‘Dünyanın en zeki insanı olsanız bile bulunduğunuz ortam eğer vasat ve vasatın altındaki insanlarla doluysa bırakın gelişmeyi, mevcut düzeyinizi korumak için bile imkânınız yok demektir’ diyor Jim Rohn (1930-2009).
Ve bu harikulade dramatik saptamasını yine harikulade özdeyişiyle bitiriyor: ‘İnsan, en çok zaman geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.’
***
Sizin hayatınızdaki o beş kişi kim? Bir düşünün…
Adları sizde saklıdır elbette.
Ve fakat şundan emin olabilirsiniz:
Ya kolunuza girip sizi ayağa kaldırıyor ya da çelme takıp yere seriyor…
Veya tam tersi oluyor ki o da aynı oranda çarpıcı…
Mümkün mü?
***
‘Yok bu olmadı, dostlarımı önemserim ama ben bu kadar da edilgen değilim’ diyeceksiniz ki haklısınız. Siz de o beş kişinin ‘mühim’ bir parçası olarak aynı oranda, belki de daha fazla ‘diğerlerini etkiliyorsunuz’. ‘Aktif’ olma olasılığınız da var yani. Dostlarınızın kendi mesleklerine ve gelirlerine bakışlarını, hobilerini, alışkanlıklarını, politik tercihlerini, damak zevklerini, mutluluk veya mutsuzluklarını siz biçimlendiriyor olabilirsiniz.
İyilik ya da kötülük ediyorsunuz olabilirsiniz onlara.
Tıpkı onların size ettiği gibi.
Öte yandan filozofik kökü ilk bakışta Rohn’a dayanıyormuş gibi görünen bu yaklaşımın sanki itiraz kaldırır bir boyut daha var:
İnsanlar beşerli gruplar halinde yaşamıyorlar ki?
Mesela benim beş yakın arkadaşımın, benim dışımdaki dostları farklı kişiler. Binom açılımı gibi; birbiriyle kesişen, kesişe kesişe büyüyen beşli-altılı halkalar…
Ne olacak peki?
Telaşlanmayın, böyle olduğu için hayatınız bir anda değişmeyecek. Toplumun gizli psiko-sosyal sentezi böyle usul usul oluşuyor. Hepsi bu…
Hem olimpiyat halkaları gibi iç içe geçmiş o onlu, yüzlü etkileşim grupları, Rohn’un öne sürdüğü tezle çelişen bir durum değil. Yakın halkalar birbirini daha fazla etkiliyor ve bu ‘sonsuz etkileşim reaksiyonu’ toplumun kültürünü, kimliğini oluşturuyor.
Onun için Türk Türk’e, Fransız da Fransız’a benziyor genel anlamda. Onun için Erzincan’daki hayatla Lyon’daki hayat bir birini tam olarak tutmuyor.
Ve dolayısıyla da genlerimize işlemiş yerel özelliklere karşın başka kültürlerden dostlar edinmiş insanlar kendi kültür ve geleneklerini biraz daha kolay esnetebiliyorlar.
Toleranslar tam da orada doğuyor.
Jim Rohn’dan çok çok önce Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’de, İbn-i Haldun’un Mukaddime’de kusursuzca açıkladığı gibi; etkileşim ortamlarındaki sosyal -ve doğal- toleranslar hep olduğu için toplumlar sürekli değişiyor; hiç kimse bin yıl önceki yerinde kalmıyor, kalamıyor.
Sonuçtan hoşlansak da hoşlanmasak da böyle…
***
Toparlayalım:
Hep yanınızda ya da yakınınızda olması şart değil…
Belki biri, birkaçı fiziksel mesafe cinsinden uzağınızdadır; ama öyle olsa bile büyük olasılıkla o, hep aklınızdadır. Belki uzun zaman önce vedalaşıp ayrıldığınız biri, birileri hâlâ derinden etkiliyordur sizi.
Hayatlarımıza en çok onlar yön veriyordur belki de…
Hakikaten, kim onlar?
Tam da ‘5’ Şubat günü o ‘beş’ kişiyi bir düşünelim bakalım…
…
(Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız dergisi Şubat-2019 sayısında yayımlanan yazısından alıntı)
Ve bu harikulade dramatik saptamasını yine harikulade özdeyişiyle bitiriyor: ‘İnsan, en çok zaman geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.’
***
Sizin hayatınızdaki o beş kişi kim? Bir düşünün…
Adları sizde saklıdır elbette.
Ve fakat şundan emin olabilirsiniz:
- O beş kişi, sizin iş ahlakınızı, etik profilinizi belirliyor; her gün yapmakta olduğunu işe, mesleğinize hangi gözle bakacağınıza; gelirinizle ne kadar tatmin olacağınıza ya da her gün moralinizi kaç kere yerle bir edeceğinize büyük ölçüde onlar karar veriyor.
Ya kolunuza girip sizi ayağa kaldırıyor ya da çelme takıp yere seriyor…
- O beş kişi, hobilerinizi etkiliyor; iş saatleri dışında nerede nasıl zaman geçireceğinize yön veriyor. ‘Boş ver orayı, şuraya gidelim, şunu yapalım’ dendiğinde bundan etkileniyor ve karar değiştiriyorsunuz zaman zaman. Böylelikle aslında sizin kimliğinizi biçimlendiren bir hobiden de uzaklaşmış oluyorsunuz.
