‘Dünyanın en iyi üniversitelerinin sayısız online dersine ücretsiz olarak ulaşabileceğiniz bir internet sitesi var: Coursera…
Coursera’nın en popüler derslerinden biri olan ve her sezon yaklaşık 2 milyon öğrencinin kaydolduğu ‘Öğrenmeyi Öğrenmek’ dersinin hocalarından biri Barbara Oakley’dir. Oakley aynı zamanda zihin ve öğrenmeyle ilgili kitaplar yazmış bir mühendislik profesörüdür.’
Kısa süre önce Eğitimpedia, Oakley’i okuduğunuz bu ifadelerle yeniden gündeme getirdi. İşte o Barbara Oakley, öğrenmenin doğasına değinen makalesinde bizi bugünün okullarıyla ilgili bir tanıma, daha doğrusu bir seçim yapmaya yönelten kritik bir soru soruyor:
‘Yürüyen’ beyin’ mi, ‘yarış arabası’ beyin mi?
Eğitim denince hangisini tercih etmemiz gerekir?’
‘Evet, Oakley’e göre bir yarış arabası beyni, bir de yürüyen beyin vardır. İkisi de bitiş çizgisine ulaşır, ama aynı anda değil. Yarış arabası beyni bitişe çok hızlı bir şekilde varır; ama her şey birkaç saniyede olup biter. Yürüyen beyin ise acele etmez. Şarkı söyleyen kuşları duyar, tavşan izlerini görür, yaprakları hisseder… Bu, çok farklı bir deneyimdir ve bazı yönleriyle daha zengin ve daha derindir. Her şeyi hemen öğrenen biri olmanıza gerek yok. Bazen yavaş ilerleyerek bir konuyu daha derinlemesine öğrenebilirsiniz’.
Bu yaklaşım, kesinlikle insanın doğasına uygun, son derece rasyonel.
Bununla birlikte; Eğitimpedia’da yayınlanan Oakley’le ilgili bu yazıyı okumamdan yıllar yıllar önce de, neredeyse yirmi yıldır, mensubu veya yönetim paydaşı olduğum Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden Bilkent Üniversitesi’ne, Başarı Koleji’nden Türk Eğitim Derneği’nin Alanya ve Mersin’deki kolejlerine, kaliteye yolculuğunda birbirinden değerli prensiplere odaklanmış farklı okul iklimleri içerisinde öğretmenlerle, öğrencilerle ve velilerle okul politikaları üzerine eğilirken -özellikle de ‘Yaşadığımız çağda ortaya çıkan yeni gereksinimlere yanıt verebilecek okul, nasıl bir okuldur?’ sorusuna ortak akılla yanıt ararken- ‘hız’ ve ‘yoğunlaşma’ etkenlerine daima çok dikkatlice dokunduğumuzu anımsıyorum.
Deyim yerindeyse saati kurulmuş bir bombanın içindeki kablolara dokunan uzman gibiydik…
Ama bir şeyi abartmıyorduk ve öyle davranmakta haklıydık. Yanlış hız, yanlış zamanlama, yanlış etkene yoğunlaşma, çocuklarımız açısından geri döndürülemez sonuçlar doğuracak kazalara neden olabilirdi…
Keza aynı yaklaşım, günümüzde -belki özellikle bizim ülkemizde- eğitimle ilgili hemen her konuda gittikçe keskinleşen ‘daha hızlı-daha yoğun-daha fazla ama aynı zamanda bütünüyle kusursuz’ ürün beklentisiyle de ilgili.
Ben, bu durumun bilimsel ihtiyaçlardan çok hırçınlaşan rekabetle ilgili olduğu fikrindeyim. Daha açık söyleyişle; hız çılgınlığının, an be an ve akıl almaz bir ivmeyle genişleyen bilgi evreninden ve modern insanın artan gereksinimlerinden daha ziyade, eğitim sektöründe etik ve ekonomik sınırları alt üst eden ‘rekabet’ olgusundan kaynaklandığını düşünüyorum.
Özetle; ‘bir iki saat içinde milyonları elemeye, ayıklamaya dayalı ulusal ölçme-değerlendirme sistemimiz, eğitim kurumları arasındaki kontrolden çıkmış rekabetle birleşince’ hız da doğal olarak eğitim alanında bir kalite ölçütüymüş gibi algılanıyor.
Büyük yanılgı…
Bu noktada yine Oakley’e döneceğiz: ‘Her şeyi hemen öğrenen biri olmanıza gerek yok. Bazen yavaş ilerleyerek bir konuyu daha derinlemesine öğrenebilirsiniz’!
