Hani derler ya ‘acısı tatlısı ile bir koca yılı geride bıraktık’ diye… 2018 yılında dünyada ve Türkiye’de hiç de güzel şeyler yaşamadık… Bulunduğumuz coğrafyada güçlü olanların öylesi talepleri ve planları var ki güzellik, refah ve mutluluk beklemek adeta imkansız gibi bir şey… O zaviyeden baktığımızda bir önceki yıla oranla düzelme beklemek mümkün değil ,aksine çoğu şey giderek kötüleşiyor…
Geçen yazılarıma bakıyorum, insanlık için mutluluk ve barış dilemişiz… 2017’de zalimin masum insanlara karşı uyguladığı zulmün son bulmasını arzu etmişiz… 2018’de güçlü olanların, güçsüzlere; masum, savunmasız insanlara uyguladıkları zulüm sona ermiş mi ?.. Tam tersine artarak devam etmiş… Dünya coğrafyasına baktığımızda, nerede silahsız, savunmasız insan varsa, hele de bu insanlar Müslümansa , zulmün şiddeti arttıkça artmış…
Yoksulluk, açlık ölümleri artmış... Sağlıksız, eğitimsiz yaşamak; her tarafından yeller esen, çamur deryasına dönmüş, bir dilim ekmeğin karneyle alındığı kamplarda ölümü beklemek insanların kaderi olmuş…
Bütün bunlara bir de zengin, silah tüccarı sömürücülerin, ya da Demokrasi ve İnsan Hakları nutukları atan uluslar arası, adına STK denen kuruluşların kirli emellerini sahneledikleri tiyatro ekleniyor… Sözüm ona girdikleri ülkeye refah, zenginlik, demokrasi ve insan hakları getirecekler… Önce o ülkenin yer altı zenginlikleri sömürülüyor, sonra ülke çıkılması zor bir iç savaşa sürükleniyor ve kardeş kardeşe kırdırılıyor… İnsanlık adına zulüm işlenirken korkunç bir çifte standarda şahit oluyoruz… Demokrasi ve insan hakları nutukları atanlar, yalnızca yaşananlara seyirci kalıyor ve zulmü alkışlıyorlar…
***
Bu zalimlerin öteden beri tek hedefleri var Türkiye ve Türk Milleti… Dünyaya bakınız, dünyanın en ücra yerinde oynanan oyunla Türkiye’de sahnelenen birebir aynı… Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki bir dönem iki kardeş birbirine düşman olmuştu… Bu ülkenin üreten, düşünen beyinlerini ne yazık ki bir hiç uğruna harcadık…
Tam oyun bitti derken yıllardır bölücü örgüte karşı topyekun verdiğimiz mücadele var ve bize maliyeti oldukça yüksek…
Bütün bunların yanı sıra Emperyal güçlerin yanı başımızda, komşu ülkelerimizin tamamında sahneledikleri, binlerce kilometre uzaktan sözde demokrasi getirdikleri savaşı yaşıyoruz. Ve bunun da bize maliyeti çok yüksek… Üstelik tarih bağıyla, kan bağıyla, insanlık bağıyla bağlandığımız insanlar bunlar…
Yani her açıdan bakıldığında bigâne kalamayacağımız bir durumla karşı karşıyayız…
***
O halde ne yapmalıyız…
Öncelikle birlik ve beraberliğimizi güçlü tutmalıyız… Türkiye milli benliğine dönmeli, her alanda üreten, kendi malını üreten bir ülke olmalıyız… Kurtuluş savaşından çıktığımızda ulusal ve uluslar arası tek bir markamız yoktu, el ele verdik ve kimseye muhtaç olmadan kalkınma hamlesi başlattık ve başardık… Şimdi öz kaynaklarımızı aktif etme vaktidir…
Aynı çabayı şehrimiz için de yapmalıyız… Bu şehrin dinamiklerini harekete geçirme ve üreten bir şehir olmalıyız… Allah’ın bize bahşettiği kaynakları olabildiğince değerlendirmeliyiz… İtalya’da Kayak Dünya Kupasının bir ayağını seyretmiştim… Yaşlı kayakçılar omuzlarında ağaçta yapılma kayakları ve keçilerin çektiği, yönetimini keçi maskı giymiş bir kadın kayakçının yaptığı kızakla seremoni alanına girmiş ve büyük beğeni toplamışlardı... Avrupa sporla geleneği birleştirdi…
1914 yılında Enver Paşa Sarıkamış harekatını düzenlediğinde Kayaklı Birliklerimiz vardı… Yine 1947 yılında Tramplen kurmuş ve kayakla atlama gösterileri yapmışız, yani kayak geleneğimiz var, tek eksiğimiz madalyalı uluslararası sporcumuz...
