’ mümkün mü?
‘Gerçek iyiliğin sınav sonuç belgesindeki maksimum puandan daha yüksekte bir şey olduğunu’ öğretemediğimiz kuşaklar, hastahanede doktora, sokakta kamu düzenini sağlayana, okulda öğretmene saldırıyor…
Şaşırıyor muyuz peki?..
İşte tam da bu bağlamda, tam da okullar açılmak üzereyken; Bakan’dan öğretmene, sendikacıdan veliye, yayımcıdan kırtasiyeciye, eğitimle ilgili herkes tam da ‘Nereden başlamak iyi olur?’ sorgulamasını yaparken önümüze bir müfettiş raporu düşüyor…
Ama ne rapor!..
Bir yandan belki mâlumu beyan eden, yine de tüylerimizi diken diken eden, bir yandan X-Y-Z diye tanımladığımız kuşakları bambaşka bir açıdan çözümleyen ama bir yandan da ‘sözü sadede getiren’ ve işe koyulmamız gereken esas girişi bütün açıklığıyla bir kez daha gösteren bu raporu Maarif Müfettişi Doğan Ceylan yazmış.
Raporun yazılmasına neden olan o çok trajik olayı belki anımsarsınız.
İzmir’in Ödemiş ilçesindeki Kaymakçı Çok Programlı Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen, 2017 yılı aralık ayında iki öğrencisi tarafından öldürülmüştü. Okul iki gün kapatılmış ve inceleme için Maarif Müfettişi Doğan Ceylan görevlendirilmişti.
Ceylan, soruşturmayı tamamladıktan sonra öyle bir rapor yazdı ki ortaya çıkan metne ‘manifesto’ desek yanlış olmaz. Sosyal medyadan alıntıladığım -maalesef kısaltarak paylaşacağım- metinde Türk gençliğinin bugün içinde bulunduğu durum, nedenleriyle birlikte tasvir ediliyor. Şurası çok önemli: En derinde yatan, beyni kemiren ölümcül tümöre, ‘duygusuz nesil tehlikesine’ dikkat çekiliyor.
Tüm anne-babaların, okulları yönetenlerin, öğretmenlerin, Milli Eğitim’in dümenindeki bütün karar vericilerin, bürokratların, hatta kantincilerin ve servis şoförlerinin, özetle ‘yolu eğitimden geçen herkesin’ tam da yeni eğitim-öğretim yılı başlarken bu metni mutlaka okuması ve kendilerine hisseler çıkarması gerekiyor.
İşte o rapor:
“(…) Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor. Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanıbaşımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor. Acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor. Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar. Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller.
Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar.
Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar…
İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı. Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar…
Geçmiş, onları pek ilgilendirmiyor; atalarımıza karşı vefasızlar. Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar. Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.
Milletimizin geleceği açısından endişelenmemek mümkün değil!
20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?
(…)
(Devamı yarın)
Seçim, tatil, yaz sıcakları, altın-döviz-faiz, bayram-seyran derken geride kalan birkaç ayda ‘eğitim’ konusundaki heyecanımızı (?) azıcık yitirmiş gibiyiz.
Sayın Prof.Dr. Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olarak kabinede yer bulmasının doğurduğu ilk heyecan da şimdi yerini ‘Neler oluyor, neler olacak?’ sorularına bırakmış görünüyor.
Çocuklarımızla birlikte biz yetişkinler de azıcık ‘okula uyum’ çalışması yapsak hiç fena olmayacak.
***
Cambridge Üniversitesi Yayınları ve The Guardian yazarı Profesör Penny Ur diyor ki:
’20 yıl çalışan öğretmenler ikiye ayrılır: 20 yıllık tecrübesi olanlar ve aynı tecrübeyi 20 kez tekrarlamış olanlar…’
Bütün okulların öğretmen odalarına asılması gereken bir söz bu…
Ur, kuşkusuz öğretmenlerin edindikleri deneyimi sadece meslekte geçen yılla ölçmenin çok doğru bir yaklaşım olmadığına; gerçek deneyimin birbirinden farklı bilgileri, bir zincirin halkaları gibi, birbirlerine eklemekle ve ‘farklı şeylerden bir bütün oluşturabilmekle’ ilgili olduğuna vurgu yapıyor.
Yeni eğitim-öğretim yılında öğretmenlerimizin öncelikle bu felsefeyi benimsemelerini ve öğrencilerinin karşısına geçen yılkinden hiç olmazsa bir milimikron daha farklı, bir sayfacık daha donanımlı, azıcık daha parlak yeni bir meşaleyle çıkmalarını diliyoruz.
