85 yaşında bir avukatın mesleğiyle ilgili her hâli deneyimledikten sonra çıkarımı şu olmuş:
‘Bütün davalar, birbirine güvenen insanlar arasında geçer.’
Nirvana… Ve nokta!
Gerçi yazının henüz başında erişilen nirvana ve konan bu nokta, çok erken bir varış noktası oldu; ama ufak bir ekleme sanırım bu sözü biraz daha anlaşılır hâle getirir: ‘Halihazırda birbirine güvenmekte olan insanlar değil, bir zamanlar birbirine güvenmiş insanlar’ arasındadır bütün davalar…
Öyleyse diyebiliriz ki ‘geleceğin davaları da bugün birbirlerine çok güvenen insanlar arasında geçiyor olacak’…
90’larda Kuzey Kıbrıs’ta öğrencim olmuştu sevgili Çağın Öztenay. Şimdi ülkesinin genç ve başarılı avukatlarından, aynı zamanda önemli spor yöneticilerinden biri. ‘Dum Dum’ dediğimiz Dumlupınar futbol takımına birlikte gönül verdiğimiz sevgili Çağın’a bu ‘esasen hukukî ama daha ziyade hayatî anekdot’ için teşekkür ediyorum.
Tabii Çağın’ın 85 yaşındaki emektar meslektaşına da…
Müthiş bir tespit yapmış!
***
Umarım uğramanız hiç gerekmemiştir; ama eğer oldu da ‘tanık’ sıfatıyla bile olsa oraya yolunuz düştüyse illaki görmüşsünüzdür; Türkiye’de ‘mahkemeler’ tıka basa doludur!
Ve hakikaten bazen bizzat, bazen de avukatları aracılığıyla birbirlerinin yakasına sarılıp ‘adalet arayan’ o insanlar, çok kısa süre önce birbiriyle aile kurmuş, iş ortaklığına girmiş, ticaret yapmış, bir hukuk oluşturmuş insanlardır:
Karı kocalar…
Ev sahipleri ile kiracılar…
İşçiler ve işverenler…
Tüccarlar ve müşterileri…
Benim de bizzat yaşadığım gibi müteahhitler ve ev almayı düşleyenler…
Hatta -Turgenyev’in klasikleşmiş o harika romanındaki gibi- ‘babalar ve oğullar’ bile…
Ve ne trajiktir ki babalar ile oğullarının birbirlerinin canına okuduğu davalarda, tıpkı Turgenyev’in romanındaki gibi, bir taraf sağduyuyu ve töreyi, diğer taraf ise bütün töre ve gelenekleri yok sayma mücadelesini temsil eder.
Ama bunlardan hangisini babanın, hangisini oğulun temsil ettiği; coğrafyaya, kültüre, koşullara göre, ‘daha doğrusu davaya göre’ muhakkak değişiklik gösterir.
Öbür davalarda da üç aşağı, beş yukarı durum aynıdır.
İyiyle kötü, doğruyla yanlış çatışır; ama yargıcın karşısında iki taraf da kendini kusursuz iyi, kusursuz doğru ve haklı gibi betimler, anlatır.
***
Eğer çalışan, yöneten, fikir üreten, birileriyle rekabet eden, yeni yaklaşımlar ve yeni yollar ortaya koyan, zaman zaman klasik yollara itiraz eden, her fırsatta inovasyonun altını çizen, bunu bir ürüne dönüştürüp insanların kullanımına sunan biriyseniz, işinizi ne kadar nizami ve ne kadar yasal yoldan yaparsanız yapın, Türkiye’de gittikçe yaygınlaştığını gözlemlediğimiz ‘şikâyet kültürü’ ya da ‘organize olmuş tam donanımlı ve süper yaratıcı dolandırıcılık şebekeleri’ içerisinde size de bir meteor çarpabilir ve kendinizi hiç ummadığınız bir anda mahkeme kapısında bulabilirsiniz.
Bu kadar net!
Ama işin asıl trajik tarafı, siz davacı iseniz karşınızdaki davalı, siz davalı iseniz bu kez de karşınızdaki davacı, muhtemelen sizin yakın geçmişte çok güvendiğiniz biri olur.
Başa döndük değil mi?