Allah vergisi bir coğrafyaya, Palandöken, Konaklı gibi bir dağa ve kayak merkezine sahibiz… Her yıl yüzbinlerce misafir ağırlıyor ve onlarca Ulusal ve Uluslararası yarışlar yapıyoruz… Bunun .bilincinde olmalı ve kayak merkezimizi dünyanın bildiği, akın ettiği kış turizm markası yapmalıyız.
Bu şehrin dinamiklerinden bir önemlisi de ‘hayvancılık merkezi’ oluşudur… Türkiye’nin süt üretiminin yüzde 17’sini karşılıyor ama bunun yüzde 1’i kadarını üretime yönlendirebiliyoruz. Erzurum’daki süt üretimini daha da artırmalı ve bunun tamamını süt ürünlerine yönlendirebilmeyiz… Bu şehirde onlarca süt ürünü markası çıkarmalıyız.
Keza Türkiye’nin en çok büyükbaş hayvan varlığına ve merasına sahibiz. Ancak kırmızı et üretimimiz oldukça alt düzeyde… Dolayısıyla sucuk pastırmayı Kayseri’den, kavurmayı Rize’den getiriyoruz. Kendimize ait markamız bir elin parmakları kadar yok… Kurulacak çiftlikler ve üretim hanelerle kırmızı et ve hayvansal ürünleri çoğalmalıyız… Buna bağlı olarak geleneksel dericilik ve deri ürünleri artacaktır.
Erzurum’un bölgenin ve bölge ülkelerinin sağlık merkezi olması yönünde gerekli adımlar atılmıştır. Aynı şekilde bin yıllık üniversite geleneğimizi de geliştirmeli dünyanın ilk beş yüz üniversitesi arasına girmeyi hedeflemeliyiz… Turizmle bilimi birleştirmeli kongre merkezi olma yolunda daha çok çaba koymalıyız…
***
Bütün bu yazdıklarımız yeni buluşlar değil… Birçoğunu her yıl diliyoruz… 2019 için de diledik…
Yazımızın başında ‘2019 yılı hoş gelir mi’ dedik... Zalimin zulmüne dur demek; barış, huzur, mutluluk ve refaha kavuşmak için ülke ve şehir olarak güçlü olmalıyız… Bu şehirde yaşayan herkes üstüne düşeni yaparsa inanın 2019 ve sonraki yıllar inanın hoş gelecektir…
Geçen yazılarıma bakıyorum, insanlık için mutluluk ve barış dilemişiz… 2017’de zalimin masum insanlara karşı uyguladığı zulmün son bulmasını arzu etmişiz… 2018’de güçlü olanların, güçsüzlere; masum, savunmasız insanlara uyguladıkları zulüm sona ermiş mi ?.. Tam tersine artarak devam etmiş… Dünya coğrafyasına baktığımızda, nerede silahsız, savunmasız insan varsa, hele de bu insanlar Müslümansa , zulmün şiddeti arttıkça artmış…
Yoksulluk, açlık ölümleri artmış... Sağlıksız, eğitimsiz yaşamak; her tarafından yeller esen, çamur deryasına dönmüş, bir dilim ekmeğin karneyle alındığı kamplarda ölümü beklemek insanların kaderi olmuş…
Bütün bunlara bir de zengin, silah tüccarı sömürücülerin, ya da Demokrasi ve İnsan Hakları nutukları atan uluslar arası, adına STK denen kuruluşların kirli emellerini sahneledikleri tiyatro ekleniyor… Sözüm ona girdikleri ülkeye refah, zenginlik, demokrasi ve insan hakları getirecekler… Önce o ülkenin yer altı zenginlikleri sömürülüyor, sonra ülke çıkılması zor bir iç savaşa sürükleniyor ve kardeş kardeşe kırdırılıyor… İnsanlık adına zulüm işlenirken korkunç bir çifte standarda şahit oluyoruz… Demokrasi ve insan hakları nutukları atanlar, yalnızca yaşananlara seyirci kalıyor ve zulmü alkışlıyorlar…
***
Bu zalimlerin öteden beri tek hedefleri var Türkiye ve Türk Milleti… Dünyaya bakınız, dünyanın en ücra yerinde oynanan oyunla Türkiye’de sahnelenen birebir aynı… Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki bir dönem iki kardeş birbirine düşman olmuştu… Bu ülkenin üreten, düşünen beyinlerini ne yazık ki bir hiç uğruna harcadık…
