Vicdan dediğimiz şey sadece büyüklere mi özgüdür, iyilik etmek sadece zenginlerin mi harcıdır?
Sadece çocuklar mı saftır?
Sadece düşkünlerin mi merhamete ihtiyacı vardır?..
Cevabınızı söze dökmeden önce lütfen şu kısa hikâyeyi okuyun:
“Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar çok lüks sayılmazdı ama küçük bir dükkân için yeterliydi.
Dükkân sahibi ayakkabıların en güzelini vitrinin ön tarafına koyunca koltuk değneğine dayanan çocuk cama biraz daha yaklaştı.
Güçlükle hareket ediyordu...
Adam çocuğa göz ucuyla bir kez daha baktı.
Çocuğun üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin altından itibaren boştu. Bu yüzden de rüzgârda sağa sola uçuşuyordu.
Çocuk, baktığı ayakkabıların etkisiyle sanki kendinden geçmişti.
Bir süre öylece donakaldı. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda adam dükkândan dışarı fırlayıp 'Hey küçük, baksana!' diye seslendi. 'Ayakkabı almayı mı düşünmüştün yoksa? Bu seneki modeller bir harika!'
Çocuk, ona dönerek 'Gerçekten çok güzeller!' diye gülümsedi ve devam etti 'Ama benim bir bacağım doğuştan eksik…’
'Bence önemli değil!' diye atıldı adam. 'Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı...'
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam konuşmayı sürdürdü 'Keşke vicdanımız eksik olacağına ayaklarımız eksik olsaydı…'
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp 'Anlayamadım’ dedi, ‘Niye öyle olsun ki?’
'Çok basit!' dedi adam. 'Eğer vicdanımız yoksa cennete giremeyiz ama ayaklar yoksa problem değil. Zaten öbür dünyada tüm eksikler tamamlanacakmış. Hatta bu dünyada bir engeli olan insanlar, sağlamlara oranla daha fazla ödül alacakmış...'
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek 'Baktığın ayakkabı sana mutlaka çok yakışır!' dedi, 'Denemek ister misin?'
Çocuk, başını iki yana sallayıp 'Üzerinde 300 lira yazıyor' dedi, 'Almam mümkün değil ki!'
'İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!' dedi adam, 'Bu durumda 200 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 100 lira eder.' Çocuk biraz düşünüp 'Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!' dedi, 'Onu kim alır ki?'
'Amma yaptın ha!' diye güldü adam. 'Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.’
Küçük çocuğun aklı bu sözlere yatmıştı. Yine de 100 lira, hayalini bile kuramayacağı bir paraydı. Adam devam etti 'Üstelik de öğrencisin değil mi?'
‘İkiye gidiyorum!' diye atıldı çocuk, 'Hatta üçe geçtim sayılır, derslerim çok iyi…'
'Tamam, işte!' dedi adam, '40 Lira öğrenci indirimi yapsak, 40 lira da alacağın taktir ya da teşekkür belgesine saysak, geriye de kalır 20 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, tamı tamına sıfır liraya sattım gitti!..'
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu ama adam özellikle vitrinde olanı, çocuğun bakışlarıyla değer kazanan o ayakkabıyı çıkarttı.
Bir tabure alıp döndü ve çocuğu oturtup yeni ayakkabısını kendi eliyle giydirdi. Sonra çıkarttığı tabanı delinmiş eski ayakkabıyı göstererek 'Benim satış işlemim bitti!' dedi, 'Sıra sende… Şimdi sen de bana bunu satarsan çok memnun olurum.'
'Şaka mı yapıyorsunuz?' diye kekeledi çocuk, 'Bu kadar eski bir ayakkabı para eder mi hiç?'
'Sen çok cahil kalmışsın be arkadaş...' dedi adam, 'Antika eşyalardan haberin yok herhâlde. Bir antika ne kadar eski ise o kadar para eder. Bu yüzden senin şu ayakkabın var ya, bence en az 100 lira eder.'
