كَلَّاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِمَّا يَعْلَمُونَ
“Hayır (hiç ummasınlar!) Şüphesiz biz onları, kendilerinin de bildikleri şeyden yarattık (fakat ibret almadılar, imana gelmediler.” (Me’âric – 39)
Me’âric: 40, 41. Şu halde (işin gerçeği) öyle (umdukları gibi) değil! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez.
42. Ama sen onları (şimdilik) bırak da, tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya dek dalsınlar, oynayadursunlar.
43, 44. O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!
Me'âric Suresi'nin bu son ayetleri, insanın kendini ne kadar unuttuğunu, nereden geldiğini bilmesine rağmen nasıl kibirle dolduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyar. Kur’an burada, insanın basit ve önemsiz bir maddeden yaratıldığını hatırlatarak onu gerçeklerle yüzleştirir. Kendi yaratılışının farkında olan ama bundan ibret almayan, ahiret gerçeğini görmezden gelen bir insan tipi çizilir. Hayatı oyun, eğlence ve hazdan ibaret sanan bu insan, uyarılara kulak tıkayarak kendi sonunu hazırlar.
Allah, doğuların ve batıların Rabbi olarak kudretini ortaya koyar. Bu ifade, evrenin her yönüne hâkim olan sınırsız bir otoriteyi işaret eder. İnkârcılar kendilerini vazgeçilmez sanabilir ama Allah onların yerine çok daha hayırlı kullar getirmeye elbette kadirdir. İnsan, zayıflığını fark etmek yerine, kendini merkeze koyarak Allah’ın azametini unutmaktadır. Bu unutkanlık, insanın ahiret gerçeğine karşı körleşmesine neden olur.
Peygamber’e "bırak onları, oynayadursunlar" denilirken, aslında bu insanlar için tanınan bir mühlet vardır. Bu süre, onların gafletlerini sürdürmeleri için değil, gerçeklerle yüzleşmeleri için bir fırsattır. Ama onlar bunu da oyun zanneder. Hayatın geçici süslerine kapılarak, kendilerini sonsuz bir akıbetten soyutlamaya çalışırlar. Oysa o gün geldiğinde kabirlerinden fırlarcasına çıkacaklar, başlarını yerden kaldıramayacak, gözleri utançla aşağıya düşecektir.
Sanki bir hedefe koşar gibi mahşer yerine doğru sürüleceklerdir. Buradaki “dikili şey” modern insan için ne olabilir? Belki uğruna yaşadığı kariyer, marka tutkusu, sosyal medya beğenileri ya da paraya taptığı sistemin sahte putları. O gün bu uğruna yaşanılan her şeyin bomboş olduğu ayan beyan ortaya çıkacak.
Modern hayatın insana sunduğu hız, haz ve tüketim kültürü, insanı kendi yaratılış gerçeğinden uzaklaştırıyor. İnsan, kendini sürekli daha fazla inşa etmeye çalışırken aslında kendinden uzaklaşıyor. Bu ayetler, bize hayatın bir oyun ve eğlenceden ibaret olmadığını, yüzleşilmesi gereken bir hakikat olduğunu gösteriyor.
Kendimizi yeniden inşa ederken, temelimizi unutmamalıyız. Hangi maddeden yaratıldığımızı, ne için yaşadığımızı ve nereye döneceğimizi unuttuğumuzda, gözlerimiz de zillete bürünür. O yüzden bu ayetler, sadece bir tehdit değil, aynı zamanda bir fark ediş çağrısıdır. Dünyevî "dikili şeyler" uğruna koşmaktan vazgeçip, hakikate dönmenin vaktidir. Çünkü o gün geldiğinde, artık kimsenin dönüşü mümkün olmayacak.
M. Talat Uzunyaylalı