Tam oyun bitti derken yıllardır bölücü örgüte karşı topyekun verdiğimiz mücadele var ve bize maliyeti oldukça yüksek…
Bütün bunların yanı sıra Emperyal güçlerin yanı başımızda, komşu ülkelerimizin tamamında sahneledikleri, binlerce kilometre uzaktan sözde demokrasi getirdikleri savaşı yaşıyoruz. Ve bunun da bize maliyeti çok yüksek… Üstelik tarih bağıyla, kan bağıyla, insanlık bağıyla bağlandığımız insanlar bunlar…
Yani her açıdan bakıldığında bigâne kalamayacağımız bir durumla karşı karşıyayız…
***
O halde ne yapmalıyız…
Öncelikle birlik ve beraberliğimizi güçlü tutmalıyız… Türkiye milli benliğine dönmeli, her alanda üreten, kendi malını üreten bir ülke olmalıyız… Kurtuluş savaşından çıktığımızda ulusal ve uluslar arası tek bir markamız yoktu, el ele verdik ve kimseye muhtaç olmadan kalkınma hamlesi başlattık ve başardık… Şimdi öz kaynaklarımızı aktif etme vaktidir…
Aynı çabayı şehrimiz için de yapmalıyız… Bu şehrin dinamiklerini harekete geçirme ve üreten bir şehir olmalıyız… Allah’ın bize bahşettiği kaynakları olabildiğince değerlendirmeliyiz… İtalya’da Kayak Dünya Kupasının bir ayağını seyretmiştim… Yaşlı kayakçılar omuzlarında ağaçta yapılma kayakları ve keçilerin çektiği, yönetimini keçi maskı giymiş bir kadın kayakçının yaptığı kızakla seremoni alanına girmiş ve büyük beğeni toplamışlardı... Avrupa sporla geleneği birleştirdi…
1914 yılında Enver Paşa Sarıkamış harekatını düzenlediğinde Kayaklı Birliklerimiz vardı… Yine 1947 yılında Tramplen kurmuş ve kayakla atlama gösterileri yapmışız, yani kayak geleneğimiz var, tek eksiğimiz madalyalı uluslararası sporcumuz...
Allah vergisi bir coğrafyaya, Palandöken, Konaklı gibi bir dağa ve kayak merkezine sahibiz… Her yıl yüzbinlerce misafir ağırlıyor ve onlarca Ulusal ve Uluslararası yarışlar yapıyoruz… Bunun .bilincinde olmalı ve kayak merkezimizi dünyanın bildiği, akın ettiği kış turizm markası yapmalıyız.
Bu şehrin dinamiklerinden bir önemlisi de ‘hayvancılık merkezi’ oluşudur… Türkiye’nin süt üretiminin yüzde 17’sini karşılıyor ama bunun yüzde 1’i kadarını üretime yönlendirebiliyoruz. Erzurum’daki süt üretimini daha da artırmalı ve bunun tamamını süt ürünlerine yönlendirebilmeyiz… Bu şehirde onlarca süt ürünü markası çıkarmalıyız.
Keza Türkiye’nin en çok büyükbaş hayvan varlığına ve merasına sahibiz. Ancak kırmızı et üretimimiz oldukça alt düzeyde… Dolayısıyla sucuk pastırmayı Kayseri’den, kavurmayı Rize’den getiriyoruz. Kendimize ait markamız bir elin parmakları kadar yok… Kurulacak çiftlikler ve üretim hanelerle kırmızı et ve hayvansal ürünleri çoğalmalıyız… Buna bağlı olarak geleneksel dericilik ve deri ürünleri artacaktır.
Erzurum’un bölgenin ve bölge ülkelerinin sağlık merkezi olması yönünde gerekli adımlar atılmıştır. Aynı şekilde bin yıllık üniversite geleneğimizi de geliştirmeli dünyanın ilk beş yüz üniversitesi arasına girmeyi hedeflemeliyiz… Turizmle bilimi birleştirmeli kongre merkezi olma yolunda daha çok çaba koymalıyız…
***
Bütün bu yazdıklarımız yeni buluşlar değil… Birçoğunu her yıl diliyoruz… 2019 için de diledik…
Yazımızın başında ‘2019 yılı hoş gelir mi’ dedik... Zalimin zulmüne dur demek; barış, huzur, mutluluk ve refaha kavuşmak için ülke ve şehir olarak güçlü olmalıyız… Bu şehirde yaşayan herkes üstüne düşeni yaparsa inanın 2019 ve sonraki yıllar inanın hoş gelecektir…