Ne ‘öğretmenlik’ sadece bir meslektir ne de ‘öğrencilik’ üniversite bitince sona eren bir süreç…
Facebook’taki favorilerimden ‘Öğretmenler’ sayfasında bir öğretmen ‘Eğer öğretmenlik bir yaşam tarzı değil de sadece meslek olsaydı, ne olurdu?’ diye sordu meslektaşlarına.
Devamını geçtiğimiz birkaç hafta boyunca sayfanın sıkı takipçileri, biz getirdik. Şehirlerin, dağların, ırmakların, ormanların ardından tarifi güç bir bağla birbirini görebilen, duyabilen, hissedebilen, önemseyen öğretmenler olarak dedik ki:
Eğer öğretmenlik sadece bir meslek olsaydı…
O zaman…
(…)
Ben bu ifadelerden, öğretmenlik dışındaki meslekleri küçümseyen bir yorum, bir yaklaşım çıkarmıyorum; aksine öğretmenliğin ‘diğer bütün mesleklere illaki değen’ bir öz-cevher olduğu; bütün insanları ve bütün meslekleri ‘mayaladığı’ sonucunu çıkarıyorum.
Evet, öğretmenlik diğer mesleklerin hepsine illaki değiyor, dokunuyor; çünkü mühendisler, doktorlar, mimarlar, generaller, yazarlar, akademisyenler de bakkallar, manavlar, kunduracılar, tatlıcılar, fırıncılar, simitçiler de henüz yolun başında bir öğretmenin elinden tutuyor ve ondan etkileniyor…
Olumlu ya da olumsuz yönde, ilk öğretmeninden veya sonraki öğretmenlerinden birinden, birkaçından öyle etkileniyor ki insan, sonraki hayatında derin çöküntüler ya da yükseltiler oluşuyor bu karşılaşmadan ötürü…
Bilirsiniz, şöyle bir söz vardır: ‘Bir insanın hayatındaki en büyük mucize, küçükken iyi bir öğretmenle karşılaşmaktır’…
Ben, üniversite çağında da aynı şeyin geçerli olduğunu düşünüyorum.
Kendi hayatımdan çıkarıyorum bunu; ilkokul öğretmenim Nadiye Polat’ın bana dokunuşu gibi üniversitede hocam Nazan Bekiroğlu’yla tanışmam da hayatımı değiştiren mucizelerden biriydi. Keza; yurt dışında ve yurt içinde farklı üniversitelerde ders verdim ve üniversiteli gençlerin de benzer bir ilgi ve idol arayışı içinde olduklarını hep gözlemledim.
İnanın ki öyle mucizeler bütün okullar, yüksek lisanslar, doktoralar bittikten sonra bile sizi, bizi bulup değiştirebilir.
Öğrenciliğin hayat boyu sürdüğüne ve iyi öğretmenlere 50 yaşındayken bile, meslek ve hayat deneyimimizin doruklarında gezinirken bile çok ama çok ihtiyaç duyduğumuza inanın yeter ki!
***
Dün, üniversite öncesi kuşaklar için yeni eğitim-öğretim yılı başladı.
Öğretmenliği sadece ‘para kazandıran bir meslek’ olarak görmeyen, onu ‘çekirdeğinde özveri ve sevgi barındıran bir yaşam tarzı’ olarak benimseyen tüm öğretmenlere ve akademisyenlere selam olsun!
Öyle öğretmenler sayesinde her sıkıntıyı da aşarız, her sorunun üstesinden gelebilecek çocuklar da yetiştiririz.
Hem şimdi eğitim örgütlenmesinin başında ilham verici bir lider var. Milli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk, eğitim dünyasındaki sorunları ve çözümleri, engelleri ve fırsatları çok çok iyi biliyor; harikulade etkileyici, yüreklendiren bir söylemi var. Korkusuzca konuşuyor, seferberlik ruhu ile gece gündüz çalışıyor, bütün vaktini ‘meslektaşlarım’ dediği öğretmenlerle geçiriyor.