‘Bütün davalar, birbirine güvenen insanlar arasında geçer.’
Ama bu gerçek, artık hiç kimseye güvenmeyeceğimiz anlamına gelmiyor!
Elbette başkalarına, birbirimize yine güveneceğiz; yine ilişkiler kuracağız, yine ticaret yapacağız, bundan sonra da iş bağlantılarımız olacak…
Ama bir yandan da ihtiyatlı olacağız.
‘İnternet ortamında hakimler, savcılar, avukatlar rehberi’ mottosuyla karşımıza çıkan adalet.info’nun 2016 verilerine göre ‘her gün’ ceza mahkemelerinde ortalama 4371, hukuk mahkemelerinde ortalama 6807, idari yargıda ortalama 2296 ve toplamda her gün ortalama 13 bin 474; dolayısıyla adli tatil ve hafta sonları hariç her yılın yaklaşık 230 iş gününün toplamında ortalama 3 milyon 99 bin dava dosyasının açıldığı Türkiye Cumhuriyeti’nde ihtiyatlı olmakta ve güvendiğimiz insanlar karşısında bile bu ihtiyatı fazla elden bırakmamakta yarar var.
Nasıl diyordu Almanlar:
‘Güven, kontrole mâni değildir’’
***
Bugüne özel not:
Yıl değişti; 8’in yerine 9 yazmaya alışmamız biraz zaman alacak…
Yeni yılın size, bize, bizden saydıklarımıza ve istemeden de olsa ötekileştirdiklerimize, özetle hepimize, herkese esenlikler getirmesini diliyorum.
Bana göre dünyanın bugün her şeyden önce barışa ve huzura ihtiyacı var. Dolayısıyla güvenebileceğimiz insanlara, samimi dostlara, müttefiklere ihtiyacımız var. O halde -benim yılbaşı dileğim- çocukların anasız babasız kalmadığı, anaların babaların çocuklarına doyabildiği ve onlara insanca bir yaşam sunabildiği; doğuyla batının, siyahla beyazın, zenginle yoksulun gerçekten kucaklaşabildiği; ‘güven’ duygusuyla süslenecek, ‘kucaklaşmalarla’ anımsanacak bir yıl olsun 2019…
‘Bütün davalar, birbirine güvenen insanlar arasında geçer.’
Nirvana… Ve nokta!
Gerçi yazının henüz başında erişilen nirvana ve konan bu nokta, çok erken bir varış noktası oldu; ama ufak bir ekleme sanırım bu sözü biraz daha anlaşılır hâle getirir: ‘Halihazırda birbirine güvenmekte olan insanlar değil, bir zamanlar birbirine güvenmiş insanlar’ arasındadır bütün davalar…
Öyleyse diyebiliriz ki ‘geleceğin davaları da bugün birbirlerine çok güvenen insanlar arasında geçiyor olacak’…
90’larda Kuzey Kıbrıs’ta öğrencim olmuştu sevgili Çağın Öztenay. Şimdi ülkesinin genç ve başarılı avukatlarından, aynı zamanda önemli spor yöneticilerinden biri. ‘Dum Dum’ dediğimiz Dumlupınar futbol takımına birlikte gönül verdiğimiz sevgili Çağın’a bu ‘esasen hukukî ama daha ziyade hayatî anekdot’ için teşekkür ediyorum.
Tabii Çağın’ın 85 yaşındaki emektar meslektaşına da…
Müthiş bir tespit yapmış!
***
Umarım uğramanız hiç gerekmemiştir; ama eğer oldu da ‘tanık’ sıfatıyla bile olsa oraya yolunuz düştüyse illaki görmüşsünüzdür; Türkiye’de ‘mahkemeler’ tıka basa doludur!
Ve hakikaten bazen bizzat, bazen de avukatları aracılığıyla birbirlerinin yakasına sarılıp ‘adalet arayan’ o insanlar, çok kısa süre önce birbiriyle aile kurmuş, iş ortaklığına girmiş, ticaret yapmış, bir hukuk oluşturmuş insanlardır:
Karı kocalar…
Ev sahipleri ile kiracılar…
İşçiler ve işverenler…
Tüccarlar ve müşterileri…
Benim de bizzat yaşadığım gibi müteahhitler ve ev almayı düşleyenler…
Hatta -Turgenyev’in klasikleşmiş o harika romanındaki gibi- ‘babalar ve oğullar’ bile…
Ve ne trajiktir ki babalar ile oğullarının birbirlerinin canına okuduğu davalarda, tıpkı Turgenyev’in romanındaki gibi, bir taraf sağduyuyu ve töreyi, diğer taraf ise bütün töre ve gelenekleri yok sayma mücadelesini temsil eder.