***
Az önce değindiğim gibi kurumdaşlarla, öğretmenlerle, öğrencilerle ve velilerle okul politikaları üzerine söyleşirken her seferinde şu ‘hız’ etkenini ‘patlayıcı maddeye dokunur gibi’ dikkatlice ele aldık. Öyle yaparken de kullanışlı bir metafordan yararlandık:
‘İyi bir okul Formula-1 arabası gibi değil traktör gibi hareket eder’ dedik.
Hızın değil; ivmenin, gücün, verimliğin, sonuçta da hasat edilebilen şeyin (ürünün) amaçlandığına vurgu yaptık. Biz o vurguyu yaparken sıradan bir Formula-1 arabasının en pahalı traktörden kat be kat daha pahalı olduğunu biliyorduk. Halbuki pahalı olmakla değerli olmak aynı şey değil, biliyorduk. Bir tarlanın kıyısında dikilip bir traktörü -bundan haz alarak- seyreden birine rastlamanın binde bir olasılık olduğunu ama Formula-1 sezonunun herhangi bir yarışını 1 buçuk milyarın üzerinde dünyalının izlediğini de biliyorduk.
Gerçekte farkında olduğumuz öz bilgi şu ki ‘eğitim alanında esas sorun ne reytingdir ne fiyattır ne de hız. Eğitimde esas sorun veya öncelik, her zaman olumlu-istendik davranış değişimi oluşturabilmektir ve yani bir bakıma ürüne odaklı oluştur.’
Ve okulların kayıt bürolarındaki görevliler -doğru şeylerden dürüstçe, bilimsellikle söz edenleri tenzih ederim- size neyi, nasıl anlatırlarsa anlatsınlar eğitim dünyasında ‘her şeyi hemen öğrenen biri olmanız şart değildir’!
Tabii eğer siz ununuzu eleyip eleğinizi astıysanız bu şimdi daha çok çocuğunuz için geçerlidir.
***
Traktör metaforunda ‘ürüne-hasada odaklı performans’ dışında başka espriler de var:
Bunlarla birlikte; traktörün arkadaki -kocaman olan- tekerleği güç üretir. Ele aldığımız metafor içinde traktörün bu kısmını bazı okullar temel bilim alanları, başka bir deyişle sınav grubu dersler olarak ele alır. Önde olan, görece küçük, üstelik güç bile üretemeyen tekerlek ise sanat ve spor grubu dersler olarak değerlendirilir...
Kritik detay şu: Traktör, kaç beygir güç üretirse üretsin, ön tekerlekleri, dolayısıyla bir yönlendirme kurgusu olmadan iş göremez.
Ve 21.Yüzyılın esas sorunu, bunca bilgiyi, bunca gücü, bunca birikimi; sanatın, sporun ve kültürel etkinliklerin imbiğinden geçirerek doğru amaca, doğru ürüne, doğru -ve abartılmamış, akla uygun- hızla yönlendirebilme ya da yönlendirememe sorunudur.
Başka bir deyişle 21.Yüzyılın okulları açısından;
Ve…
Gerçek şu ki bütün bunlar, önceki yüzyıllarda da en az şimdiki kadar önemliydi.
‘Değişen bir şey yok!’ demek istemiyorum. Bu, insanlığın bugüne dek gerçekleştirdiği ilerlemeleri hafife almak olur. Elbette değişen çok şey var; ama insanın evrensel yanına ve bütünüyle insana değinen en temel gereksinimlerin ‘zamanın, mekânın ve paranın çok üstünde’ şeyler olduklarını kabul etmemiz gerekir.
İşte bu çok önemli.
***
Bir dipnot…
Coursera’nın en popüler derslerinden biri olan ve her sezon yaklaşık 2 milyon öğrencinin kaydolduğu ‘Öğrenmeyi Öğrenmek’ dersinin hocalarından biri Barbara Oakley’dir. Oakley aynı zamanda zihin ve öğrenmeyle ilgili kitaplar yazmış bir mühendislik profesörüdür.’
Kısa süre önce Eğitimpedia, Oakley’i okuduğunuz bu ifadelerle yeniden gündeme getirdi. İşte o Barbara Oakley, öğrenmenin doğasına değinen makalesinde bizi bugünün okullarıyla ilgili bir tanıma, daha doğrusu bir seçim yapmaya yönelten kritik bir soru soruyor:
‘Yürüyen’ beyin’ mi, ‘yarış arabası’ beyin mi?
Eğitim denince hangisini tercih etmemiz gerekir?’
