(Dünkü yazının devamı)
Başka kıtanın motorcuları, başka kıtanın raporu…
MAIDS Raporu, Hurt’ün tarihi 55 maddesine Avrupa’dan gelen yankı oldu ve adını aslında bir davadan alıyordu.
Rapor, içlerinde İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi hem dünya motorsiklet piyasasının iplerini elinde bulunduran hem de toplam 7 milyondan fazla motorsiklet kullanıcısının yaşadığı beş Avrupa ülkesinde; 1999'dan 2000'e kadar 900'den fazla kaza olayını OECD standartları ışığında tahlil eden bir araştırmanın finaliydi.
İstatistiki açıdan çok çarpıcı veri ve bulgular içeriyordu.
Söz gelimi; MAIDS Raporu’na göre ölümle sonuçlanan motorsiklet kazalarının sadece %69’unda OV (diğer araç) sürücüleri çarpışmadan kaçınma manevrasına teşebbüs ettiler. %31 (neredeyse üç sürücüden biri) direksiyona veya frene dokunamadan motorsiklete çarptı ve sürücünün veya artçının ölümüne neden oldu…
Çünkü motosikleti göremedi !..
Ya da öyle olduğunu öne sürdü.
MAIDS Raporu pek tabii motorsiklet ve aksesuar üreticilerini harekete geçirdi. Mesela bugün ‘çakar’ diye tabir ettiğimiz özel uyarıcı ön-arka lambaların ve kapanmayan gündüz farlarının motorsikletlerde kullanımı 2000’den 2016’ya %400 oranında arttı; keza sürücülerin geceleri retro-reflektif (kedi gözü diye tabir ettiğimiz ışık yansıtıcı) giysiler, güvenlik aksesuarları ve kasklar kullanma oranı da MAIDS Raporu’ndaki yüksek vurgunun ardından Avrupa’da %1000 (on kat) arttı.
MAIDS Raporu’nun bir ilginç özelliği de Auckland-Yeni Zelanda’da 1993-96 yılları arasında yapılan ama raporunun tam metnine yer verilmeyen bir başka araştırmaya değiniyor olmasıydı.
Bu referans, şu anlama da geliyordu:
1980’li yıllarla birlikte sadece Amerika ve Avrupa’da değil, okyanus ötesinde de trafikteki motorsiklet sayısı dikkat çekici oranda artmaya, bunun yanı sıra motorsikletler de kendi kategorisinde hız, güç ve tarz çeşitliliği açısından yine baş döndürücü biçimde evrim geçirmeye başlamıştı. Bu gelişmeler, motorsiklet kazalarındaki ölüm oranında da doğal olarak hızlı bir yükselişe neden oldu. Trafik otoriteleri, sivil toplum ve üniversiteler bir anda motorsikletlere dikkat kesildi.
Motorsikletleri mercek altına alan araştırmalar işte bu yüzden 1979-2004 arasında kelimenin tam anlamıyla ‘pik yaptı’…
Ve raporun içerdiği bir ilginç detay daha:
MAIDS, giyilen giysilerin kazalarda belirleyici -veya önleyici- bir rolü olup olmadığına yanıt ararken bu konunun ‘tamamen öznel’ olduğuna dair bir karar vermiş. Rapor, can kaybı yaşanan motorsiklet kazalarının %65'inde giysilerin ya da PTW'nin (güçlü iki tekerleklinin, yani büyük motosikletin) renginin-boyasının kazayı önleyici görünürlüğe düşünüldüğü kadar fazla katkı yapmadığı sonucuna varmış. Evet hiç kuşku yok ki bazı biniciler, motosikletin barındırdığı tehlikelerle mücadele gücünü -beyinlerinde- yükseltmek ve buna ters orantılı biçimde kendilerini tehdit edebilecek bütün riskleri azaltmak için birkaç adım atarlar.
Ulaşım tarihçisi Jeremy Packer, ulaşım esaslı bir referans değeri taşıyan kitabı Essays on Communications, Transportation, History (İletişim, Ulaşım, Tarih Üzerine Denemeler)’de motosiklet risklerine karşı sürücülerin sergiledikleri farklı yaklaşımları tanımlamak için ‘dört kategoriden’ söz eder:
Birinci ve dördüncü kategoriler, motosikletle mücadeleyi tersine çevirir ancak yazarın deyimiyle, ‘motosikletin kaderi cezbetmesi için kaderci bir düşünceyi paylaşır’.
İkinci ve üçüncü kategoriler, binicilik riskini sınırlamaya yönelik önlemlere verdikleri ağırlık derecesinde farklılık gösterir; ancak ‘binicilerin bir dereceye kadar kontrol sahibi olduğu ve kaderin kurbanı olmadığı görüşünü paylaşmaktadır’.
Bu da işin filozofisi.
Ama kabul ederim, herkes felsefeyi sevmez veya anlamaz!
