Öğretmenlerimizin yaz tatili bitti ve dün, yeni eğitim-öğretim yılı için ‘toprağa ilk çapa vuruldu’.
Hayırlı, uğurlu olsun!
Yanlış okumadınız, ‘çapa vurmak’ deyimini bile isteye kullandım; çünkü okullarda yeni süreçlerin başlama anlarının nutuklarla uzayan ve o nedenle de daha çok kapanışları andıran törenler gibi değil, arkeolojik kazıların başlangıcında ilk çapanın alkışlarla toprağa vurulduğu seramoniler gibi mütevazı ve merak uyandırıcı olması gerektiğine inanıyorum. Bir eğitimci olarak böyle hayal ediyorum çünkü akademik yılla birlikte başlayan şey, saklı değerlere ve potansiyellere dönük yarı ütopik bir kazıdır…
Niye yarısı ütopik?
Diğer yarısı ne?..
Bu konuya sonra başka bir yazıda değiniriz belki.
Şimdi izninizle geçtiğimiz haftaya dönmek istiyorum:
Biliyorsunuz; birkaç gün önce bayramdı, bitti…
Ve bayram, orman yangınının üzerine inen eylül yağmuruna benzedi bu kez.
Kimi, ne kadar sevindirdi ya da herkesin yüreğini ferahlatmaya yetti mi bilemeyeceğim; ama galiba hayat devam ettiği müddetçe yarın birçok şeyin dündekinden çok daha iyi olabileceğine bu yaşta biraz daha fazla inandığım için bayram da benim gözüme bu kez yeni bir hayatın başlangıcıymış gibi gözüktü.
Öncekilerden epeyce farklı olarak…
***
Bayram yazışmaları içerisinde ellime geçen bir metinde ‘başımıza gelebilecek en berbat dört şey’ şöyle sıralamış, ben de üzerine daha derin düşünmek için not etmişim. Bunlar, aynı zamanda çağdaş filozofların ‘küresel mutsuzluk eğilimi’ diye tarif ettiği şeyin yine filozoflara göre esas tetikleyicileri:
Ben, bu dört duruma üç şey daha ekliyorum:
Çok berbat şeyler bunlar!
Öyleyse…
Akıntıyı tersine döndürmek istiyorsak işimize bu berbat şeyleri yok ederek başlamamız lazım:
Mesela; hayatımızın herhangi bir anında ‘çaresizliğe düşmek istemiyorsak’ bütün yolculukların ilk adımından itibaren ‘A Planı’nın yanına B, hatta C planları eklememiz gerekiyor.
Bununla birlikte engelleri ve hendekleri bir yolunu bularak köprülere ve tünellere dönüştürmek, geleceğe dönük muhteşem bir yatırım olur; bize bütün krizlerden çıkış yolları sunar.
Ve mesela; hani her zaman, her konuda olmasa da arada bir ‘Eller ne der?’ kıskacını kırarak kendi isteklerimize de kulak vermeyi başarmamız gerekiyor.
Akıntıyı tersine döndürmek istiyorsak tabii…
(Devamı yarın)
Hayırlı, uğurlu olsun!
Yanlış okumadınız, ‘çapa vurmak’ deyimini bile isteye kullandım; çünkü okullarda yeni süreçlerin başlama anlarının nutuklarla uzayan ve o nedenle de daha çok kapanışları andıran törenler gibi değil, arkeolojik kazıların başlangıcında ilk çapanın alkışlarla toprağa vurulduğu seramoniler gibi mütevazı ve merak uyandırıcı olması gerektiğine inanıyorum. Bir eğitimci olarak böyle hayal ediyorum çünkü akademik yılla birlikte başlayan şey, saklı değerlere ve potansiyellere dönük yarı ütopik bir kazıdır…
Niye yarısı ütopik?
Diğer yarısı ne?..
Bu konuya sonra başka bir yazıda değiniriz belki.
Şimdi izninizle geçtiğimiz haftaya dönmek istiyorum:
Biliyorsunuz; birkaç gün önce bayramdı, bitti…
Ve bayram, orman yangınının üzerine inen eylül yağmuruna benzedi bu kez.
Kimi, ne kadar sevindirdi ya da herkesin yüreğini ferahlatmaya yetti mi bilemeyeceğim; ama galiba hayat devam ettiği müddetçe yarın birçok şeyin dündekinden çok daha iyi olabileceğine bu yaşta biraz daha fazla inandığım için bayram da benim gözüme bu kez yeni bir hayatın başlangıcıymış gibi gözüktü.
Öncekilerden epeyce farklı olarak…
***
Bayram yazışmaları içerisinde ellime geçen bir metinde ‘başımıza gelebilecek en berbat dört şey’ şöyle sıralamış, ben de üzerine daha derin düşünmek için not etmişim. Bunlar, aynı zamanda çağdaş filozofların ‘küresel mutsuzluk eğilimi’ diye tarif ettiği şeyin yine filozoflara göre esas tetikleyicileri:
- Ertelenmiş şeyler arasında savrulup duran ‘amaçsızlık’
- Genç yaşta insanı çökerten ‘karamsarlık’
- İleri yaşta başgösteren ‘pişmanlık’
- Kabullenmek zorunda kalınan ‘çaresizlik’
Ben, bu dört duruma üç şey daha ekliyorum:
- Doymayan bir ‘göz’
- Sahibi tarafından öğrenmeye kapatılmış bir ‘beyin’
- İnkâra alışmış ve körelmiş bir ‘vicdan’
Çok berbat şeyler bunlar!
Öyleyse…
Akıntıyı tersine döndürmek istiyorsak işimize bu berbat şeyleri yok ederek başlamamız lazım:
Mesela; hayatımızın herhangi bir anında ‘çaresizliğe düşmek istemiyorsak’ bütün yolculukların ilk adımından itibaren ‘A Planı’nın yanına B, hatta C planları eklememiz gerekiyor.
Bununla birlikte engelleri ve hendekleri bir yolunu bularak köprülere ve tünellere dönüştürmek, geleceğe dönük muhteşem bir yatırım olur; bize bütün krizlerden çıkış yolları sunar.
Ve mesela; hani her zaman, her konuda olmasa da arada bir ‘Eller ne der?’ kıskacını kırarak kendi isteklerimize de kulak vermeyi başarmamız gerekiyor.
Akıntıyı tersine döndürmek istiyorsak tabii…
(Devamı yarın)