Ulu Caminin eski imamı Hafız Fikret Kotan Hoca, babamın dayısı Hacı Fevzi Kotan’ın oğludur. Dün akşam ikimizin de akrabası Uzunyayla Muhtarı Ahmet Kutan Bey’in evinde misafirdik. Fikret Hoca, eski günleri, Erzurum’un eski hocalarını anlatırken güzel hatıraların sağanağında âdeta yıkandık. Fikret Hoca’nın İhmal Camii eski İmam-Hatibi Mehmed Efendi’yle ilgili bir anısı şöyle:
“Ramazan… On beş on altı yaşlarındayım. Hulusi Seven Bey’in evinde hatim okuyorum. Hulusi Bey, bir gün dedi ki:
-Hafız, akşam bize gel, iftarı beraber edeceğiz!
İftar yaklaşınca Hulusi Bey’in evine gittim. Salonda yer sofrası hazırlanmıştı. İhmal İmamı Mehmed Hocam bir koltukta oturuyordu. Üçlü koltukta da, isimlerini şimdi vermeyeceğim, o mahallelinin sakinlerinden, Erzurum’un da iki mühim esnafı şahıs oturuyordu. Birinin karnı kocamandı, gülerken göbeği sallanıyordu. Bu göbekli esnaf, bazı sözlerle hocaları tahfif ediyor ve İhmal İmamına laf atmaya çalışıyordu. Diğeri de haliyle tavrıyla ona destek oluyordu.
Bu şiş göbek zât, Hoca Efendiyi muhatap alarak, alaycı ses tonuyla şöyle bir fıkra anlattı:
-Hocam, hani şöyle bir mesel anlatılır: Derler ki, camışla hoca karpuz tarlasına girmiş. Tarla sahibinin oğlu koşup babasına haber vermiş ve hangisini çıkarması gerektiğini sormuş. Babası, ‘Ola, demiş, yetiş, hocayı çıkar!’
İhmal İmamının cevap vermesine vakit kalmamıştı. Tam o sırada “Gala”dan top atıldı ve ezanlar başladı. Geçip yer sofrasının minderlerine oturduk. Ben, Hocamın yanındayım. Önce çorbalar geldi. İhmal İmamı çorbasını aheste bir eda ile içti. Kıyma geldi. Hocam, biri iki lokma da kıymadan aldı. Sonra da kaşığını tabağına bıraktı. “Elhamdülillah!” dedi. Koltuğa oturmak üzere ayağı kalkmıştı.
Hulusi Ağabeyi telaşlı bir sesle atıldı:
-Hocam, gurban olim, neydirsen, bi sürü yemek var, servise daha yeni başladık!
İhmal İmamı Mehmed Hoca, sağ elini yumruk yapıp işaret parmağını da sopa gibi uzattı; celâlli çehresi ve o meşhur İspir şivesiyle sofranın ağalarına bakıp şöyle dedi:
-Diyirim ki, Hoca doydi, camışlar yesin!
“Ramazan… On beş on altı yaşlarındayım. Hulusi Seven Bey’in evinde hatim okuyorum. Hulusi Bey, bir gün dedi ki:
-Hafız, akşam bize gel, iftarı beraber edeceğiz!
İftar yaklaşınca Hulusi Bey’in evine gittim. Salonda yer sofrası hazırlanmıştı. İhmal İmamı Mehmed Hocam bir koltukta oturuyordu. Üçlü koltukta da, isimlerini şimdi vermeyeceğim, o mahallelinin sakinlerinden, Erzurum’un da iki mühim esnafı şahıs oturuyordu. Birinin karnı kocamandı, gülerken göbeği sallanıyordu. Bu göbekli esnaf, bazı sözlerle hocaları tahfif ediyor ve İhmal İmamına laf atmaya çalışıyordu. Diğeri de haliyle tavrıyla ona destek oluyordu.
Bu şiş göbek zât, Hoca Efendiyi muhatap alarak, alaycı ses tonuyla şöyle bir fıkra anlattı:
-Hocam, hani şöyle bir mesel anlatılır: Derler ki, camışla hoca karpuz tarlasına girmiş. Tarla sahibinin oğlu koşup babasına haber vermiş ve hangisini çıkarması gerektiğini sormuş. Babası, ‘Ola, demiş, yetiş, hocayı çıkar!’
İhmal İmamının cevap vermesine vakit kalmamıştı. Tam o sırada “Gala”dan top atıldı ve ezanlar başladı. Geçip yer sofrasının minderlerine oturduk. Ben, Hocamın yanındayım. Önce çorbalar geldi. İhmal İmamı çorbasını aheste bir eda ile içti. Kıyma geldi. Hocam, biri iki lokma da kıymadan aldı. Sonra da kaşığını tabağına bıraktı. “Elhamdülillah!” dedi. Koltuğa oturmak üzere ayağı kalkmıştı.
Hulusi Ağabeyi telaşlı bir sesle atıldı:
-Hocam, gurban olim, neydirsen, bi sürü yemek var, servise daha yeni başladık!
İhmal İmamı Mehmed Hoca, sağ elini yumruk yapıp işaret parmağını da sopa gibi uzattı; celâlli çehresi ve o meşhur İspir şivesiyle sofranın ağalarına bakıp şöyle dedi:
-Diyirim ki, Hoca doydi, camışlar yesin!