Dört gün sonra ‘bayram’...
Ondan bir hafta sonra da okullar açılacak. O da aslında bazı açılardan farklı bir bayram sayılır. ‘Okulla bayram arasındaki derin bağlantıyı’ çözmeyi size bırakarak ben, ilgisiz gibi görünen üç farklı ayrıntıyı birleştirmeyi deneyeyim şimdi:
Birincisi:
Yaz tatilinin son düzlüğünü koşan Student Nation’a (sevgili öğrenci milletine) tavsiyemdir:
Çalışmak zorunda kalmadıysan veya kaderin sana bu yaz hastalık, ayrılık gibi kötü bir yaz sürprizi hazırlamadıysa geride kalan aşağı yukarı üç ay sürmüş tatilde az buçuk dinlenmişsindir (umarım!)...
Tabii bu yaz belki bir insanın yetmiş yılda tanık olacağından daha fazla ‘tarihi olaya’ tanık olduğunu da unutmaman lazım. Türkiye’de böyle. Norveç’te yaşasaydın bu kadarına herhalde 20 yılda anca tanıklık ederdin. Her neyse; sen buradasın, yaşadıklarını belleğinden sakın çıkarma.
Hakiki hayat bilgisi onlarda gizli…
Şimdi yapabileceğin en iyi şey, ‘yeniden geleceğe odaklanman’!
Şu anda var olmayan görkemli bir şeye yönelmen…
Vahşi, ilkel hırstan arın!
Çevrendekiler, hatta ‘gelecegini’ düşünmekten zaman zaman ‘seni’ unutabilen ailen, öğretmenlerin, seni o türden rekabete itse de sen olabildiğince sakın ondan. Becerebildiğin kadar. Ki zaten istersen becerebilirsin! Yoksa kontrolden çıkmış hırsın sana getireceği şey, eninde sonunda ‘ağır yenilgidir’...
★★
Ey sevgili çocuk, ergen, genç veya erken büyümek zorunda kalmış deneyimsiz insan evladı, bazen yenileceğini bile bile savaşa girersin; cesaret gerektiren bu çarpışma seni kahraman veya bilge yapar.
Ama sonunun mutlak yenilgi olduğunu bile bile ‘kendini olmuş-bitmiş sayıp da başkalarıyla yarışa girişmen’ ne kahraman yapar seni ne de bilge.
Yolun sonunda mağlup ve mahçup olursun.
Bil ki bugüne dek hiç kimse, herkesi yenmeyi başaramadı!
Gelecekte de hiç kimse ‘herkesi’ alt etmeyi başaramayacak.
Bu kesin!
Uzlaşmanın, barışın, gelişimin, toleransın, iletişimin, ‘yeniden sevebilme ve yeniden ortaklık kurabilme ihtimalinin’ kapısı hep açık dursun.
Ve ‘büyüklük sende kalsın’…
★★
Öğrenciler, yani siz, henüz biz yetişkinlerin dünyasını bilmiyorsunuz. Oysa biz, sizin umutlarınızı, düşlerinizi, düşkırıklıklarınızı az da olsa biliyoruz.
Sizin yaşınızda olmayı deneyimlemiştik çünkü. Siz, bizim yaşımızda olmayı ve bildiklerimizi bilmeyi henüz deneyimlemediniz...
Yine de sırf bu ‘fazla yaşamışlık’, bir general apoleti ya da bir ayrıcalık madalyonu değil. Beni senden daha güçlü kılmıyor; aksine beni sana oranla daha zayıf, daha kırılgan, belki daha çekingen yapıyor. Belleğime ket vurmuş deneyimlerimi silip yok etmem çok güç; halbuki sen öyle travmaların sara nöbeti gibi ansızın gelen yüzleşmeleriyle vakit geçirmeksizin cesaretle atılıyorsun sorunların üzerine.
Çözüm odaklısın.
Bundan sakın vazgeçme!
Okulunun kapısında hangi tabela asılı olursa olsun...
Fen lisesi, imam hatip lisesi, devlet okulu, özel okul, hiç fark etmez; ilk ödevin ‘iyi insan, iyi yurttaş olmak ve insanları sevmek; unutma’!..