‘Evet, Oakley’e göre bir yarış arabası beyni, bir de yürüyen beyin vardır. İkisi de bitiş çizgisine ulaşır, ama aynı anda değil. Yarış arabası beyni bitişe çok hızlı bir şekilde varır; ama her şey birkaç saniyede olup biter. Yürüyen beyin ise acele etmez. Şarkı söyleyen kuşları duyar, tavşan izlerini görür, yaprakları hisseder… Bu, çok farklı bir deneyimdir ve bazı yönleriyle daha zengin ve daha derindir. Her şeyi hemen öğrenen biri olmanıza gerek yok. Bazen yavaş ilerleyerek bir konuyu daha derinlemesine öğrenebilirsiniz’.
Bu yaklaşım, kesinlikle insanın doğasına uygun, son derece rasyonel.
Bununla birlikte; Eğitimpedia’da yayınlanan Oakley’le ilgili bu yazıyı okumamdan yıllar yıllar önce de, neredeyse yirmi yıldır, mensubu veya yönetim paydaşı olduğum Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden Bilkent Üniversitesi’ne, Başarı Koleji’nden Türk Eğitim Derneği’nin Alanya ve Mersin’deki kolejlerine, kaliteye yolculuğunda birbirinden değerli prensiplere odaklanmış farklı okul iklimleri içerisinde öğretmenlerle, öğrencilerle ve velilerle okul politikaları üzerine eğilirken -özellikle de ‘Yaşadığımız çağda ortaya çıkan yeni gereksinimlere yanıt verebilecek okul, nasıl bir okuldur?’ sorusuna ortak akılla yanıt ararken- ‘hız’ ve ‘yoğunlaşma’ etkenlerine daima çok dikkatlice dokunduğumuzu anımsıyorum.
Deyim yerindeyse saati kurulmuş bir bombanın içindeki kablolara dokunan uzman gibiydik…
Ama bir şeyi abartmıyorduk ve öyle davranmakta haklıydık. Yanlış hız, yanlış zamanlama, yanlış etkene yoğunlaşma, çocuklarımız açısından geri döndürülemez sonuçlar doğuracak kazalara neden olabilirdi…
Keza aynı yaklaşım, günümüzde -belki özellikle bizim ülkemizde- eğitimle ilgili hemen her konuda gittikçe keskinleşen ‘daha hızlı-daha yoğun-daha fazla ama aynı zamanda bütünüyle kusursuz’ ürün beklentisiyle de ilgili.
Ben, bu durumun bilimsel ihtiyaçlardan çok hırçınlaşan rekabetle ilgili olduğu fikrindeyim. Daha açık söyleyişle; hız çılgınlığının, an be an ve akıl almaz bir ivmeyle genişleyen bilgi evreninden ve modern insanın artan gereksinimlerinden daha ziyade, eğitim sektöründe etik ve ekonomik sınırları alt üst eden ‘rekabet’ olgusundan kaynaklandığını düşünüyorum.
Özetle; ‘bir iki saat içinde milyonları elemeye, ayıklamaya dayalı ulusal ölçme-değerlendirme sistemimiz, eğitim kurumları arasındaki kontrolden çıkmış rekabetle birleşince’ hız da doğal olarak eğitim alanında bir kalite ölçütüymüş gibi algılanıyor.
Büyük yanılgı…
Bu noktada yine Oakley’e döneceğiz: ‘Her şeyi hemen öğrenen biri olmanıza gerek yok. Bazen yavaş ilerleyerek bir konuyu daha derinlemesine öğrenebilirsiniz’!
***
Az önce değindiğim gibi kurumdaşlarla, öğretmenlerle, öğrencilerle ve velilerle okul politikaları üzerine söyleşirken her seferinde şu ‘hız’ etkenini ‘patlayıcı maddeye dokunur gibi’ dikkatlice ele aldık. Öyle yaparken de kullanışlı bir metafordan yararlandık:
‘İyi bir okul Formula-1 arabası gibi değil traktör gibi hareket eder’ dedik.
Hızın değil; ivmenin, gücün, verimliğin, sonuçta da hasat edilebilen şeyin (ürünün) amaçlandığına vurgu yaptık. Biz o vurguyu yaparken sıradan bir Formula-1 arabasının en pahalı traktörden kat be kat daha pahalı olduğunu biliyorduk. Halbuki pahalı olmakla değerli olmak aynı şey değil, biliyorduk. Bir tarlanın kıyısında dikilip bir traktörü -bundan haz alarak- seyreden birine rastlamanın binde bir olasılık olduğunu ama Formula-1 sezonunun herhangi bir yarışını 1 buçuk milyarın üzerinde dünyalının izlediğini de biliyorduk.