Ve en önemlisi, hükumetten devasa kaynaklar ve yatırımlar değil, sadece zaman, kararlılık ve hoşgörü istiyor. Meslektaşlarından da bir zihniyet, bir paradigma değişimi, bir olumlu iklim değişikliği gerçekleştirmelerini bekliyor.
Ben, çok umutluyum.
Büyük sorunlara, uzadıkça uzayan o kâbus gibi ihtiyaç listelerine rağmen iyimserim. İyimserliğimi artırmak için de bütün iyi olasılıklara titizlikle eğilme temayülündeyim.
Söz konusu olan çocuklarımız çünkü.
Facebook’taki favorilerimden ‘Öğretmenler’ sayfasında bir öğretmen ‘Eğer öğretmenlik bir yaşam tarzı değil de sadece meslek olsaydı, ne olurdu?’ diye sordu meslektaşlarına.
Devamını geçtiğimiz birkaç hafta boyunca sayfanın sıkı takipçileri, biz getirdik. Şehirlerin, dağların, ırmakların, ormanların ardından tarifi güç bir bağla birbirini görebilen, duyabilen, hissedebilen, önemseyen öğretmenler olarak dedik ki:
Eğer öğretmenlik sadece bir meslek olsaydı…
O zaman…
- Biz sabah çalışmaya giderken ofise gidiyorum, daireye gidiyorum, şirkete gidiyorum, mesaiye gidiyorum gibi ifadeler kullanırdık; ‘Okula gidiyorum’ demezdik…
- O zaman bütün öğretmenler, ders biter bitmez arabalarına, servislerine, otobüslere, dolmuşlara yönelirdi. Okul kapısında çocuğunu unutan ya da ders bitimine yetişemeyen velileri saatlerce bekleyen öğretmenler olmazdı…
- O zaman öğretmenler sınıftan sınıfa koştururken veya akşam ailesine ayırması gereken zamanlarda, bir elinde salça kavanozu bir elinde telefon velileri aramaz, görüşmez, böyle bir özveride bulunmazlardı. Siz hiç markete gelemeyen müşteriyi arayıp da ‘Bu ay çocuk bezi almayı unutmuşsunuz, ne yapalım?’ diye soran bir çalışan gördünüz mü?
- Öğretmenlik bir yaşam tarzı olmasaydı o zaman öğretmenler çocuklar zarar görmesin diye on dakikalık tenefüslerinde nöbet tutmaz, tavşan kanı çaylarının keyfini çıkarmayı tercih ederlerdi. Siz hiç banka kuyruğunda insanlar kavga etmesinler, canları sıkılmasın diye öğle arası nöbet tutan veznedar gördünüz mü?
- O zaman çocukların tek tek psikolojik problemleri ve sağlıkları ile ilgilenmez, ‘Bana ne yahu, aileleri var!’ derlerdi. Siz hiç sattığı lahmacunu yiyenin hazımsızlık sorunu yaşayıp yaşamadığı ile ilgilenen bir lokantacı gördünüz mü?
- Gerçek şu ki öğretmen yetiştirdiği bireye, çocuğa gönülden bağlıdır. Bu mesleği seçtiyse öyle olmak zorundadır. Onun için de daima umutları vardır; kaygıları ve kavgaları vardır; yüreklerini tepeleme dolduran sevgileri, şefkatleri vardır öğretmenlerin. Siz hiç sattığı domatesi kucaklayan, dolmalık biberin saçını okşayan; acaba zeytinyağlı mı, kıymalı mı pişirecekler diye endişelenen manav gördünüz mü?
- Öğretmenlik, her çağda ve her ülkede sabır işidir. Öğretmen bekler, zaman tanır, çabalar, çabalar, çabalar… Siz hiç belki birileri geç kalmıştır diyerek uçağı zamanında kaldırmayan pilot gördünüz mü?..
