1876 yılında, Erzurum’un taş sokaklarında bir çocuk doğdu: Reşit Palabıyıkoğlu. Babası Hacı İbrahim Bey, oğluna yalnızca bir isim değil, bir istikamet de verdi. O yıllar, Osmanlı Devleti’nin hem içten hem dıştan büyük sınavlar verdiği bir dönemdi. Avrupa’nın büyük devletleri—İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya—imparatorluklar arası dengeyi kendi lehlerine çevirmek için sürekli manevra yapıyordu. Osmanlı, “hasta adam” olarak adlandırılırken, hem Balkanlar hem Ortadoğu hem de Doğu Anadolu’da kontrolü giderek zayıflıyordu. Erzurum ise, doğu sınırındaki stratejik önemi nedeniyle sürekli askerî ve diplomatik gözlerin odağında yer alıyordu.
Harp Okulu’na 13 Mayıs 1892’de adım attığında Reşit Bey, henüz bir delikanlıydı. 13 Mart 1895’te teğmen rütbesiyle mezun olduğunda ise omuzlarında yalnızca üniforma değil, bir milletin umudu vardı. Çünkü o dönemlerde bir Osmanlı subayı, yalnız asker değil; devletin itibarını ve milletin güvenliğini temsil eden bir öncüydü.
Reşit Bey’in askerlik hayatı, Osmanlı’nın son ve Cumhuriyet’in ilk nefeslerine denk düşen sancılı yılların aynasıdır. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’ndan, 1914–1918 Birinci Dünya Harbi’ne; oradan 1919–1922 İstiklal Mücadelesi’ne kadar cepheden cepheye koştu. Osmanlı ordusu, sınırlı kaynaklarla, büyük devletlerin kuşatıcı politikaları ve ekonomik baskıları altında, vatan savunmasını büyük bir fedakârlıkla sürdürüyordu. Her görevi bir yemin, her savaş bir teslimiyet sınavıydı.
1915 yılında, cephedeki üstün gayreti nedeniyle Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası ile ödüllendirildi. Ancak o, madalyalara değil, görevine bağlıydı. 30 Ekim 1918’de İngilizlere esir düştüğünde bile umutlarını değil, yalnız bedenini teslim etmişti. Esaretten dönüşü ise bir diriliş gibiydi: 11 Mayıs 1920’de vatan topraklarına ayak bastığında hemen yeniden göreve koştu.
16 Temmuz 1921… Bu tarih, hem bir kaybın hem bir gururun adıdır. Belgelerde “akıbeti meçhul” yazsa da, bir başka kayıtta “şehit olduğu tahmin edilmektedir” denir. Aslında o gün ne bir tahmin, ne bir belirsizlik vardır: Vatan uğruna verilen her can, tarih nezdinde bellidir. Yarbay Reşit Palabıyıkoğlu, Türk ordusunun ve Erzurum’un şehitler hanesine vakarla kazınmıştır.
Onun yaşamı, bir asker biyografisinin ötesindedir; bir milletin mücadele azminin sade bir özetidir. Erzurum’un karı, soğuğu, sabrı; Osmanlı’nın son günleriyle Cumhuriyet’in ilk adımları arasında bir köprü olmuştur o.
Ve hakikati hatırlayalım: “Bir milletin asıl zenginliği, toprağında yatan madenlerde değil; uğruna can veren evlatlarındadır.