Motorcular, kendi bedenlerini altlarında homurdayan muazzam makinanın kaportası sayarlar.
Bundan korkmazlar, gocunmazlar; aksine bu onlardaki özgüveni pekiştirir…
Sona gelirken…
BMW’nin psikologu ve araştırmacısı Bernt Spiegel (1926, Heidelberg-Almanya), buraya kadar özetlediğim araştırmalara göndermeler yaptığı 2010 basımı The Upper Half of the Motorcycle (Motorsikletin Üst Yarısı) adlı kitabında ‘motorsikletçilerin yüksek devirli muazzam motosikletleri bir tür Rus rulet gibi değerlendirdikleri ölçüde ölümcül tavrın ortaya çıktığını ve kazanın tetiklendiğini’ söylüyor. Spiegel, bir başka kaynaktaki, Hunter S. Thompson'ın Hell's Angels adlı kitabındaki pasajların da hayata meydan okumanın (?) ve ölümle sonuçlanan kazanın psikolojik boyutlarına dair önemli ipuçları içerdiğinin altını özellikle çiziyor. Spiegel'in, başka bir edebiyat yapıtının sayfaları arasında sonuçlanan fizyolojik ve psikolojik deneyleri, bize belki de en başta şunu gösterdi:
İyi bir binici, kullandığı makinanın basit mekanik kontrollerinin ilerisine geçerek motosikletinin ve yol yüzeyinin temas sınırındaki ‘arayüzü’ nasıl algılayabileceğini de keşfeder…
Motor, yerçekiminden azade süzülürken motorcuyu dünyaya sadece o kritik arayüz bağlar çünkü…
***
Bu uzun yazının özeti ve mesajı, biraz yukarıdaki cümledir ve biraz da şudur:
Motor ruhumuzdur ve fakat kaporta biziz!
Bizim başımıza gelen kazalarda canımız daha çok yanar. Kaza yapınca ölme, sakat kalma olasılığımız otomobil kullananlara oranla 35 kat daha yüksektir…
Ama bilimsel araştırmalara kulak verir, dünyanın dört bir yanından uzmanların birlikte yazdıkları ‘hayatta kalma kılavuzunu’ dikkate alırsak durum lehimize değişir…
Yani hem Hurt’ın, Olsen’in ve MAIRT’nin altını çizdiği tehlikelerle baş etmek hem de böylelikle dünyanın en tehlikeli hobilerinden birini çok güvenli biçimde sürdürmek ve hayata o tehlikeli çengelle asılmak mümkündür.
Başka kıtanın motorcuları, başka kıtanın raporu…
MAIDS Raporu, Hurt’ün tarihi 55 maddesine Avrupa’dan gelen yankı oldu ve adını aslında bir davadan alıyordu.
Rapor, içlerinde İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi hem dünya motorsiklet piyasasının iplerini elinde bulunduran hem de toplam 7 milyondan fazla motorsiklet kullanıcısının yaşadığı beş Avrupa ülkesinde; 1999'dan 2000'e kadar 900'den fazla kaza olayını OECD standartları ışığında tahlil eden bir araştırmanın finaliydi.
İstatistiki açıdan çok çarpıcı veri ve bulgular içeriyordu.
Söz gelimi; MAIDS Raporu’na göre ölümle sonuçlanan motorsiklet kazalarının sadece %69’unda OV (diğer araç) sürücüleri çarpışmadan kaçınma manevrasına teşebbüs ettiler. %31 (neredeyse üç sürücüden biri) direksiyona veya frene dokunamadan motorsiklete çarptı ve sürücünün veya artçının ölümüne neden oldu…
Çünkü motosikleti göremedi !..
Ya da öyle olduğunu öne sürdü.
MAIDS Raporu pek tabii motorsiklet ve aksesuar üreticilerini harekete geçirdi. Mesela bugün ‘çakar’ diye tabir ettiğimiz özel uyarıcı ön-arka lambaların ve kapanmayan gündüz farlarının motorsikletlerde kullanımı 2000’den 2016’ya %400 oranında arttı; keza sürücülerin geceleri retro-reflektif (kedi gözü diye tabir ettiğimiz ışık yansıtıcı) giysiler, güvenlik aksesuarları ve kasklar kullanma oranı da MAIDS Raporu’ndaki yüksek vurgunun ardından Avrupa’da %1000 (on kat) arttı.
MAIDS Raporu’nun bir ilginç özelliği de Auckland-Yeni Zelanda’da 1993-96 yılları arasında yapılan ama raporunun tam metnine yer verilmeyen bir başka araştırmaya değiniyor olmasıydı.
Bu referans, şu anlama da geliyordu:
1980’li yıllarla birlikte sadece Amerika ve Avrupa’da değil, okyanus ötesinde de trafikteki motorsiklet sayısı dikkat çekici oranda artmaya, bunun yanı sıra motorsikletler de kendi kategorisinde hız, güç ve tarz çeşitliliği açısından yine baş döndürücü biçimde evrim geçirmeye başlamıştı. Bu gelişmeler, motorsiklet kazalarındaki ölüm oranında da doğal olarak hızlı bir yükselişe neden oldu. Trafik otoriteleri, sivil toplum ve üniversiteler bir anda motorsikletlere dikkat kesildi.