(…)
Ben bu ifadelerden, öğretmenlik dışındaki meslekleri küçümseyen bir yorum, bir yaklaşım çıkarmıyorum; aksine öğretmenliğin ‘diğer bütün mesleklere illaki değen’ bir öz-cevher olduğu; bütün insanları ve bütün meslekleri ‘mayaladığı’ sonucunu çıkarıyorum.
Evet, öğretmenlik diğer mesleklerin hepsine illaki değiyor, dokunuyor; çünkü mühendisler, doktorlar, mimarlar, generaller, yazarlar, akademisyenler de bakkallar, manavlar, kunduracılar, tatlıcılar, fırıncılar, simitçiler de henüz yolun başında bir öğretmenin elinden tutuyor ve ondan etkileniyor…
Olumlu ya da olumsuz yönde, ilk öğretmeninden veya sonraki öğretmenlerinden birinden, birkaçından öyle etkileniyor ki insan, sonraki hayatında derin çöküntüler ya da yükseltiler oluşuyor bu karşılaşmadan ötürü…
Bilirsiniz, şöyle bir söz vardır: ‘Bir insanın hayatındaki en büyük mucize, küçükken iyi bir öğretmenle karşılaşmaktır’…
Ben, üniversite çağında da aynı şeyin geçerli olduğunu düşünüyorum.
Kendi hayatımdan çıkarıyorum bunu; ilkokul öğretmenim Nadiye Polat’ın bana dokunuşu gibi üniversitede hocam Nazan Bekiroğlu’yla tanışmam da hayatımı değiştiren mucizelerden biriydi. Keza; yurt dışında ve yurt içinde farklı üniversitelerde ders verdim ve üniversiteli gençlerin de benzer bir ilgi ve idol arayışı içinde olduklarını hep gözlemledim.
İnanın ki öyle mucizeler bütün okullar, yüksek lisanslar, doktoralar bittikten sonra bile sizi, bizi bulup değiştirebilir.
Öğrenciliğin hayat boyu sürdüğüne ve iyi öğretmenlere 50 yaşındayken bile, meslek ve hayat deneyimimizin doruklarında gezinirken bile çok ama çok ihtiyaç duyduğumuza inanın yeter ki!
***
Dün, üniversite öncesi kuşaklar için yeni eğitim-öğretim yılı başladı.
Öğretmenliği sadece ‘para kazandıran bir meslek’ olarak görmeyen, onu ‘çekirdeğinde özveri ve sevgi barındıran bir yaşam tarzı’ olarak benimseyen tüm öğretmenlere ve akademisyenlere selam olsun!
Öyle öğretmenler sayesinde her sıkıntıyı da aşarız, her sorunun üstesinden gelebilecek çocuklar da yetiştiririz.
Hem şimdi eğitim örgütlenmesinin başında ilham verici bir lider var. Milli Eğitim Bakanı Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk, eğitim dünyasındaki sorunları ve çözümleri, engelleri ve fırsatları çok çok iyi biliyor; harikulade etkileyici, yüreklendiren bir söylemi var. Korkusuzca konuşuyor, seferberlik ruhu ile gece gündüz çalışıyor, bütün vaktini ‘meslektaşlarım’ dediği öğretmenlerle geçiriyor.
Ve en önemlisi, hükumetten devasa kaynaklar ve yatırımlar değil, sadece zaman, kararlılık ve hoşgörü istiyor. Meslektaşlarından da bir zihniyet, bir paradigma değişimi, bir olumlu iklim değişikliği gerçekleştirmelerini bekliyor.
Ben, çok umutluyum.
Büyük sorunlara, uzadıkça uzayan o kâbus gibi ihtiyaç listelerine rağmen iyimserim. İyimserliğimi artırmak için de bütün iyi olasılıklara titizlikle eğilme temayülündeyim.
Söz konusu olan çocuklarımız çünkü.