‘Eğer biri sizi karşısına alıp da eleştiri yapıyorsa ona saygı duyun ve onun değerini bilin. Ya arkanızdan konuşuyor olsaydı?..’ diyor ilham verici bilim insanı ve öğretmen İsmail Demirok.
Kısacık birlikteliğimize neler sığmış, ne çok şey öğrenmişim sevgili ağabeyimden.
Kulakları çınlasın…
***
İsmail Demirok’un ‘Ona saygı duyun’ diye tarif ettiği eleştirmen, sıradan hayatları en az Demirok Hoca’nın benim hayatımı değiştirdiği ölçüde değiştirebilir.
Ama kim?
Nasıl bir eleştirmen?
Ve nasıl bir eleştiriyle?
Hangi eleştirinin ‘gerçek eleştiri’ -ve yani eleştirileni olumlu yönde değiştirme gücüne sahip doğurgan eleştiri- olabileceğini bir düşünelim…
‘Gerçek (doğurgan) eleştiri’ şu özelliklere sahiptir:
Öte yandan eleştirinin eleştirilen kişi tarafından kabul görmesi, hiç kuşku yok ki ‘söylemle, üslupla’ da yakından ilgilidir:
Eleştiri her zaman, her koşulda ve her kültürde ‘memnuniyetle kabul edilecek eleştiri’dir.
***
Şimdi…
Birazcık da kendinizi koyun masanın üzerine:
Peki siz başkalarını eleştirirken ne kadar objektif olabiliyorsunuz?
Peki siz başkalarını eleştirirken ne kadar adil olabiliyorsunuz?
Peki siz başkalarını eleştirirken ne kadar nazik olabiliyorsunuz?
Peki siz başkalarını eleştirirken onları yıkmamayı, rencide etmemeyi ne kadar başarabildiniz?
… (?) …
Sıraladığım tüm bu soru(n)ların karşısında kaşlarınızı çatıp, kötü deneyimlerinizi anımsayıp ‘Etme bulma dünyası, oh olsun; ben de iyi yapmışım!’ diyorsanız o zaman işimiz iş !..
Çünkü o zaman bu kara gelenek (!) sizden, bizden, çocuklarımızdan sonra da aynen sürer gider.
Ama değiştirmek gerekir bunu… İşe yarar bir çıkış var, muhakkak var…
Ve işte tam da bu ‘çıkış noktasında’ öğretmenlerimizin bir kez daha çok kritik bir toplumsal sorumluluk üstlendiklerini düşünebiliriz. Daha doğrusu ‘üstlenmeleri gerekiyor’ diye düşünmeliyiz…
Medeniyetimizin ilerlemesi ve bu ‘sürekli inşâ ediş’ hâlinin ’insan merkezli’ olarak gerçekleşmesi, öğretmenlerin bütün dersleri Google’a dönüştürmesinden daha ziyade, her dersin gerçek bir eleştiri öğretisini filizlendirmesine bağlı.
Fen dersinde fen bilimleri bağlamlı eleştirellik…
Matematik dersinde matematik bağlamlı…
Dil derslerinde aklın yettiği yere kadar filolojik eleştiriler…
Sporda, müzikte, görsel sanatlarda ve en az dersler kadar önem kazanan ‘sosyal sorumluluk çalışmalarında ve bilgi kuramı bağlamında’ da durum aynı…
Ama tüm derslerden, tüm disiplinlerden ‘hayata’ ve tabii ‘diğer disiplinlere’ uzayan bir eleştirellik, nesnellik öğretisi… Okullarımızda böyle bir eğitim hem çok gerekli hem de çok mümkün.
Ve eğer öğretmenlerimiz okullarda eleştirel düşünceyi, eleştirme adabını, iyi ve doğru eleştiriyi öğretmezlerse bunu ileri yaşlarda hiç kimse öğretemiyor bize.
Bakınız: Dünya ve memleket genelindeki manzara-yı umumiye…
(Pusula arşivinden bugüne uyarlama)
***
Güne özel bir şükran notu:
Dünyaya unutulmaz askerlik, politika, diplomasi ve barış dersleri vermiş Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sonsuzluğa göçüşünün 80’inci yıl dönümüydü birkaç gün önce…
10 Kasım 1938’den bugüne, geride kalan 29 bin 200 günün her birinde katlanarak büyümüş bir özlemdi yüreğimizde hissettiğimiz duygu.
Ve o duygu asla değişmeyecek.
Ata’mızı şükranla, minnetle, rahmetle yâd ediyoruz. Dünyanın sükûn ve barıştan uzaklaştığı, empeyalizmin yeni ve daha acımasız maskelerle karşımıza çıktığı her yeni günde, biz O’nu daha iyi anlıyoruz…
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun…
Kısacık birlikteliğimize neler sığmış, ne çok şey öğrenmişim sevgili ağabeyimden.
Kulakları çınlasın…
***
İsmail Demirok’un ‘Ona saygı duyun’ diye tarif ettiği eleştirmen, sıradan hayatları en az Demirok Hoca’nın benim hayatımı değiştirdiği ölçüde değiştirebilir.
Ama kim?
Nasıl bir eleştirmen?
Ve nasıl bir eleştiriyle?
Hangi eleştirinin ‘gerçek eleştiri’ -ve yani eleştirileni olumlu yönde değiştirme gücüne sahip doğurgan eleştiri- olabileceğini bir düşünelim…
‘Gerçek (doğurgan) eleştiri’ şu özelliklere sahiptir:
- İletisi açık ve anlaşılırdır. Nettir. Neyin, ne kadarını, niye yerdiğini ya da hangi sebeple övdüğünü kolayca anlarsınız.