Motorsikletleri mercek altına alan araştırmalar işte bu yüzden 1979-2004 arasında kelimenin tam anlamıyla ‘pik yaptı’…
Ve raporun içerdiği bir ilginç detay daha:
MAIDS, giyilen giysilerin kazalarda belirleyici -veya önleyici- bir rolü olup olmadığına yanıt ararken bu konunun ‘tamamen öznel’ olduğuna dair bir karar vermiş. Rapor, can kaybı yaşanan motorsiklet kazalarının %65'inde giysilerin ya da PTW'nin (güçlü iki tekerleklinin, yani büyük motosikletin) renginin-boyasının kazayı önleyici görünürlüğe düşünüldüğü kadar fazla katkı yapmadığı sonucuna varmış. Evet hiç kuşku yok ki bazı biniciler, motosikletin barındırdığı tehlikelerle mücadele gücünü -beyinlerinde- yükseltmek ve buna ters orantılı biçimde kendilerini tehdit edebilecek bütün riskleri azaltmak için birkaç adım atarlar.
Ulaşım tarihçisi Jeremy Packer, ulaşım esaslı bir referans değeri taşıyan kitabı Essays on Communications, Transportation, History (İletişim, Ulaşım, Tarih Üzerine Denemeler)’de motosiklet risklerine karşı sürücülerin sergiledikleri farklı yaklaşımları tanımlamak için ‘dört kategoriden’ söz eder:
Birinci ve dördüncü kategoriler, motosikletle mücadeleyi tersine çevirir ancak yazarın deyimiyle, ‘motosikletin kaderi cezbetmesi için kaderci bir düşünceyi paylaşır’.
İkinci ve üçüncü kategoriler, binicilik riskini sınırlamaya yönelik önlemlere verdikleri ağırlık derecesinde farklılık gösterir; ancak ‘binicilerin bir dereceye kadar kontrol sahibi olduğu ve kaderin kurbanı olmadığı görüşünü paylaşmaktadır’.
Bu da işin filozofisi.
Ama kabul ederim, herkes felsefeyi sevmez veya anlamaz!
Motorcular, kendi bedenlerini altlarında homurdayan muazzam makinanın kaportası sayarlar.
Bundan korkmazlar, gocunmazlar; aksine bu onlardaki özgüveni pekiştirir…
Sona gelirken…
BMW’nin psikologu ve araştırmacısı Bernt Spiegel (1926, Heidelberg-Almanya), buraya kadar özetlediğim araştırmalara göndermeler yaptığı 2010 basımı The Upper Half of the Motorcycle (Motorsikletin Üst Yarısı) adlı kitabında ‘motorsikletçilerin yüksek devirli muazzam motosikletleri bir tür Rus rulet gibi değerlendirdikleri ölçüde ölümcül tavrın ortaya çıktığını ve kazanın tetiklendiğini’ söylüyor. Spiegel, bir başka kaynaktaki, Hunter S. Thompson'ın Hell's Angels adlı kitabındaki pasajların da hayata meydan okumanın (?) ve ölümle sonuçlanan kazanın psikolojik boyutlarına dair önemli ipuçları içerdiğinin altını özellikle çiziyor. Spiegel'in, başka bir edebiyat yapıtının sayfaları arasında sonuçlanan fizyolojik ve psikolojik deneyleri, bize belki de en başta şunu gösterdi:
İyi bir binici, kullandığı makinanın basit mekanik kontrollerinin ilerisine geçerek motosikletinin ve yol yüzeyinin temas sınırındaki ‘arayüzü’ nasıl algılayabileceğini de keşfeder…
Motor, yerçekiminden azade süzülürken motorcuyu dünyaya sadece o kritik arayüz bağlar çünkü…
***
Bu uzun yazının özeti ve mesajı, biraz yukarıdaki cümledir ve biraz da şudur:
Motor ruhumuzdur ve fakat kaporta biziz!
Bizim başımıza gelen kazalarda canımız daha çok yanar. Kaza yapınca ölme, sakat kalma olasılığımız otomobil kullananlara oranla 35 kat daha yüksektir…
Ama bilimsel araştırmalara kulak verir, dünyanın dört bir yanından uzmanların birlikte yazdıkları ‘hayatta kalma kılavuzunu’ dikkate alırsak durum lehimize değişir…
Yani hem Hurt’ın, Olsen’in ve MAIRT’nin altını çizdiği tehlikelerle baş etmek hem de böylelikle dünyanın en tehlikeli hobilerinden birini çok güvenli biçimde sürdürmek ve hayata o tehlikeli çengelle asılmak mümkündür.