Çocuklar dünyaya gelirken beraberlerinde kullanım kılavuzlarını getirmiyorlar.
Keşke getirselerdi, değil mi?
Öyle olsaydı onları anlamak da eğitmek de epey kolaylaşırdı.
Dolayısıyla dünyayı ‘çocuksu iyilik yörüngesine’ çekip her şeyi baştan sona yeniden biçimlendirmek de belki mümkün olurdu.
★★
Düşünsenize…
Çocuğun sinirsel şemasını; neye-niye öfkeleneceğini ve gerektiğinde nasıl yatıştırılacağını bilirdik o zaman…
Nörolojik-pedagojik kısa yolları; çocuk beynine ulaşmanın en kestirme, en masrafsız, en az hasar doğuran yollarını kılavuza bakarak kolayca bulurduk…
Her bir çocuğun mayalanmaya hazır halde bekleyen özgün potansiyelleri; derinlerde saklı ya da fışkırıp yüzeye çıkmış bütün yetenekleri, bütün gelişimsel ihtimalleri ve bunların önündeki muhtemel engelleri, tehditleri…
Bütün bunları kolayca, çabucak öğrenebilirdik.
Ama böyle bir şansımız yok maalesef.
Kullanım kılavuzu yok çocuklarımızın.
Kendileri var!
Ve tabii buraya kadar dile getirdiklerimin tamamı şakaydı. Öyle bir şey berbat sonuçlar doğururdu düşünsenize bir: Gerçeğe dönüşen bilim-kurgu, endüstriyel sibernetik, insanın seri üretimi, monotonlaşma vs. vs.
Öyleyse…
‘Kullanım kılavuzu olmaksızın dünyaya gelen çocuklarımızı dünyayı olumlu yönde değiştirebilecek kahramanlara dönüştürebilmek için’ daha fazla çaba lütfen!
Ama öyle ‘birazcık, azıcık, imkânlar ölçüsünde’ falan değil, çok ama çok daha fazla çaba…
İnsanüstü bir çaba!
Çocukları doğru anlamak için…
Onların gerçekte ne olduklarını, bizden farklarını, büyürken ve değişirken neye-neden sadık kalmaları gerektiğini; buna karşın neye-neden başkaldırmaları gerektiğini; onlardan neyi-ne kadar beklememizin adil olacağını ve daha da önemlisi ‘onların bizden neyi-niye-ne kadar beklediklerini’ belirleyebilmek için…
Çok daha fazla çaba göstermemiz lazım.
‘Zaten çaba göstermiyor muyuz? Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında şimdiki çocukların…’ demeyin lütfen.
Hani illa diyenler olacaktır da öyle diyecekler önce şunları düşünsünler:
UNESCO, bugünün dünyasında savaşlardan en çok çocukların etkilendiğini rapor ediyor.
Bunu kabullenmek mümkün mü, hangi din onaylar bunu?
UNICEF, savaş, açlık, susuzluk ve salgın hastalık kaynaklı çocuk ölümlerinde tarihin en yüksek rakamlarının bu yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıktığını duyuruyor. Geçen yüzyılda yaşanmış iki dünya savaşına rağmen hem de...
Bu, bizim uykularımızı kaçırmaya yetmez mi?
Sendikalar, çocuk işçi sayısının sürekli tırmandığını ve tarihteki en dramatik düzeye ulaştığını açıklıyor.
İçimizi sızlatmaz mı bu durum?
Ağır müredatlar, uç uca eklenen sınavlar, kusurlu ölçme-değerlendirme yaklaşımları, zırt pırt değiştirilen eğitim sistemi, ulusal ve uzun vadeli bir nosyon oluşturamayan eğitim politikaları çocukların üzerinden silindir gibi geçiyor.
‘Erkenden kocalmış’ çocuğumuza bakıp iç çekmez miyiz bu tespit üzerine?
★★
Kullanım kılavuzları olmadığı için mi bu kadar hoyratça dokunuyoruz çocuklarımıza?
Değil elbette…
Kendimizi ‘gerekeni yaptığımıza’ inandırmışız ve iş orada bitmiş.
Hem o ‘psiko-sosyal kılavuz’ olmadan da çocuklarını doğru eğiten, onlara hak ettiklerini sunan ve onlardaki değişim sayesinde geleceği doğru biçimlendiren ne çok insan, çok ebeveyn var!
Bilimle, bilinçle, doğru planlamayla, fedakârlıkla başarıyorlar bunu.
Hepsini birleştiren şey ne peki?
Sevgi mi?
Akıl mi?
Ne dersiniz?
...
O halde:
Gösterdiğimiz çabayı, yaptığımız harcamayı, hem aile hem de devlet düzeyinde oluşturduğumuz eğitim bütçesini yeterli görüp ‘Zaten yapıyoruz!’ ya da ‘Ne yapalım, elimizden gelen bu!’demeyelim.
Bu kadarı yetmiyor çünkü. Hiçbir zaman da yetmeyecek. Zaman durmuyor...
Hep biraz daha fazlasını, biraz daha ilerisini hayal etmek ve o hayali de mutlaka, bir biçimde, ne olursa olsun gerçeğe dönüştürmek zorundayız!