Zaten öyle olanlar var; hem de çok; öyle ‘güçlü rol-modelleri’ tenzih ediyoruz ve ellerinden öpüyoruz…
Sadece bir eğitim-öğretim yılı içinde bile öğrencileri hayal edilemeyecek kadar değiştirmenin, geliştirmenin, iyileştirmenin yolu öyle öğretmenlerimizin yüreklerinden geçiyor:
20 yıl alegorisi bu bakımdan çok önemli…
Öğretmenlerin uzak ya da yakın geçmişte başardıklarına sığınmadan, yeni bir keşif yolculuğunu düşlemeleri, o keşfe kapı aralayacak yeni bilgiler edinmeleri; sonra da o bilgiyi değil de bütün doğru bilgilere erişmenin yollarını yıl boyunca öğrencilerle paylaşması…
Penny Ur’a göre ‘öğretmen yüreğinin izleyeceği yol’ bu işte…
Ne çok kolay bir şeydir bu, ne de imkânsız bir şeydir.
Ama öğretmenler için her yıl bir önceki yılı tekrarlamamanın yolu yordamıdır bu zorlu yolculuk…
***
Yeni eğitim-öğretim yılında elbette fırsatlara karşın tehditler de bekliyor olacak öğretmenlerimizi.
En büyük tehdit, akademik yetersizliklerle, sınav sonuç bilançolarıyla falan ilgili değil!
En büyük tehdit, hiç kuşkusuz ‘gençlerimizi etkisi altına alan yozlaşma, duygusuzlaşma ve önüne geçilemeyen, aksine sürekli artan şiddet eğilimi’…
Duyguları gelişmemiş, konforu arttığı halde yozlaşan, duygusuzlaşan, vandallaşan kuşakları ‘bir çırpıda iyi insana dönüştürmek’ mümkün mü?
‘Gerçek iyiliğin sınav sonuç belgesindeki maksimum puandan daha yüksekte bir şey olduğunu’ öğretemediğimiz kuşaklar, hastahanede doktora, sokakta kamu düzenini sağlayana, okulda öğretmene saldırıyor…
Şaşırıyor muyuz peki?..
İşte tam da bu bağlamda, tam da okullar açılmak üzereyken; Bakan’dan öğretmene, sendikacıdan veliye, yayımcıdan kırtasiyeciye, eğitimle ilgili herkes tam da ‘Nereden başlamak iyi olur?’ sorgulamasını yaparken önümüze bir müfettiş raporu düşüyor…
Ama ne rapor!..
Bir yandan belki mâlumu beyan eden, yine de tüylerimizi diken diken eden, bir yandan X-Y-Z diye tanımladığımız kuşakları bambaşka bir açıdan çözümleyen ama bir yandan da ‘sözü sadede getiren’ ve işe koyulmamız gereken esas girişi bütün açıklığıyla bir kez daha gösteren bu raporu Maarif Müfettişi Doğan Ceylan yazmış.
Raporun yazılmasına neden olan o çok trajik olayı belki anımsarsınız.
İzmir’in Ödemiş ilçesindeki Kaymakçı Çok Programlı Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen, 2017 yılı aralık ayında iki öğrencisi tarafından öldürülmüştü. Okul iki gün kapatılmış ve inceleme için Maarif Müfettişi Doğan Ceylan görevlendirilmişti.
Ceylan, soruşturmayı tamamladıktan sonra öyle bir rapor yazdı ki ortaya çıkan metne ‘manifesto’ desek yanlış olmaz. Sosyal medyadan alıntıladığım -maalesef kısaltarak paylaşacağım- metinde Türk gençliğinin bugün içinde bulunduğu durum, nedenleriyle birlikte tasvir ediliyor. Şurası çok önemli: En derinde yatan, beyni kemiren ölümcül tümöre, ‘duygusuz nesil tehlikesine’ dikkat çekiliyor.
Tüm anne-babaların, okulları yönetenlerin, öğretmenlerin, Milli Eğitim’in dümenindeki bütün karar vericilerin, bürokratların, hatta kantincilerin ve servis şoförlerinin, özetle ‘yolu eğitimden geçen herkesin’ tam da yeni eğitim-öğretim yılı başlarken bu metni mutlaka okuması ve kendilerine hisseler çıkarması gerekiyor.
İşte o rapor:
“(…) Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor. Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanıbaşımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor. Acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor. Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar. Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller.
Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar.
Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar…
İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı. Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar…
Geçmiş, onları pek ilgilendirmiyor; atalarımıza karşı vefasızlar. Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar. Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.
Milletimizin geleceği açısından endişelenmemek mümkün değil!
20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?
(…)
(Devamı yarın)