Yoksullaşan ülkeler, savunma-silahlanma bütçelerini her türlü ekonomik koşulda muhafazakârca korumalarına karşın yaşadıkları ekonomik krizlerde ilk etapta eğitim harcamalarını kısma eğilimi gösteriyorlar. Bununla eş zamanlı olarak da eğitim harcamalarını kıstığı halde silahlanma bütçelerinden ödün vermeyen ülkelerdeki eğitim kalitesi, kültür ve yaşam konforu mütemadiyen düşüyor.
OECD verileri böyle söylüyor.
Bakınız: OECD (2015), Education at a Glance 2015: OECD Indicators, sf. 220
Birkaç gündür tam da bu konuya değinen bir makaleyi okuyorum; Burak Kaya’nın www.offcourse.com.tr’de yayımlanan söz konusu makalesinin başlangıcında belki de bütün dillerin tarihinden çok daha eski olan ‘Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkıyor?’ sorusu yer alıyor.
Politikadan ekonomiye, edebiyattan eğitime ne kadar farklı alanlarda ve ne kadar çok yerde karşılaşırız bununla, değil mi?
Oldukça ironik bir kısır döngüyü simgeler bu soru.
‘Eğitim(sizlik)-yoksullaşma’ ilişkisine dönelim ve şimdi o makalenin bize düşündürdüğü birkaç ayrıntıya göz atalım:
Sanırım hiç kimse şuna itiraz etmez; ’herhangi bir ülkenin genel bütçesinden eğitim harcamalarına ne kadar pay ayırdığını inceleyerek o ülkenin geleceği (hangi yönde, ne kadar ilerleyebileceği) hakkında fikir sahibi olabilirsiniz’.
Bunu birey veya aile açısından düşünürseniz, ailenin toplam gelirinden eğitime ayırdığı kısmına bakarak o ailedeki çocukların gelecekteki yaşam başarıları, kültürel düzeyleri, sosyal kimlikleri ve ‘normal koşullarda’ erişebilecekleri statüler hakkında da tahminler yürütebilirsiniz. İsterseniz bunu bir örnek üzerinde düşünelim:
Gelir olarak birbirine denk üç ailemiz olsun ve üç aile de aynı tutarda parayı çocuğu için harcamaya karar vermiş olsun.
1. İlk aile bütçenin %50’sini çocuğa bir araba almak için, %30’unu harçlık, giyim, kuşam ve %20’sini de eğitim harcamalarına;
2. İkinci aile çocuğa ayrılan toplam bütçenin %50’sini eğitime, %30’nu harçlık, giyim, kuşam ve %20’sini de tatil harcamalarına;
3. Üçünü aile ise çocuğun bütçesinin %75’ini eğitime ve kalan %25’ini de diğer tüm harcamalarına ayırmış olsun.
Üçüncü ailenin çocuğu biraz daha dar bir bütçeyle yaşamak zorunda kalsa da diğerlerine kıyasla geleceği en parlak olan çocuktur desek herhalde yanlış olmaz.
Ülkemiz açısından baktığımızda da çocuklarımızı nasıl bir gelecek beklediğini öngörebilmek için eğitim harcamalarına göz atmak en doğru seçim olacaktır. Burada genel eğilim, ülkenin eğitime ayırdığı tutarın GSYH’sine (ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasına) oranına bakmaktır. Türkiye ne yazık ki bu oranlar açısından rekabet ettiği ülkelere göre oldukça arka sıralarda yer alıyor. Ancak bu oranlar bile ülkemiz adına pozitif bir hata içeriyor.
Şöyle ki;
· Ülkemizdeki yoğun nüfus nedeniyle kişi başına yapılan eğitim harcaması tutarı diğer ülkelere göre çok daha kötü durumda;
· Gelir dağılımının bozuk olması, ülkedeki pek çok kişi için, kişi başına harcama ortalamasının çok daha altında bir eğitim harcaması anlamına geliyor;
· Eğitimin evrensel düzeyde olması, başka ülkelerdeki eğitim olanakları, yabancı kitaplar, öğretmenler gibi dış kaynakların kullanılabilmesine bağlı. Bu da eğitim bütçesinin yabancı para olarak hesaplanmasını gerektiriyor. Ülkenin parasının değer yitirmesi bu tür harcamaların giderek azalmasına neden oluyor.
Bugünkü Avrupa’yı düşünelim.
Düşündük mü? Güzel… Ve birçok açıdan oldukça cazip görünüyor değil mi?
