Hastalandığın günden hayata veda etme anına kadar hiçbir zaman bir sitemin olmadı canım babam. Ne geldi ise ondan geldin derdin, hastalığını başım gözüm üstüne dedin, hayattan bir an olsun ayrılmadın, ama belde bağlamadın. Bu yaşıma kadar rabbim beni korudu, kolladı şimdi bu hastalığı bana verdi diye isyan mı, ona teslimiyetten uzaklaşma mı? Bin kere tövbe, yüz binlerce tövbe der şükürden bir an bile olsun ayrılmazdın. O nasıl bir teslimiyetti babam, o nasıl dünyaya ve gelip geçici hayata bakıştı babam rabbim kabrin nurla doldursun, makamını cennet eylesin. Bizleri hiçbir zaman yalnız bırakmazdın, her daim peşimizde olur, desteğini eksik etmezdin. Ben yaşadığım sürece yanınızdayım ve sizinleyim der, her daim kol kanat gererdin canım babam.
Geçen yıl tam da bu zamanlar idi. Hastalığın teşhisi için hastanenin yolunu tutmuş, tahlil ve tetkiklerin ardından sıra endoskopiye gelmişti. Gizli gizli gidermiş hastaneye bizlere haber vermeden. Kan verir, tahlil yaptırır, ilaçlarını alır yine kimseye haber vermeden evin yolunu tutarmış. Bu sefer ağrısı fazla olunca bizlere de haber vermiş, bizi görünce o neşesini bozmamaya çalışmıştı. Hasta olan o değil, sanki bizmiş gibi hareket ediyor, kimseyi tedirgin etmek istemiyordu. Göğüs hastanesine vardığımda içerde kolunu açmış hemşireye kan veriyordu. Belli ki tedirgin olmuştu, yüzünde az da olsa korku emaresi vardı. İnsandı sonuçta, o da bir can taşıyordu. Geldiğimi ve yanında olduğumuzu belli ettim. O her zaman ki güleç tavrıyla bana baktı, hafif güldü, sonra hemşirenin seslenmesi yüzünü o yöne çevirdim. Ah canım babam, yüzüne hasret kaldığım, sesini özlediğim, kokunu hissedemediğim gül yüzlüm o anı yeniden yaşamak için neler vermezdim. Hani derler ya çocuklar babaları öldüğünde büyürmüş, keşke babam sen hep yanımızda kalsaydı biz hep çocuk kalsaydık. Yokluğun büyüttü baba, bak büyüdük işte biz baba. Yüzü hafifte sararmış, yılların yorgunluğu sanki o anda çıkmıştı. Farkında değildi ama babam o anda bedenen çökmüştü. Bedenen çökmüştü; ama ruhen halen o her daim görmeye alışık olduğumuz koca çınardı o. Ömrünü sevdiklerine harcamış, hiç kendi için yaşamamıştı. Son zamanlarında bile hep aklında annesi vardı ve onu sayıklayıp durdu. Beni anneme götürün, insan hiç anasını özlemez mi diye kaç kere bize sorular sormuştu. Ah yalan dünya ne garipsin değil mi? Ölümü hatırlayamadık ki babamın da anne hasretini anlayalım. Meğer o çoktan bizde çıkmış, onlarla beraber imiş ama ne yazık ki biz onu anlayamadık.
O gece göğüs hastanesi koridorlarında aslında bizler için lale devrinin sonu imiş, bilemedik. O sonu bilen tek kişi varmış, oda annem imiş. Annem o gün tedirgin idi. Koridorun bir öbür başına bir diğer başına gidiyor, ellerini vura vura bir şeyler mırıldanıyordu. Yıllarca aynı yastığa baş koyduğu, kader arkadaşı, çocukların babası, her yolculuğa beraber çıktığı yol arkadaşı şimdi ellerin arasından yoksa kayıp gidecek miydi? En iyi o tanıyordu ağırmış saçları ve yüzüne güzellik saçan sakalıyla şimdi içerde 68 yıllık hayatın son demlerini yaşayan babamı. Annem o gün teşhisi koymuştu, ona inanmadım, inanmak istemedim. Sakinleştirmeye çalıştım, sakinleşmedi. O hali babam çıkana kadar koridorda devam etti. Ne zaman ki babam yanına çağırdı işte o an annem toparlandı ve hızlıca yanına gitti. Teselli etti, moral verdi. Sen de ne var hacı, biraz kendine gel, bak çocuklarda tedirgin oldu. Sanki az önce koridorda umutların yıkılan, çaresizlik içinde volta atan annem değildi o babamla konuşan. Babama baktım, gözlerde o korku halen daha devam ediyordu; ama belli ettirmeye çalışıyordu. Bir süre sustu, etrafına bakındı, sonra güldü. Aslında o an ne yapacağına oda karar verememişti. Su birikmiş dedi, doktor hanım akciğerlerde, o suyu almamız gerekiyor. İşte her şey o suyun alınmasıyla başlamıştı ve son nefesini verinceye kadar babam hep o su ile imtihan olmuştu. Hep derdi ki şu su bir azalsa yine eski günlerime dönüp, arabamla kırlara gidip, temiz havayı ciğerlerimi çekip, kızıma da araba sürmeyi öğreteceğim. Bir daha nasip olmadı canım babam ciğerlerine o temiz havayı çekmek arzun ahirete kaldı.