★★
İkincisi:
Şimdi şöyle bir kıstas herkes için aynı netlikte ölçücü olur mu, tam bilemiyorum; ama henüz on iki yaşındayken Erzurum Lisesi’nde yatılı öğrenciydim ve hemen hemen her gece, son etütte, günlüğüme karaladığım çok basit bir skalayı okul günlerimin beni mutlu edip etmediğini anlamak için kullanırdım:
• Eğer o gün yaşadığım on olaydan onu da kötüyse; mesela o gün bana yöneltilen on sorunun onunu da yanlış yanıtlamış, bir günde on kere çuvallamışsam yani, o zaman kendimi ‘mutsuzluğu hak etmiş’ sayardım. Günle başa çıkamamak demekti bu.
• On olaydan sekizi-dokuzu kötüyse, ‘Bu, şanssız bir gün!’ derdim...
• Bir güne sığan olayların beşi, altısı, yedisi kötüyse ‘yarından umutlu’ biri oluverirdim…
• Ama on olayın sadece biri ikisi kötüyse o zaman kendimi gerçekten ‘mutlu’ sayardım.
• Bu mutluluk çıkarımı belki çok az olurdu; ama daha da nadiri, eğer o gün yaşadığım on olayın onu da iyiyse ‘bir mucize yaşadığımı’ düşünürdüm. Ertesi gün okul kantininden gazoz ısmarlardım kendime. Bir gazoz da o anda yanımda kim varsa ona…
‘Mucize gazozu’...
Student Nation’ın (öğrenci milletinin) çok değerli mensubu; okullar açılınca sen de böyle bir skala kullanmayı -aklına yattıysa tabii- deneyebilirsin.
Aklına yattıysa tabii.
★★
Üçüncü ve son olarak:
Başta demiştim ya, dört gün sonra ‘bayram’, 30 Ağustos Zafer Bayramı. Bu, öyle ihmal edilecek, atlanacak türden bir ayrıntı değil bizim için. Sakın hafife alma!
Ben de o görkemli ve heybetli ‘biz’ içindeki gururlu bir ufak parça olarak başta Büyük Önder’in Zafer Bayramını armağan ettiği ‘kahraman ordumuz’ olmak üzere; tarihini ve milletini seven, kendini bu millete mensup hisseden herkesin bayramını yürekten kutluyorum.
Yine Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve aziz silah ve dava arkadaşları başta olmak üzere, ‘muazzam, olağanüstü, destan değerindeki bu zaferi’ bize armağan eden tüm şehit ve gazilerimizi saygıyla, rahmetle yâd ediyorum..
★★
Elbette -ve ne büyük bahtiyarlık ki- Ağustos ayını kutlu kılan şeyler sadece 30 Ağustos Zafer Bayramımızla da sınırlı değil. Bakın, şeref listemizde bu özel ayı anlamlı kılan başka hangi tarihsel etkenler, olaylar, zaferler ve muzaffer kahramanlar var?
· 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferi (Alparslan)
· 11 Ağustos 1473, Otlukbeli zaferi (Fatih Sultan Mehmet Han)
· 23 Ağustos 1514, Çaldıran zaferi (Yavuz Sultan Selim Han)
· 24 Ağustos 1516, Mercidabık zaferi (Yavuz Sultan Selim Han)
· 29 Ağustos 1521, Belgrad’ın fethi (Yavuz Sultan Selim Han)
· 29 Ağustos 1526, Mohaç zaferi (Yavuz Sultan Selim Han)
· 1 Ağustos 1571, Kıbrıs’ın fethi (II. Selim)
· 23 Ağustos 1921, Sakarya Meydan Muharebesi (Gazi-Mareşal Mustafa Kemal Atatürk)
· 26-30 Ağustos 1922, Büyük Taarruz (Gazi-Mareşal Mustafa Kemal Atatürk)
· 1 Ağustos 1958, Kıbrıs’ta TMT’nin (Türk Mukavemet Teşkilatı) kuruluşu... (Rauf Raif Denktaş, Burhan Nalbantoğlu, Mustafa Kemal Tanrısevdi)
Belli bir kesim için değil, kendini necip milletimize mensup hissedebilen herkes için bütün bunlar çok güzel ve çok gurur verici…
Bugün ve bu ay, şanla, şerefle yâd edeceğimiz ne kadar çok kahramanımız, atamız, dedemiz var. Her biri için sonsuz şükran, minnet ve rahmet duaları gönderiyoruz Allah’a...