Yazının icadından bugüne ve yani ‘kayda geçirebildiğimiz 5 bin yıllık tarih içerisinde’; kavimler, ülkeler ya da devlet toplulukları arasında irili ufaklı 14 bin 531 savaş meydana gelmiş. Kadeş, Bedir, Talas, Malazgirt, Waterloo, 1. ve 2. Dünya Savaşları ile yine 1. Dünya Savaşı’nın sonuna ulanan Ulusal Kurtuluş Savaşımız, bunlardan sadece birkaçı…
5 bin küsur yılda 14 bin küsur savaş, aynı süreçte yaşamış ortalama 185 jenerasyondan sadece 10’unun savaşla hiç tanışmadan yaşamış olduğu anlamına geliyor.
İşgale uğrayıp kendini savunanlara değil, elbette ki savaş çıkaranlara fatura edeceğimiz inanılmaz derecede korkunç bir bilanço…
Fakat bu yazıyla ilgili asıl kritik detay şu ki ben bu bilgileri, bir lise öğrencisinin münazara konuşmasından alıntılıyorum.
Bir başka açıdan bakıldığında ise akıl almaz bilgilerin derlenip sunulduğu, mantıklı bir insanın içinden kolay kolay çıkamayacağı çok trajik, derslerle yüklü bir konuşma bu.
Tarihin belki de en büyük trajedisidir:
Biz insanlar…
Savaşmamayı başarmış o 10 bahtiyar kuşak dışında tam 175 jenerasyon, 175 nesil, 175 kuşak…
Ve 5 bin küsur yıl…
Hep savaşmışız, her yerde, her nedenle savaşmışız; inançlarımız uğruna, toprak için, doğal kaynaklara hükmedebilmek amacıyla ya da petrol yüzünden savaşmışız. Hatta Cengiz Han’ın Merkitlerle, Atilla’nın Galyalılarla, Akaların Truvalılarla çatışmasında olduğu gibi ‘aşk yüzünden’ bile savaşmışız…
Bırakın Cengiz Han’ın veya Hektor’un çağını; sadece 1900-1999 yılları arasındaki savaşlarda 43 milyonu asker, 62 milyonu dolayısıyla da çoğunluğu sivil olmak üzere 105 milyon insan yaşamını yitirmiş. Kadim kentler haritadan silinmiş, ülkelerin sınırları yeniden çizilmiş…
***
Medeniyet ve siyaset tarihi, şu katı gerçeğin altını çizer:
Kaynaklarını ve zenginliğini büyümek isteyen herkes ve her devlet önüne çıkan şeyle sürtünmek, çatışmak, savaş çıkarmak zorundadır.
Buna karşın ‘Savaşlar medeniyeti geriye götürür’ tezini savunan liseli kız; New York Times’a, The Washington Post’a, uluslararası haber ajanslarına ve ulusal kütüphanelerdeki kaynaklara dayandırdığı çarpıcı araştırmasında çatışma eğilimi gösteren herkesi ve savaş çıkarma eğilimindeki her devleti bir kez daha düşünmeye davet eden başka veriler de kullanıyor:
Sadece 2001-2018 yıllarında, başka bir deyişle 21.Yüzyılın başlangıcından bugüne, dörtte üçü Ortadoğu-Avrasya bölgesinde gerçekleşen savaşlar yüzünden bu bölgede 20 milyonu aşkın çocuk ya ailesinden koptu ya da ailesiyle birlikte mülteci durumuna düştü.
The Washington Post’un 2015 Eylül’ünde fotoğraflayıp haber yapıp adeta dünyanın gözüne soktuğu Suriyeli bebek Aylan Kurdi’nin Bodrum sahilinde kıyıya vurmuş minik cesedi, kısa sürede bütün savaş mağduru çocukların simgesine dönüştü…
Peki dünya trajediden bir kez daha haberdar oldu diye savaşlar durdu mu? Durur mu?..
Vücudu yanıklar içindeki Vietnamlı kız çocuğu Kim Phuc’un fotoğrafı savaşları durdurabilmiş miydi? Yine durmayacak!