Ama bunlardan hangisini babanın, hangisini oğulun temsil ettiği; coğrafyaya, kültüre, koşullara göre, ‘daha doğrusu davaya göre’ muhakkak değişiklik gösterir.
Öbür davalarda da üç aşağı, beş yukarı durum aynıdır.
İyiyle kötü, doğruyla yanlış çatışır; ama yargıcın karşısında iki taraf da kendini kusursuz iyi, kusursuz doğru ve haklı gibi betimler, anlatır.
***
Eğer çalışan, yöneten, fikir üreten, birileriyle rekabet eden, yeni yaklaşımlar ve yeni yollar ortaya koyan, zaman zaman klasik yollara itiraz eden, her fırsatta inovasyonun altını çizen, bunu bir ürüne dönüştürüp insanların kullanımına sunan biriyseniz, işinizi ne kadar nizami ve ne kadar yasal yoldan yaparsanız yapın, Türkiye’de gittikçe yaygınlaştığını gözlemlediğimiz ‘şikâyet kültürü’ ya da ‘organize olmuş tam donanımlı ve süper yaratıcı dolandırıcılık şebekeleri’ içerisinde size de bir meteor çarpabilir ve kendinizi hiç ummadığınız bir anda mahkeme kapısında bulabilirsiniz.
Bu kadar net!
Ama işin asıl trajik tarafı, siz davacı iseniz karşınızdaki davalı, siz davalı iseniz bu kez de karşınızdaki davacı, muhtemelen sizin yakın geçmişte çok güvendiğiniz biri olur.
Başa döndük değil mi?
‘Bütün davalar, birbirine güvenen insanlar arasında geçer.’
Ama bu gerçek, artık hiç kimseye güvenmeyeceğimiz anlamına gelmiyor!
Elbette başkalarına, birbirimize yine güveneceğiz; yine ilişkiler kuracağız, yine ticaret yapacağız, bundan sonra da iş bağlantılarımız olacak…
Ama bir yandan da ihtiyatlı olacağız.
‘İnternet ortamında hakimler, savcılar, avukatlar rehberi’ mottosuyla karşımıza çıkan adalet.info’nun 2016 verilerine göre ‘her gün’ ceza mahkemelerinde ortalama 4371, hukuk mahkemelerinde ortalama 6807, idari yargıda ortalama 2296 ve toplamda her gün ortalama 13 bin 474; dolayısıyla adli tatil ve hafta sonları hariç her yılın yaklaşık 230 iş gününün toplamında ortalama 3 milyon 99 bin dava dosyasının açıldığı Türkiye Cumhuriyeti’nde ihtiyatlı olmakta ve güvendiğimiz insanlar karşısında bile bu ihtiyatı fazla elden bırakmamakta yarar var.
Nasıl diyordu Almanlar:
‘Güven, kontrole mâni değildir’’
***
Bugüne özel not:
Yıl değişti; 8’in yerine 9 yazmaya alışmamız biraz zaman alacak…
Yeni yılın size, bize, bizden saydıklarımıza ve istemeden de olsa ötekileştirdiklerimize, özetle hepimize, herkese esenlikler getirmesini diliyorum.
Bana göre dünyanın bugün her şeyden önce barışa ve huzura ihtiyacı var. Dolayısıyla güvenebileceğimiz insanlara, samimi dostlara, müttefiklere ihtiyacımız var. O halde -benim yılbaşı dileğim- çocukların anasız babasız kalmadığı, anaların babaların çocuklarına doyabildiği ve onlara insanca bir yaşam sunabildiği; doğuyla batının, siyahla beyazın, zenginle yoksulun gerçekten kucaklaşabildiği; ‘güven’ duygusuyla süslenecek, ‘kucaklaşmalarla’ anımsanacak bir yıl olsun 2019…