Küçük çocuk, şaşkınlık içindeydi…
Yaşadığı şey gerçek olamazdı, tatlı bir rüya görüyor olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya… Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı iki tane 50’lik banknota göz gezdirdikten sonra onlardan birini geri uzattı. 'Bana göre 50 lira yeterli.' dedi çocuk. 'İndirim mevsimini başlatmıştınız ya az önce!..'
Adam onu kıramayıp 50 lirayı geri aldı ve yanağına bir öpücük kondurdu.
İçi içine sığmıyordu ikisinin de… Ama özellikle adamın…
Mallarının hepsini bir günde satmış olsa bile böyle bir mutluluk yaşayamazdı.
Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu da kanatlanmış uçuyor gibiydi. Sımsıcak bir tebessümle ayakkabıcıya teşekkür edip 'Babam haklıymış, sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yokmuş!.. dedi…“
***
Şimdi…
En başta sorduğum o soruları anımsıyor musunuz?
Yanıtlarını düşünmüş olmalısınız.
Ben de bir yandan düşündüm:
Vicdan dediğimiz şey sadece büyüklere özgü olamaz…
İyilik sadece zenginlerin harcı değildir…
Sadece çocuklar saf değildir; bazı büyükler de başlarından geçen onca şeye rağmen saflıklarını koruyabilmişlerdir.
Ve sadece düşkünlerin değil, iki ayağının üzerinde dimdik duruyormuş gibi gözükenlerin de aslında merhamete ihtiyaçları vardır.
***
Tam da bu bağlamda…
Marlo Morgan’ın Bir Çift Yürek’ini okumuş muydunuz?
Yazarın o harika kitabının belki de en çarpıcı cümlesiyle bitirelim:
‘Kan ve kemik tüm insanlarda bulunur. Farklı olan yürek ve niyettir’
Ve fakat şu ‘niyet’ sözcüğünü ben, bu yıl 82’nci yaşını kutlayan o muhteşem kadının hoşgörüsüne sığınarak ‘vicdan’ sözcüğüyle değiştirmek istiyorum. Böylece daha iyi bir Türkçe uyarlaması olur diye düşünüyorum:
‘Kan ve kemik bütün insanlarda bulunur. Onları birbirinden ayıran şey yürek ve vicdandır’ diyorum…
Sadece çocuklar mı saftır?
Sadece düşkünlerin mi merhamete ihtiyacı vardır?..
Cevabınızı söze dökmeden önce lütfen şu kısa hikâyeyi okuyun:
“Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar çok lüks sayılmazdı ama küçük bir dükkân için yeterliydi.
Dükkân sahibi ayakkabıların en güzelini vitrinin ön tarafına koyunca koltuk değneğine dayanan çocuk cama biraz daha yaklaştı.
Güçlükle hareket ediyordu...
Adam çocuğa göz ucuyla bir kez daha baktı.
Çocuğun üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin altından itibaren boştu. Bu yüzden de rüzgârda sağa sola uçuşuyordu.
Çocuk, baktığı ayakkabıların etkisiyle sanki kendinden geçmişti.
Bir süre öylece donakaldı. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda adam dükkândan dışarı fırlayıp 'Hey küçük, baksana!' diye seslendi. 'Ayakkabı almayı mı düşünmüştün yoksa? Bu seneki modeller bir harika!'
Çocuk, ona dönerek 'Gerçekten çok güzeller!' diye gülümsedi ve devam etti 'Ama benim bir bacağım doğuştan eksik…’
'Bence önemli değil!' diye atıldı adam. 'Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı...'
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam konuşmayı sürdürdü 'Keşke vicdanımız eksik olacağına ayaklarımız eksik olsaydı…'
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp 'Anlayamadım’ dedi, ‘Niye öyle olsun ki?’
'Çok basit!' dedi adam. 'Eğer vicdanımız yoksa cennete giremeyiz ama ayaklar yoksa problem değil. Zaten öbür dünyada tüm eksikler tamamlanacakmış. Hatta bu dünyada bir engeli olan insanlar, sağlamlara oranla daha fazla ödül alacakmış...'
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek 'Baktığın ayakkabı sana mutlaka çok yakışır!' dedi, 'Denemek ister misin?'