Ne yazık ki asla durmayacak…
Bununla birlikte hiç durmayacak, asla önlenemeyecek bir başka şey daha var. Milyonlarca insanı doğrudan veya dolaylı biçimde etkileyen bir sosyal travma:
1960’lı yıllarda Kamboçya ve Vietnam’da gerçekleşen savaşlar sonrası mültecilerle ilgili yapılan bir araştırmada savaşa tanık olmuş, doğrudan savaş mağduru olmuş veya mülteci durumuna düşmek gibi korkunç yıkımları yaşamış insanların %80’inden fazlasının kısa vadede depresif olduğu (tepkilerini kontrol etmekte zorlandığı, saldırganlaştığı veya içe kapandığı) belirlenmiş. Yaşadıklarının üzerinden 10 yıl geçtikten sonra da mağdurlar, hafiflemeyen, aksine derinleşen semptomlarla başa çıkmak zorunda kalmışlar. Çoğunlukla da başa çıkamamışlar. Bu sosyal çevrede intiharlar, şiddet, çeteleşme, cinayetler inanılmaz bir ivmeyle tırmanmış.
Onlarla birlikte yaşıyoruz bu dünyada.
Aynı durumun -büyük olasılıkla çoğalarak ve etkisini daha da artırarak- bugün dünyanın çok farklı bölgelerindeki savaş mağdurlarını da en az tanık oldukları savaş kadar korkunç bir uçuruma sürüklediğini düşünebiliriz.
Semptomları her geçen gün artacak, derinleşecek, ağırlaşacak insanlarla paylaşmak durumundayız bu dünyayı.
Tenimizi kasatura gibi yırtan, içimizden kurşun gibi geçen gerçek bu!
***
Durumun ‘aksi’ boyutunu merak edenler için de bir küçük notum var:
Son 300 yıl içerisinde insanlar yalnızca 26 gün savaşsız, birbirlerini boğazlamadan yaşayabilmişler…
Sözü edilen 26 günlük savaşsız ortam, Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIRPI) 1980'li yılların başında yayımladığı bir raporda geçiyor.
Ama bizim hayatlarımızda geçen bir evre değil maalesef!
5 bin küsur yılda 14 bin küsur savaş, aynı süreçte yaşamış ortalama 185 jenerasyondan sadece 10’unun savaşla hiç tanışmadan yaşamış olduğu anlamına geliyor.
İşgale uğrayıp kendini savunanlara değil, elbette ki savaş çıkaranlara fatura edeceğimiz inanılmaz derecede korkunç bir bilanço…
Fakat bu yazıyla ilgili asıl kritik detay şu ki ben bu bilgileri, bir lise öğrencisinin münazara konuşmasından alıntılıyorum.
- Sınıf öğrencisi, pırıl pırıl bir kızın muhteşem konuşması…
Bir başka açıdan bakıldığında ise akıl almaz bilgilerin derlenip sunulduğu, mantıklı bir insanın içinden kolay kolay çıkamayacağı çok trajik, derslerle yüklü bir konuşma bu.
Tarihin belki de en büyük trajedisidir:
Biz insanlar…
Savaşmamayı başarmış o 10 bahtiyar kuşak dışında tam 175 jenerasyon, 175 nesil, 175 kuşak…
Ve 5 bin küsur yıl…
Hep savaşmışız, her yerde, her nedenle savaşmışız; inançlarımız uğruna, toprak için, doğal kaynaklara hükmedebilmek amacıyla ya da petrol yüzünden savaşmışız. Hatta Cengiz Han’ın Merkitlerle, Atilla’nın Galyalılarla, Akaların Truvalılarla çatışmasında olduğu gibi ‘aşk yüzünden’ bile savaşmışız…
Bırakın Cengiz Han’ın veya Hektor’un çağını; sadece 1900-1999 yılları arasındaki savaşlarda 43 milyonu asker, 62 milyonu dolayısıyla da çoğunluğu sivil olmak üzere 105 milyon insan yaşamını yitirmiş. Kadim kentler haritadan silinmiş, ülkelerin sınırları yeniden çizilmiş…
***
Medeniyet ve siyaset tarihi, şu katı gerçeğin altını çizer:
Kaynaklarını ve zenginliğini büyümek isteyen herkes ve her devlet önüne çıkan şeyle sürtünmek, çatışmak, savaş çıkarmak zorundadır.