Gerçekte farkında olduğumuz öz bilgi şu ki ‘eğitim alanında esas sorun ne reytingdir ne fiyattır ne de hız. Eğitimde esas sorun veya öncelik, her zaman olumlu-istendik davranış değişimi oluşturabilmektir ve yani bir bakıma ürüne odaklı oluştur.’
Ve okulların kayıt bürolarındaki görevliler -doğru şeylerden dürüstçe, bilimsellikle söz edenleri tenzih ederim- size neyi, nasıl anlatırlarsa anlatsınlar eğitim dünyasında ‘her şeyi hemen öğrenen biri olmanız şart değildir’!
Tabii eğer siz ununuzu eleyip eleğinizi astıysanız bu şimdi daha çok çocuğunuz için geçerlidir.
***
Traktör metaforunda ‘ürüne-hasada odaklı performans’ dışında başka espriler de var:
- Traktör, güç ve yön dengesi açısından harikulade bir makinadır. Başka bir ifadeyle ‘gücü sorunun veya ihtiyacın odağına yönlendirmek’ açısından gerçek bir fenomendir…
- Farklı mevsimlerde-farklı modlarda çalışabilir…
- Traktör; yük taşımadan ekime, ilaçlamadan sulamaya, toprağı sürmeden hasada; farklı işlevleri bir tek nesnede buluşturabilir, kelimenin tam anlamıyla ‘hibrit’tir…
Bunlarla birlikte; traktörün arkadaki -kocaman olan- tekerleği güç üretir. Ele aldığımız metafor içinde traktörün bu kısmını bazı okullar temel bilim alanları, başka bir deyişle sınav grubu dersler olarak ele alır. Önde olan, görece küçük, üstelik güç bile üretemeyen tekerlek ise sanat ve spor grubu dersler olarak değerlendirilir...
Kritik detay şu: Traktör, kaç beygir güç üretirse üretsin, ön tekerlekleri, dolayısıyla bir yönlendirme kurgusu olmadan iş göremez.
Ve 21.Yüzyılın esas sorunu, bunca bilgiyi, bunca gücü, bunca birikimi; sanatın, sporun ve kültürel etkinliklerin imbiğinden geçirerek doğru amaca, doğru ürüne, doğru -ve abartılmamış, akla uygun- hızla yönlendirebilme ya da yönlendirememe sorunudur.
Başka bir deyişle 21.Yüzyılın okulları açısından;
- Eğitim dünyasında -veya piyasasında (!)- bugün maalesef genellikle ‘gösteri’ pazarlanıyor olsa da aslında ‘ürün’ daha önemli.
- Eğlenceden daha çok sorun çözümünün öğretimi önemli.
- Evet, öğretirken eğlendirebilmek elbette önemli; ama gidiş yolu her zaman eğlenceli olmasa da kalıcı öğrenimler gerçekleştirmek de en az eğlenmek ve haz almak kadar önemli.
- Kazanç, ciro, kârlılık vs. ‘işletmenin hayatta kalabilmesi’ açısından elbette önemlidir ama bütün karar ve uygulamalarda bilimsellik, ne pahasına olursa olsun hayatta kalma ihtirasından çok daha önemli.
- Artış, büyüme, en çok tercih edilen olma, yinelenen pozitif istatistiki veriler vs. bir okul, hele de bir özel okul için mutlaka hayatidir; ama o okula hangi sosyal ve etik değerlerin yön verdiği (traktör metaforundaki o ön tekerlek sembolünün okul ikliminde kime, neyi çağrıştırdığı, ne ifade ettiği) kesinlikle daha önemli.
Dolayısıyla 21.Yüzyılın okulları için hızdan daha çok güç, dayanıklılık, ivme ve ilerleme yönü değerlidir. Öyleyse bugün iyi bir okulun Formula-1 arabası gibi değil, traktör gibi çalışabiliyor olması önemlidir.
Ve…
Gerçek şu ki bütün bunlar, önceki yüzyıllarda da en az şimdiki kadar önemliydi.
‘Değişen bir şey yok!’ demek istemiyorum. Bu, insanlığın bugüne dek gerçekleştirdiği ilerlemeleri hafife almak olur. Elbette değişen çok şey var; ama insanın evrensel yanına ve bütünüyle insana değinen en temel gereksinimlerin ‘zamanın, mekânın ve paranın çok üstünde’ şeyler olduklarını kabul etmemiz gerekir.
İşte bu çok önemli.
***
Bir dipnot…