Bir çekmeceyi açarsınız, karşınıza çıkan şey bazen sadece bir eşya değil; sizi yıllar öncesine götüren bir zaman kapsülüdür. Bir deri kapak, içinde üç kuşağın hikâyesini saklıyorsa, artık o yalnızca bir kimlik değildir.
Geçenlerde, evin bir köşesindeki eski çekmeceleri karıştırırken elime siyah deri bir kapak geçti. Dikişleri hâlâ sağlam, ama derisi yılların elleriyle yıpranmış. Üzerinde ay-yıldız kabartması, altında “T.C. Nüfus Hüviyet Cüzdanı” yazıyor. O an, elimde tuttuğum şeyin sadece bir kimlik değil, üç kuşağın hikâyesi olduğunu anladım.
Kapak açıldığında karşıma çıkan ilk yüz, dedem… Siyah-beyaz bir fotoğraf; bakışlarında vakur bir sessizlik, yüzünde yılların çizdiği derin hatlar… O, toprağın adamıydı. Yazın kavurucu sıcağına, kışın dondurucu ayazına aldırmadan çalışır; toprağa tohum, eve ekmek taşırdı. Bu kimlik, sadece cebinde taşıdığı bir belge değil; ömrünün tanığı, alın terinin belgesi gibiydi.
Bir sonraki sayfada babamın kimliği… Gür saçlı, bıyıkları yeni terlemiş, hayata meydan okuyan bir delikanlı… Henüz baba olmamış, ama gözlerinde “hazırım” diyen bir kararlılık var. O, sessizce yük taşıyan, emeğini gösterişsiz ama sağlam adımlarla harcayan bir adam oldu.
Ve sıra bana geldiğinde… Mavi çerçeveli, plastik kaplı nüfus cüzdanım çıkıyor ortaya. Fotoğraf renkli ama bakışlarda yine aynı damar: dedemin dinginliği, babamın kararlılığı. Altında “Erzurum” yazıyor. O toprak ki üç kuşağın ayak izi, üç kuşağın alın teri orada saklı.
Türkiye’de nüfus cüzdanı yolculuğu 1927’de başladı. O yıllarda kimlikler sert kapaklı, damga pullu küçük defterlerdi. 70’lerin sonlarında kahverengi plastik kaplı cüzdanlar geldi. 2000’lerde mavi ve pembe nüfus cüzdanları cebimize girdi. Bugünse kredi kartı boyutunda, çipli kimlikler kullanıyoruz. Fakat o kâğıt yapraklı eski nüfus cüzdanları, hâlâ bir dönemin hafızasını taşıyan sessiz arşivler…
Deri kapak kapanırken fark ediyorum ki; kimlik dediğimiz şey bir numara ya da mühür değil, ardında duran hikâyeler… Dedemden babama, babamdan bana uzanan bu zincir, sadece soy bağı değil; sabır, emek ve onurla örülmüş bir yaşamın adı.
Ve belki de asıl mesele, kim olduğumuzu cüzdanımız değil; kimden geldiğimizi hatırlatan bu eski sayfaların fısıldamasıdır.