Buna karşın ‘Savaşlar medeniyeti geriye götürür’ tezini savunan liseli kız; New York Times’a, The Washington Post’a, uluslararası haber ajanslarına ve ulusal kütüphanelerdeki kaynaklara dayandırdığı çarpıcı araştırmasında çatışma eğilimi gösteren herkesi ve savaş çıkarma eğilimindeki her devleti bir kez daha düşünmeye davet eden başka veriler de kullanıyor:
Sadece 2001-2018 yıllarında, başka bir deyişle 21.Yüzyılın başlangıcından bugüne, dörtte üçü Ortadoğu-Avrasya bölgesinde gerçekleşen savaşlar yüzünden bu bölgede 20 milyonu aşkın çocuk ya ailesinden koptu ya da ailesiyle birlikte mülteci durumuna düştü.
The Washington Post’un 2015 Eylül’ünde fotoğraflayıp haber yapıp adeta dünyanın gözüne soktuğu Suriyeli bebek Aylan Kurdi’nin Bodrum sahilinde kıyıya vurmuş minik cesedi, kısa sürede bütün savaş mağduru çocukların simgesine dönüştü…
Peki dünya trajediden bir kez daha haberdar oldu diye savaşlar durdu mu? Durur mu?..
Vücudu yanıklar içindeki Vietnamlı kız çocuğu Kim Phuc’un fotoğrafı savaşları durdurabilmiş miydi? Yine durmayacak!
Ne yazık ki asla durmayacak…
Bununla birlikte hiç durmayacak, asla önlenemeyecek bir başka şey daha var. Milyonlarca insanı doğrudan veya dolaylı biçimde etkileyen bir sosyal travma:
1960’lı yıllarda Kamboçya ve Vietnam’da gerçekleşen savaşlar sonrası mültecilerle ilgili yapılan bir araştırmada savaşa tanık olmuş, doğrudan savaş mağduru olmuş veya mülteci durumuna düşmek gibi korkunç yıkımları yaşamış insanların %80’inden fazlasının kısa vadede depresif olduğu (tepkilerini kontrol etmekte zorlandığı, saldırganlaştığı veya içe kapandığı) belirlenmiş. Yaşadıklarının üzerinden 10 yıl geçtikten sonra da mağdurlar, hafiflemeyen, aksine derinleşen semptomlarla başa çıkmak zorunda kalmışlar. Çoğunlukla da başa çıkamamışlar. Bu sosyal çevrede intiharlar, şiddet, çeteleşme, cinayetler inanılmaz bir ivmeyle tırmanmış.
Onlarla birlikte yaşıyoruz bu dünyada.
Aynı durumun -büyük olasılıkla çoğalarak ve etkisini daha da artırarak- bugün dünyanın çok farklı bölgelerindeki savaş mağdurlarını da en az tanık oldukları savaş kadar korkunç bir uçuruma sürüklediğini düşünebiliriz.
Semptomları her geçen gün artacak, derinleşecek, ağırlaşacak insanlarla paylaşmak durumundayız bu dünyayı.
Tenimizi kasatura gibi yırtan, içimizden kurşun gibi geçen gerçek bu!
***
Durumun ‘aksi’ boyutunu merak edenler için de bir küçük notum var:
Son 300 yıl içerisinde insanlar yalnızca 26 gün savaşsız, birbirlerini boğazlamadan yaşayabilmişler…
Sözü edilen 26 günlük savaşsız ortam, Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIRPI) 1980'li yılların başında yayımladığı bir raporda geçiyor.
Ama bizim hayatlarımızda geçen bir evre değil maalesef!