Geçen yıl tam da bu zamanlar idi. Hastalığın teşhisi için hastanenin yolunu tutmuş, tahlil ve tetkiklerin ardından sıra endoskopiye gelmişti. Gizli gizli gidermiş hastaneye bizlere haber vermeden. Kan verir, tahlil yaptırır, ilaçlarını alır yine kimseye haber vermeden evin yolunu tutarmış. Bu sefer ağrısı fazla olunca bizlere de haber vermiş, bizi görünce o neşesini bozmamaya çalışmıştı. Hasta olan o değil, sanki bizmiş gibi hareket ediyor, kimseyi tedirgin etmek istemiyordu. Göğüs hastanesine vardığımda içerde kolunu açmış hemşireye kan veriyordu. Belli ki tedirgin olmuştu, yüzünde az da olsa korku emaresi vardı. İnsandı sonuçta, o da bir can taşıyordu. Geldiğimi ve yanında olduğumuzu belli ettim. O her zaman ki güleç tavrıyla bana baktı, hafif güldü, sonra hemşirenin seslenmesi yüzünü o yöne çevirdim. Ah canım babam, yüzüne hasret kaldığım, sesini özlediğim, kokunu hissedemediğim gül yüzlüm o anı yeniden yaşamak için neler vermezdim. Hani derler ya çocuklar babaları öldüğünde büyürmüş, keşke babam sen hep yanımızda kalsaydı biz hep çocuk kalsaydık. Yokluğun büyüttü baba, bak büyüdük işte biz baba. Yüzü hafifte sararmış, yılların yorgunluğu sanki o anda çıkmıştı. Farkında değildi ama babam o anda bedenen çökmüştü. Bedenen çökmüştü; ama ruhen halen o her daim görmeye alışık olduğumuz koca çınardı o. Ömrünü sevdiklerine harcamış, hiç kendi için yaşamamıştı. Son zamanlarında bile hep aklında annesi vardı ve onu sayıklayıp durdu. Beni anneme götürün, insan hiç anasını özlemez mi diye kaç kere bize sorular sormuştu. Ah yalan dünya ne garipsin değil mi? Ölümü hatırlayamadık ki babamın da anne hasretini anlayalım. Meğer o çoktan bizde çıkmış, onlarla beraber imiş ama ne yazık ki biz onu anlayamadık.
O gece göğüs hastanesi koridorlarında aslında bizler için lale devrinin sonu imiş, bilemedik. O sonu bilen tek kişi varmış, oda annem imiş. Annem o gün tedirgin idi. Koridorun bir öbür başına bir diğer başına gidiyor, ellerini vura vura bir şeyler mırıldanıyordu. Yıllarca aynı yastığa baş koyduğu, kader arkadaşı, çocukların babası, her yolculuğa beraber çıktığı yol arkadaşı şimdi ellerin arasından yoksa kayıp gidecek miydi? En iyi o tanıyordu ağırmış saçları ve yüzüne güzellik saçan sakalıyla şimdi içerde 68 yıllık hayatın son demlerini yaşayan babamı. Annem o gün teşhisi koymuştu, ona inanmadım, inanmak istemedim. Sakinleştirmeye çalıştım, sakinleşmedi. O hali babam çıkana kadar koridorda devam etti. Ne zaman ki babam yanına çağırdı işte o an annem toparlandı ve hızlıca yanına gitti. Teselli etti, moral verdi. Sen de ne var hacı, biraz kendine gel, bak çocuklarda tedirgin oldu. Sanki az önce koridorda umutların yıkılan, çaresizlik içinde volta atan annem değildi o babamla konuşan. Babama baktım, gözlerde o korku halen daha devam ediyordu; ama belli ettirmeye çalışıyordu. Bir süre sustu, etrafına bakındı, sonra güldü. Aslında o an ne yapacağına oda karar verememişti. Su birikmiş dedi, doktor hanım akciğerlerde, o suyu almamız gerekiyor. İşte her şey o suyun alınmasıyla başlamıştı ve son nefesini verinceye kadar babam hep o su ile imtihan olmuştu. Hep derdi ki şu su bir azalsa yine eski günlerime dönüp, arabamla kırlara gidip, temiz havayı ciğerlerimi çekip, kızıma da araba sürmeyi öğreteceğim. Bir daha nasip olmadı canım babam ciğerlerine o temiz havayı çekmek arzun ahirete kaldı.