- Her eleştiri kuşkusuz ki bir tür yargılamadır; ama gerçek eleştiride eleştiren mutlaka adildir. Eleştirenin adilliği kuşkusuz muğlak bir konudur. Her eleştirici adil olduğu fikrindedir; ama olumlu ya da olumsuz olması hiç fark etmez, gerçek ve adil bir eleştiri, mutlaka objektif verilere dayanır; kulaktan dolma şeylere, dedikodulara ya da çıkar hesaplarına değil…
- Gerçek eleştiride eleştiren, eleştirdiği kişiye muhakkak savunma hakkı tanır; sorar, sorgular ve dinler gerçekten.
- Eleştirinin iyisi, olumlu yönde ilerlemeyi -eleştirilen kişiyi geliştirmeyi- esas alır; yapıcılığı beceremiyorsa, hiç olmazsa yıkıcı olmaktan kaçınır…
Öte yandan eleştirinin eleştirilen kişi tarafından kabul görmesi, hiç kuşku yok ki ‘söylemle, üslupla’ da yakından ilgilidir:
- Nazik,
- Eğitici olan ama bunu incitmeden, rencide etmeden başaran,
- Kalabalığın içinde değil, özel bir ortamda, kişinin onurunu ve mahremiyeti de önemseyerek dile getirilen,
- Sadece eleştirip bırakmayan, yol gösterici, örnekleyici tarafı da olan
Eleştiri her zaman, her koşulda ve her kültürde ‘memnuniyetle kabul edilecek eleştiri’dir.
***
Şimdi…
Birazcık da kendinizi koyun masanın üzerine:
- Başkaları sizi eleştirirken belki yeterince ‘objektif’ olamadılar.
Peki siz başkalarını eleştirirken ne kadar objektif olabiliyorsunuz?
- Başkaları sizi eleştirirken belki olamaları gerektiği kadar ‘adil’ olamadılar.
Peki siz başkalarını eleştirirken ne kadar adil olabiliyorsunuz?
- Başkaları sizi eleştirirken belki sizin hak ettiğiniz kadar ‘nazik’ olamadılar.
Peki siz başkalarını eleştirirken ne kadar nazik olabiliyorsunuz?
- Başkaları sizi eleştirirken ‘yapıcı olmayı, yıkmamayı, rencide etmemeyi’ belki de hiç başaramadılar. Onlar hep çuvalladılar diyelim ki…
Peki siz başkalarını eleştirirken onları yıkmamayı, rencide etmemeyi ne kadar başarabildiniz?
… (?) …
Sıraladığım tüm bu soru(n)ların karşısında kaşlarınızı çatıp, kötü deneyimlerinizi anımsayıp ‘Etme bulma dünyası, oh olsun; ben de iyi yapmışım!’ diyorsanız o zaman işimiz iş !..
Çünkü o zaman bu kara gelenek (!) sizden, bizden, çocuklarımızdan sonra da aynen sürer gider.
Ama değiştirmek gerekir bunu… İşe yarar bir çıkış var, muhakkak var…
Ve işte tam da bu ‘çıkış noktasında’ öğretmenlerimizin bir kez daha çok kritik bir toplumsal sorumluluk üstlendiklerini düşünebiliriz. Daha doğrusu ‘üstlenmeleri gerekiyor’ diye düşünmeliyiz…
Medeniyetimizin ilerlemesi ve bu ‘sürekli inşâ ediş’ hâlinin ’insan merkezli’ olarak gerçekleşmesi, öğretmenlerin bütün dersleri Google’a dönüştürmesinden daha ziyade, her dersin gerçek bir eleştiri öğretisini filizlendirmesine bağlı.
Fen dersinde fen bilimleri bağlamlı eleştirellik…
Matematik dersinde matematik bağlamlı…
Dil derslerinde aklın yettiği yere kadar filolojik eleştiriler…
Sporda, müzikte, görsel sanatlarda ve en az dersler kadar önem kazanan ‘sosyal sorumluluk çalışmalarında ve bilgi kuramı bağlamında’ da durum aynı…
Ama tüm derslerden, tüm disiplinlerden ‘hayata’ ve tabii ‘diğer disiplinlere’ uzayan bir eleştirellik, nesnellik öğretisi… Okullarımızda böyle bir eğitim hem çok gerekli hem de çok mümkün.
Ve eğer öğretmenlerimiz okullarda eleştirel düşünceyi, eleştirme adabını, iyi ve doğru eleştiriyi öğretmezlerse bunu ileri yaşlarda hiç kimse öğretemiyor bize.
Bakınız: Dünya ve memleket genelindeki manzara-yı umumiye…
(Pusula arşivinden bugüne uyarlama)
***
Güne özel bir şükran notu:
Dünyaya unutulmaz askerlik, politika, diplomasi ve barış dersleri vermiş Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sonsuzluğa göçüşünün 80’inci yıl dönümüydü birkaç gün önce…
10 Kasım 1938’den bugüne, geride kalan 29 bin 200 günün her birinde katlanarak büyümüş bir özlemdi yüreğimizde hissettiğimiz duygu.
Ve o duygu asla değişmeyecek.
Ata’mızı şükranla, minnetle, rahmetle yâd ediyoruz. Dünyanın sükûn ve barıştan uzaklaştığı, empeyalizmin yeni ve daha acımasız maskelerle karşımıza çıktığı her yeni günde, biz O’nu daha iyi anlıyoruz…
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun…