Bir birey veya toplumun akıldan çok hırsını, ahlaki ilkelerden çok çıkarını, sosyal düzenden çok fırsatçılığı ön plana çıkarması kapitalizmin insan hayatını yapmış olduğu müdahalenin sonucu olmuştur.
Ahlak insanın içinden dışına doğru yapmış olduğu bir eylemdir. Ahlaklı olmanın karşıtı çıkarcılıktır. Çıkarcılık ise dışta olanı insanın kendi içine çekme sürecidir. İnsanlar çıkarlarını önceledikleri vakit, ahlaksızlığa yaklaşmaktadırlar. Kanun ile ahlaki ilkeleri korumak daha zordur. Ahlakı önceleyen ve onun eylemini aktifleştiren din olmaktadır. Ahlaki ilkelerin hayatiyete geçirilmesinde dinin gücü yasanın gücünden daha yaygın, daha etkili olmaktadır. Ahlak güçlendikçe dinin etki alanı azalır, din güçlendikçe ahlakın etki alanı artar. Din ahlakı inşa etmede en kısa yol olmaktadır. Din yaptırım gücü ile ahlaktan faydalanabilir. Din bu nedenle düzeni korumada, fırsatçılığı azaltmada etkili rol oynar.
Bir toplumda yasalar etkili değil, dinin etki alanı zayıfsa o toplumda düzenin korunması zor olmaktadır. O toplumu din frenlemediği, yasa korkutmadığı, ahlak da işlemediği için, fırsatçılık, dolandırıcılık, kuralsızlık alıp başını gitmektedir. Bu ortamda insanlar verici değil alıcı yani çıkarcı olmaktadırlar. Herkes almak istediği zaman rekabet oluşmakta bu da çıkarcılığı azdırmaktadır. Böyle bir toplumda din adamı da, yönetici de namuslu vatandaş olmak da çok zor olmaktadır.
Ahlakın ve yasanın hakim olmadığı toplumlarda hırslar akılları pasif hâle getirmekte, sistem kurallara uyanların aleyhine işlemektedir. Hırsla beslenen çıkarcılığın kuralı, zayıf din ve zayıf yasalarla beslenen ahlaka galip gelmeye başlamaktadır. Amacı kaybolan ahlak birden bire değil parça parça toplumdan uzaklaşmakta ve yaygın etkisini kaybetmektedir.
Bu şartlarda parçalı din, parçalı ahlak anlayışı yaygınlaşmaktadır. Kişiler dini de ahlakı da bütün olarak değil, isteği ve çıkarı doğrultusunda parça parça uygulayabilmektedir.
Bir birey, ticarette, siyasette, hatta günlük ilişkilerde ahlaksızca eylemlerde bulunuyorken, hayatın bazı alanları olan komşuluk ilişkilerinde, namus meselelerinde, bazı söylemlerinde çok da ahlaklı bir görünüm sergileyebilmektedir.
Kişiler ahlaki ve dini kuralları aleni; ahlaksızlığı ve çıkarı ise örtük uygulamaktadır. Bu şartlar altında akıl/hırs, ahlak/çıkar, düzen/ fırsat dengesinde çapraz ilişkiler ortaya çıkmaktadır. Çıkarın öncelenmesi toplumdaki ilişkileri kaosa sürüklemektedir. Laisizm dinin gücünü azalttığı gibi, yetersiz yasama gücü de ahlaksızlığı canavarlaştırmaktadır. Doğru beslenme kaynaklarını kaybeden ilkeler, ilkesizleşmekte, ilkesizlik ise toplumda bir yaşam tarzına dönüşmektedir.
Laisizm dinin gücünü azaltırken kendi kolluk ve kanun gücünü artırmak zorundadır. Eğer bunu başaramaz ise sorgulanması gereken din değil, laisizmin kendisi olmalıdır. Böyle bir ortamda toplum medeni bir insan hâlinden vahşi bir topluluğa dönüşmektedir.
Böyle bir ortamda namuslu insanların sığınabileceği bir liman kalmamaktadır. Bu kişiler parçalı ahlaktan, parçalı dinden, parçalı hukuktan beslenen ve bunları çıkarı için kullanan kişilerin elinde çaresiz duruma düşmektedirler. Hukuk da din de adalet de güvenilir bir kaynak olmaktan çıkmakta, kişiye, makama göre şekil almakta, görünenin arkasındaki kimlikler çok farklı olmaktadır.
Bu şartlar altında bütüncül bir ahlak, bütüncül bir din duygusuna sahip insanların sayısı azalmakta, parçalı ahlak, parçalı din anlayışına sahip insanların sayısı hızla artmaktadır.