Büyük tarihçiler, Türk tarihini üç parçaya ayırırlar. İki dönem olarak tasnif edenlerde vardır. Kabataslak olarak Türk tarihi; İslami dönem öncesi, İslam’ın kabulü sonrası ve Cumhuriyet devri olarak 3 ana bölüme ayrılır. Hunlar ile başlayan Türk tarihini daha öncesine götüren tarihçiler de vardır. Fakat İslam öncesi, sonrası ve Cumhuriyet devri ana hatlarıyla Türk tarihinin evrelerini tarif eder.
Tarihçi Nihal Atsız, tarihimizi millî görüşe göre sınıflandırma teşebbüsünün düne kadar Dr. Rıza Nur ile Prof. Zeki Velidi Togan tarafından yapıldığının altını çizer. Atsız bu tasnifte “Rıza Nur, Türk tarihini “Eski Türk Tarihi” ( = Türe ve Yasa Devri = Millî Devir ), “Yeni Türk Tarihi” ( = Müslümanlık Devri = Dinî Devir ) ve “Taze Türk Tarihi” ( = Yeniden Doğuş ve Uyanma = İkinci Millî Devir ) olarak başlıca üç çağa ayırdığı gibi Zeki Velidi Togan da 16. Yüzyıl ortasına kadar ilerleme ve yükselme çağı, Birinci Cihan Savaşı sonuna kadar gerileme ve çökme çağı ve Birinci Cihan Savaşından sonra da üçüncü bir çağ olmak üzere üç ana çağa bölmektedir.” tespitini yapmaktadır.
Meselenin özü şudur; Türk milletinin tarihi süreci 3 evreden oluşmaktadır. Hunlar ile başlayan tarihi süreç içerisinde Göktürk Devleti, Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti ana hatlarıyla süreci oluşturmaktadır. Yaygın bir galatımeşhura itibar etmeyin, Türkler onlarca devlet kurup, yıkmamışlar, hanedan değişimi olmuştur.
Şu sözü bir yere not edin; “Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen, İki kazma kürek, iki de ırgat gerek. Ancak, hadi gel yapalım şunu geri desen, Bir Sinan, bir de Süleyman gerek.” M. Akif Ersoy
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan itibaren muvazeneden uzak görüşler, iddialar serdediliyor. Sosyal medya etkisiyle de daha geniş kesimlere yansıyan tartışmaya göre Milli Mücadeleyi yapan Mustafa Kemal ile Cumhuriyeti kuran aynı kişi değil. İngilizler, gerçek Mustafa Kemal’i öldürüp yerine dublör koymuştur. Buna ciddi ciddi inanan kitle var.
İkinci mevzuu ise Lozan merkezli ve merkezinde malum bir şahsın olduğu tartışma. Hani İngiliz’in yaydığı galatımeşhur desen yabancı düşmez.
Neye göre, kime göre diye sormadan, devrin ve dönemin şartları dikkate alınmadan ve maalesef tarihi verilerden uzak yakıştırmalar adeta ülkenin altını oyacak nitelikte. Atatürk’ü tartışmak, yapılanların doğruluğu veya yanlışlığı konusunda fikir yürütmek mümkün. Fakat yanlış olduğunu düşündüğümüz şeylerin aslında “İngilizlerin adamı” gibi çirkin bir iddia etrafında dönmesi ise çok üzücü.
Unutmayın!
Sizleri Türk Kürt veya Kemalist Osmanlı taraftarı diye bölmeye çalışanlar aynı merkezlerin planlarına hizmet ediyor. 1990’ların başından bu yana yakın siyasi olayları gözlemleyin. Ülkemizin ve çevremizin şekillenmesindeki dış ve iç etkenleri anlamaya çalışın. Bugün değişen bir durum yok.
Otuz sene önce ülkeyi karıştırıp cambaza bak diyen dış kuvvetler kimse bugün de aynı. Her ülkeye serpiştirilmiş seçkinler ve onların parasal kaynakları Otuz sene evvel ne ise bugün de aşağı yukarı aynı.
Olayların arka planını görmek. Tesadüf gibi gözüken vakaların daha büyük bir kurgunun alt metni olduğunu anlamak oldukça zor. Ama yıllarca neyin ve kimin peşine takılsam gördüğüm hep seçkinlerin milletleri kontrol etmek için oluşturduğu yapay kavgalar.
Devlet içinde yegane iki taraf vardır. Siyasetten, ideolojiden uzak olarak işini yapan maaşı ile belki bir ev araba sahibi olmuş yazları tatile giden ama çoğu kez ancak memleketine gidip yıllık iznini kullanan harama uzak memleket sevdalıları. Diğer tarafta ise yine o ilk yerde bahsini yaptığım yapay kavgalara tutunup milleti birbirine kırdıran bu surette kapasitlerinin çok üstüne ulaşan insanlar. Bir toplumu helak eden milleti birbirine kırdıranların çokluğu değildir.
Birincisinin, namus ehlinin yokluğudur. Yani bu ülke hala ayakta ve bir olarak duruyorsa Türk'ü Kürt'ü Alevisi Sünnisiyle namuslu insanların çokluğuyladır. İnsan doğduğu aileyi seçemez ama yaşamak istediği hayatı seçebilir. Hepimizin önünde namuslu olup işini yapmak gibi bir seçenek var. Bunun üzerine yaşamak gibi bir yol var.