Çocuk, başını iki yana sallayıp 'Üzerinde 300 lira yazıyor' dedi, 'Almam mümkün değil ki!'
'İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!' dedi adam, 'Bu durumda 200 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 100 lira eder.' Çocuk biraz düşünüp 'Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!' dedi, 'Onu kim alır ki?'
'Amma yaptın ha!' diye güldü adam. 'Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.’
Küçük çocuğun aklı bu sözlere yatmıştı. Yine de 100 lira, hayalini bile kuramayacağı bir paraydı. Adam devam etti 'Üstelik de öğrencisin değil mi?'
‘İkiye gidiyorum!' diye atıldı çocuk, 'Hatta üçe geçtim sayılır, derslerim çok iyi…'
'Tamam, işte!' dedi adam, '40 Lira öğrenci indirimi yapsak, 40 lira da alacağın taktir ya da teşekkür belgesine saysak, geriye de kalır 20 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, tamı tamına sıfır liraya sattım gitti!..'
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu ama adam özellikle vitrinde olanı, çocuğun bakışlarıyla değer kazanan o ayakkabıyı çıkarttı.
Bir tabure alıp döndü ve çocuğu oturtup yeni ayakkabısını kendi eliyle giydirdi. Sonra çıkarttığı tabanı delinmiş eski ayakkabıyı göstererek 'Benim satış işlemim bitti!' dedi, 'Sıra sende… Şimdi sen de bana bunu satarsan çok memnun olurum.'
'Şaka mı yapıyorsunuz?' diye kekeledi çocuk, 'Bu kadar eski bir ayakkabı para eder mi hiç?'
'Sen çok cahil kalmışsın be arkadaş...' dedi adam, 'Antika eşyalardan haberin yok herhâlde. Bir antika ne kadar eski ise o kadar para eder. Bu yüzden senin şu ayakkabın var ya, bence en az 100 lira eder.'
Küçük çocuk, şaşkınlık içindeydi…
Yaşadığı şey gerçek olamazdı, tatlı bir rüya görüyor olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya… Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı iki tane 50’lik banknota göz gezdirdikten sonra onlardan birini geri uzattı. 'Bana göre 50 lira yeterli.' dedi çocuk. 'İndirim mevsimini başlatmıştınız ya az önce!..'
Adam onu kıramayıp 50 lirayı geri aldı ve yanağına bir öpücük kondurdu.
İçi içine sığmıyordu ikisinin de… Ama özellikle adamın…
Mallarının hepsini bir günde satmış olsa bile böyle bir mutluluk yaşayamazdı.
Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu da kanatlanmış uçuyor gibiydi. Sımsıcak bir tebessümle ayakkabıcıya teşekkür edip 'Babam haklıymış, sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yokmuş!.. dedi…“
***
Şimdi…
En başta sorduğum o soruları anımsıyor musunuz?
Yanıtlarını düşünmüş olmalısınız.
Ben de bir yandan düşündüm:
Vicdan dediğimiz şey sadece büyüklere özgü olamaz…
İyilik sadece zenginlerin harcı değildir…
Sadece çocuklar saf değildir; bazı büyükler de başlarından geçen onca şeye rağmen saflıklarını koruyabilmişlerdir.
Ve sadece düşkünlerin değil, iki ayağının üzerinde dimdik duruyormuş gibi gözükenlerin de aslında merhamete ihtiyaçları vardır.
***
Tam da bu bağlamda…
Marlo Morgan’ın Bir Çift Yürek’ini okumuş muydunuz?
Yazarın o harika kitabının belki de en çarpıcı cümlesiyle bitirelim:
‘Kan ve kemik tüm insanlarda bulunur. Farklı olan yürek ve niyettir’
Ve fakat şu ‘niyet’ sözcüğünü ben, bu yıl 82’nci yaşını kutlayan o muhteşem kadının hoşgörüsüne sığınarak ‘vicdan’ sözcüğüyle değiştirmek istiyorum. Böylece daha iyi bir Türkçe uyarlaması olur diye düşünüyorum:
‘Kan ve kemik bütün insanlarda bulunur. Onları birbirinden ayıran şey yürek ve vicdandır’ diyorum…