Ali Babacan, muhafazakâr tabana hoş gelen bir hikâyenin içerisinden geldi. 58, 59 ve 60’ıncı hükümetlerde bakanlık görevi üstlendi. Yeni partiyi 2020 öncesi kurmayı hedefliyor. Ak Partiyle olmayacağını söylüyor. Yeni şeyler için yeni parti açıklamalarını okudum.
Ali Babacan, 6 sıfırın atılmasını, uyum yasalarını ve liberalden daha liberal uygulamaları sezdirmeden kendi hanesine yazıyor. Demek istiyor ki; 2013’e kadar gelen Türkiye, benim eserim. Benden sonra kırılgan bir gidiş yaşandı demek istiyor. Seçmenin; bu sürecin liderinin Erdoğan olduğunu soracağını tahmin ediyor mu? Bilinçli bir haneye yazma mı bilemiyorum.
Ekip eğilimli liderlik
Ali Babacan’ın hareketinde lider eğilimli değil, ekip yönelimli bir yapı açıklamalarında öne çıkıyor. Türkiye için yeni olabilecek siyasi tavır tabanda nasıl karşılanır görmek gerekiyor. Ali Babacan, Erdoğan ile görüşerek yolunu ayırdı. Siyasi etik açısından Davutoğlu’ndan daha ilkeli bir tavır sergilediğini teslim etmek gerekiyor.
Hem var, hem yoklar
Ali Babacan’ın hareketinde dışarıdan destekler Abdullah Gül ve Ak Parti’nin eski bakanlarından bazı isimler olması bekleniyor. Sorun şu; bu isimlerin hareket içerisinde resmen olma(ma)ları söz konusu. Örneğin Abdullah Gül, harekete dışarıdan destek verecek. Türk siyasi yaşamında alışılmamış bir durum bu.
Ekonomi de başarı var mıydı?
Ali Babacan öyle görünüyor ki 2013 yılına kadar ekonomideki halin kendisiyle özdeşmesi üzerine oynayacak. Burada da bir sorun bulunuyor. 2013 yılına kadar dünyada ki para bolluğundan Türkiye’de faydalandı. Bu dönem, özelleştirme yoğun biçimde sürdü. Deyim yerindeyse, kamunun neyi varsa satıldı.
Dünyada paranın bol olduğu bir dönemde Türk ekonomisi yapısal değişimi yaşayabilirdi! Ama böyle bir değişim görülmedi. Öyle ki, yapısal değişimin olmamasının sıkıntısını Türkiye, 2016 sonrası ve 2018 Ağustos’unda ekonomik operasyonla yaşadı.
Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli’nin et ve tarım ürünü ithaliyle ilgili bir soruya ‘Paramız var ki alıyoruz’ ifadesi geldi. Ali Babacan’ın ekonomiden sorumlu olduğu dönemde gelişmekte olan ülkelere fazlasıyla giren para, düşük kurla oluşan havada Türkiye ithalat cenneti konumuna gelmişti.
Bahar geçince Türkiye kışı yaşadı. Doğrusu Ali Babacan’a şunu sormak gerekir; para bolluğunun yaşandığı dönemde aynı zamanda ucuz kurla ithal cennetine dönüşen bir ülke iyi yönetilmiş sayılır mı?
Ya da böylesi olumlu bir havada ithalat cennetine dönüşmek, milli ve ekonominin ağır topu kurumların özelleştirilmesiyle doğru bir ekonomi politikası izlenmiş denilebilir mi? Bu süreçte ekonomik dönüşüm yapılabilir miydi? Yapılabilseydi, bugün yaşadığımız kırılganlıklar olabilir miydi?
Doğmamış çocuğa don biçilmez! Ancak Türkiye’nin o yıllarında parmağı olan, hatta ‘benim işim’ imasında bulunan siyasetçiye bu sorularda sorulacaktır.
Sorulmalıdır da!
Ali Babacan, 6 sıfırın atılmasını, uyum yasalarını ve liberalden daha liberal uygulamaları sezdirmeden kendi hanesine yazıyor. Demek istiyor ki; 2013’e kadar gelen Türkiye, benim eserim. Benden sonra kırılgan bir gidiş yaşandı demek istiyor. Seçmenin; bu sürecin liderinin Erdoğan olduğunu soracağını tahmin ediyor mu? Bilinçli bir haneye yazma mı bilemiyorum.
Ekip eğilimli liderlik
Ali Babacan’ın hareketinde lider eğilimli değil, ekip yönelimli bir yapı açıklamalarında öne çıkıyor. Türkiye için yeni olabilecek siyasi tavır tabanda nasıl karşılanır görmek gerekiyor. Ali Babacan, Erdoğan ile görüşerek yolunu ayırdı. Siyasi etik açısından Davutoğlu’ndan daha ilkeli bir tavır sergilediğini teslim etmek gerekiyor.
Hem var, hem yoklar
Ali Babacan’ın hareketinde dışarıdan destekler Abdullah Gül ve Ak Parti’nin eski bakanlarından bazı isimler olması bekleniyor. Sorun şu; bu isimlerin hareket içerisinde resmen olma(ma)ları söz konusu. Örneğin Abdullah Gül, harekete dışarıdan destek verecek. Türk siyasi yaşamında alışılmamış bir durum bu.
Ekonomi de başarı var mıydı?
Ali Babacan öyle görünüyor ki 2013 yılına kadar ekonomideki halin kendisiyle özdeşmesi üzerine oynayacak. Burada da bir sorun bulunuyor. 2013 yılına kadar dünyada ki para bolluğundan Türkiye’de faydalandı. Bu dönem, özelleştirme yoğun biçimde sürdü. Deyim yerindeyse, kamunun neyi varsa satıldı.
Dünyada paranın bol olduğu bir dönemde Türk ekonomisi yapısal değişimi yaşayabilirdi! Ama böyle bir değişim görülmedi. Öyle ki, yapısal değişimin olmamasının sıkıntısını Türkiye, 2016 sonrası ve 2018 Ağustos’unda ekonomik operasyonla yaşadı.
Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli’nin et ve tarım ürünü ithaliyle ilgili bir soruya ‘Paramız var ki alıyoruz’ ifadesi geldi. Ali Babacan’ın ekonomiden sorumlu olduğu dönemde gelişmekte olan ülkelere fazlasıyla giren para, düşük kurla oluşan havada Türkiye ithalat cenneti konumuna gelmişti.
Bahar geçince Türkiye kışı yaşadı. Doğrusu Ali Babacan’a şunu sormak gerekir; para bolluğunun yaşandığı dönemde aynı zamanda ucuz kurla ithal cennetine dönüşen bir ülke iyi yönetilmiş sayılır mı?
Ya da böylesi olumlu bir havada ithalat cennetine dönüşmek, milli ve ekonominin ağır topu kurumların özelleştirilmesiyle doğru bir ekonomi politikası izlenmiş denilebilir mi? Bu süreçte ekonomik dönüşüm yapılabilir miydi? Yapılabilseydi, bugün yaşadığımız kırılganlıklar olabilir miydi?
Doğmamış çocuğa don biçilmez! Ancak Türkiye’nin o yıllarında parmağı olan, hatta ‘benim işim’ imasında bulunan siyasetçiye bu sorularda sorulacaktır.
Sorulmalıdır da!