Peki şimdi de bugünkü Avrupa’yı hazırlayan yakın dönem koşullarını anımsayalım.
Bu daha mı zor? Hafızamızı biraz zorlayalım öyleyse:
(Devamı yarın…)
OECD verileri böyle söylüyor.
Bakınız: OECD (2015), Education at a Glance 2015: OECD Indicators, sf. 220
Birkaç gündür tam da bu konuya değinen bir makaleyi okuyorum; Burak Kaya’nın www.offcourse.com.tr’de yayımlanan söz konusu makalesinin başlangıcında belki de bütün dillerin tarihinden çok daha eski olan ‘Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkıyor?’ sorusu yer alıyor.
Politikadan ekonomiye, edebiyattan eğitime ne kadar farklı alanlarda ve ne kadar çok yerde karşılaşırız bununla, değil mi?
Oldukça ironik bir kısır döngüyü simgeler bu soru.
‘Eğitim(sizlik)-yoksullaşma’ ilişkisine dönelim ve şimdi o makalenin bize düşündürdüğü birkaç ayrıntıya göz atalım:
Sanırım hiç kimse şuna itiraz etmez; ’herhangi bir ülkenin genel bütçesinden eğitim harcamalarına ne kadar pay ayırdığını inceleyerek o ülkenin geleceği (hangi yönde, ne kadar ilerleyebileceği) hakkında fikir sahibi olabilirsiniz’.
Bunu birey veya aile açısından düşünürseniz, ailenin toplam gelirinden eğitime ayırdığı kısmına bakarak o ailedeki çocukların gelecekteki yaşam başarıları, kültürel düzeyleri, sosyal kimlikleri ve ‘normal koşullarda’ erişebilecekleri statüler hakkında da tahminler yürütebilirsiniz. İsterseniz bunu bir örnek üzerinde düşünelim:
Gelir olarak birbirine denk üç ailemiz olsun ve üç aile de aynı tutarda parayı çocuğu için harcamaya karar vermiş olsun.
1. İlk aile bütçenin %50’sini çocuğa bir araba almak için, %30’unu harçlık, giyim, kuşam ve %20’sini de eğitim harcamalarına;
2. İkinci aile çocuğa ayrılan toplam bütçenin %50’sini eğitime, %30’nu harçlık, giyim, kuşam ve %20’sini de tatil harcamalarına;
3. Üçünü aile ise çocuğun bütçesinin %75’ini eğitime ve kalan %25’ini de diğer tüm harcamalarına ayırmış olsun.
Üçüncü ailenin çocuğu biraz daha dar bir bütçeyle yaşamak zorunda kalsa da diğerlerine kıyasla geleceği en parlak olan çocuktur desek herhalde yanlış olmaz.
Ülkemiz açısından baktığımızda da çocuklarımızı nasıl bir gelecek beklediğini öngörebilmek için eğitim harcamalarına göz atmak en doğru seçim olacaktır. Burada genel eğilim, ülkenin eğitime ayırdığı tutarın GSYH’sine (ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasına) oranına bakmaktır. Türkiye ne yazık ki bu oranlar açısından rekabet ettiği ülkelere göre oldukça arka sıralarda yer alıyor. Ancak bu oranlar bile ülkemiz adına pozitif bir hata içeriyor.
Şöyle ki;
· Ülkemizdeki yoğun nüfus nedeniyle kişi başına yapılan eğitim harcaması tutarı diğer ülkelere göre çok daha kötü durumda;
· Gelir dağılımının bozuk olması, ülkedeki pek çok kişi için, kişi başına harcama ortalamasının çok daha altında bir eğitim harcaması anlamına geliyor;
· Eğitimin evrensel düzeyde olması, başka ülkelerdeki eğitim olanakları, yabancı kitaplar, öğretmenler gibi dış kaynakların kullanılabilmesine bağlı. Bu da eğitim bütçesinin yabancı para olarak hesaplanmasını gerektiriyor. Ülkenin parasının değer yitirmesi bu tür harcamaların giderek azalmasına neden oluyor.
Bugünkü Avrupa’yı düşünelim.
Düşündük mü? Güzel… Ve birçok açıdan oldukça cazip görünüyor değil mi?
Peki şimdi de bugünkü Avrupa’yı hazırlayan yakın dönem koşullarını anımsayalım.
Bu daha mı zor? Hafızamızı biraz zorlayalım öyleyse:
(Devamı yarın…)