- Sizin alışkanlıklarınıza hükmediyor o beş kişi; yani ya ‘Kır atın yanında dura dura huyundan da suyundan da alıyorsunuz’ veya ‘Üzüm olup yanınızdaki üzüme baka baka kararıyorsunuz’. Fark eden bir şey olmuyor yani. Siz kaçınılmaz biçimde en yakınınızdaki arkadaşlarınıza dönüşüyorsunuz. Türkçede bu durum ‘Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’ diye özetleniyor.
- Her zaman yakınınızda olan o beş kişi, sizin politik tercihlerinizi parti liderlerinden daha fazla etkiliyor; onlardan etkilenerek daha muhafazakâr veya daha liberal oluyorsunuz. Fikir değiştirme, yeni bakış açılarına yönelme, başka görüşlere hoşgörü gösterme olasılığınız o çok yakın beş dostunuzun size telkin ettiği esneklik ölçüsünde mümkün. Onlarla aynı tiplerden hoşlanıp köprüler kuruyor ve yine aynı kişilere karşı birlikte duvarlar örüyorsunuz…
- Sizin damak zevkinize etki ediyor o beş kişi; ‘O öyle yenmez’ ya da ‘Onun yanında şu yenir mi hiç?’ dediklerinde yediğinizle içtiğinizle ilgili kararsızlığa düşüyorsunuz ve %51 ihtimalle de önceki tercihinizle ilgili kararınızı değiştiriyorsunuz ve ‘onu’ artık öyle yemiyorsunuz. Dolayısıyla uğradığınız lokanta, restoran, hatta muhit bile değişiyor. Başka bir deyişle tantuniciden Çin restoranına yumuşak (!) bir geçiş gerçekleştiriyorsunuz.
Veya tam tersi oluyor ki o da aynı oranda çarpıcı…
- İnanın ne zaman mutlu ne zaman mutsuz olacağımıza bile aslında o beş kişi karar veriyor. Yakın dostlar ortalaması; onların çok mutsuz, çok karamsar, çok umutsuz olduğu durumlarda siz mutlu olabiliyor musunuz?
Mümkün mü?
***
‘Yok bu olmadı, dostlarımı önemserim ama ben bu kadar da edilgen değilim’ diyeceksiniz ki haklısınız. Siz de o beş kişinin ‘mühim’ bir parçası olarak aynı oranda, belki de daha fazla ‘diğerlerini etkiliyorsunuz’. ‘Aktif’ olma olasılığınız da var yani. Dostlarınızın kendi mesleklerine ve gelirlerine bakışlarını, hobilerini, alışkanlıklarını, politik tercihlerini, damak zevklerini, mutluluk veya mutsuzluklarını siz biçimlendiriyor olabilirsiniz.
İyilik ya da kötülük ediyorsunuz olabilirsiniz onlara.
Tıpkı onların size ettiği gibi.
Öte yandan filozofik kökü ilk bakışta Rohn’a dayanıyormuş gibi görünen bu yaklaşımın sanki itiraz kaldırır bir boyut daha var:
İnsanlar beşerli gruplar halinde yaşamıyorlar ki?
Mesela benim beş yakın arkadaşımın, benim dışımdaki dostları farklı kişiler. Binom açılımı gibi; birbiriyle kesişen, kesişe kesişe büyüyen beşli-altılı halkalar…
Ne olacak peki?
Telaşlanmayın, böyle olduğu için hayatınız bir anda değişmeyecek. Toplumun gizli psiko-sosyal sentezi böyle usul usul oluşuyor. Hepsi bu…
Hem olimpiyat halkaları gibi iç içe geçmiş o onlu, yüzlü etkileşim grupları, Rohn’un öne sürdüğü tezle çelişen bir durum değil. Yakın halkalar birbirini daha fazla etkiliyor ve bu ‘sonsuz etkileşim reaksiyonu’ toplumun kültürünü, kimliğini oluşturuyor.
Onun için Türk Türk’e, Fransız da Fransız’a benziyor genel anlamda. Onun için Erzincan’daki hayatla Lyon’daki hayat bir birini tam olarak tutmuyor.
Ve dolayısıyla da genlerimize işlemiş yerel özelliklere karşın başka kültürlerden dostlar edinmiş insanlar kendi kültür ve geleneklerini biraz daha kolay esnetebiliyorlar.
Toleranslar tam da orada doğuyor.
Jim Rohn’dan çok çok önce Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’de, İbn-i Haldun’un Mukaddime’de kusursuzca açıkladığı gibi; etkileşim ortamlarındaki sosyal -ve doğal- toleranslar hep olduğu için toplumlar sürekli değişiyor; hiç kimse bin yıl önceki yerinde kalmıyor, kalamıyor.
Sonuçtan hoşlansak da hoşlanmasak da böyle…
***
Toparlayalım:
Hep yanınızda ya da yakınınızda olması şart değil…
Belki biri, birkaçı fiziksel mesafe cinsinden uzağınızdadır; ama öyle olsa bile büyük olasılıkla o, hep aklınızdadır. Belki uzun zaman önce vedalaşıp ayrıldığınız biri, birileri hâlâ derinden etkiliyordur sizi.
Hayatlarımıza en çok onlar yön veriyordur belki de…
Hakikaten, kim onlar?
Tam da ‘5’ Şubat günü o ‘beş’ kişiyi bir düşünelim bakalım…
…
(Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız dergisi Şubat-2019 sayısında yayımlanan yazısından alıntı)