Gündelik olaylara takılıp kalmak, kalem tutan elimi sızlatıyor. Derin bir çatlak gibi. İçimde hep ‘başka bir şey yazma’ isteği var. Uzun bir roman, su gibi akan bir hikâye ya da yüz parçalı bir nehir-şiir…
...
Dört bir yanımızda, komşu ülkelerde ve artık burnumuzun dibinde olanlar, oynanan küresel oyun aklımı kurcalıyor, huzursuz ediyor beni ve yani bizim buraların hikâyesi ‘Yaz beni, unutturma, yaz!’ diyor…
Geçmiş mi, yoksa gelecek mi bu hikâyedeki?
Bizi bekleyen akıbet mi?..
Türkiye fotoğrafının en karanlık ayrıntıları belki de; içimizi çürüten bebek ve çocuk cinayetleri, töre cinayetleri, kadın cinayetleri, faili meçhuller... Solgun fotoğraflarda kalan insanların birbirinden acıklı hikâyeleri, bütün o kıyımlar sadece son bir ay içinde adli kayıtlara düşen kan damlalarının da lav akıntısıyla ‘Benden söz et; bak henüz yaşayan suskun kurbanlar var, onların kurtulabilmesi için yaz beni!’ diye eteğime asılıyor…
Sanki biri yazınca düzelecekmiş gibi.
Olsun ama; hatırlamayan, değinmeyen, yazmayan utansın!
Yaza yaza, mahcup ola ola, utana utana düzelteceğiz ve değiştireceğiz bunları!
Düzeleceğiz mutlaka, böyle gitmez!
Ama diyeceksiniz ki:
“Bunların hepsi bizde hemen her gün güncellenen şeyler.
Bitmiyor, sonu gelmiyor ki...”
Allahım, ne ağır, ne kahredici bir sorumluluktur bu, medyada yer bulanlar, elinde kalem tutanlar için!
Allah o türden sorumluluk sırtlamış kimselere, muhabirlere, köşe yazarlarına, haber sunucularına da Cumhuriyet Savcısı Sayın Yavuz Engin’in korkusuzluğunu ve yüksek sorumluluk bilincini nasip etsin...
Kim mi Yavuz Engin?
Bir araştırın bakalım nasıl bir yiğitmiş...
...
Evlerin loş odalarını dolduran ve arada bir sokaklara sızan acılar, yoksulluğun neden olduğu türlü trajediler, eğitimsizliğin sokağa akıttığı o eski ama her gün yinelenen acı, ‘Beni yaz; nasıl görmezden gelirsin!” diyor…
İşsizlik, yoksulluk, çaresizlik, varoşlardaki sefalet ‘Beni yazmazsan iki elim yakanda olsun!’ diye ünlüyor. Başımı eğiyorum. Yazmaktan korktuğum veya görmezden geldiğim için değil...
Utanıyorum kalemimden...
İçimden ‘Doğru ama iyi örnekler de var, adil olmalıyım…’ diye geçiriyorum.
Oracıktan bir Kardelen fısıldıyor: ‘Ben mi?’
‘Evet sen; çiçek olan kardelen değil, küçücük kız çocuğu olan, sen!’ diyorum…
Ve hemen söylediğim bu yarım yamalak cümleyi düzeltiyorum: ‘Çiçekten hiç farkı olmayan küçük kız, sen… Seni de yazmalıyım onca kırık dökük şeyin içinde… Sen umutsun çünkü!’
...
Basit polemiklere, kurgulanmış siyasi gündeme takılıp kalmak, kalem tutan elimi sızlatıyor derin bir çatlak gibi. İçimde hep, her sabah, her gece yarısı, başımı yastığa her koyuşumda ‘başka bir şey yazma isteği’ uyanıyor.
Dünya o kadar hızlı değişiyor ve öyle inanılmaz biçimde kirleniyor ki…
Neyi yazsam işe yarar; bir türlü karar veremiyorum.
Bugün tam da öyleyim işte.
Bilmiyorum, bilemiyorum...
Siz biliyor musunuz?
Gerçek gündem ne?
Sayın Yazar, nasıl ne yazacağınızı bilemiyorsunuz ?. Mesela, bebek tatili teröriste özgürlük isteyenleri yazın. Ulkeyi bölmek isteyenleri yazın. Adaletin olmadığı, hukukun olmadığı bu ülkeyi yazın. Yirmi milyon insanın açlık, benim gibi devlete, namusuyla , şerefiyle, 36 yıl hizmet etmiş, lise branş öğretmeni gibilerin ve 48 milyon vatandaşın, yoksulluk sınırının altında yaşayanları yazın. Yazın milli gelirin yüzde 50.5'i alıp uzaylı hayatı yaşayanları yazın.israil gibi bebekleri katledenleri 2023 martında bildikleri halde bunu gizleyenleri yazın. Asgari ücretlinin üç katı maaş alıp onun üçte biri kadar çalışmayan tüm personeli yazın. Gelir dağılımında dünyanın en adaletsiz gelir dağılımında, dünyanın üçüncü ülkesini yazın. Sefalette, üçüncü dünya ülkelerini geride bırakıp 5. olan ülkeyi yazın. Enflasyonda dünyanın en yüksek enflasyonu olan üçüncü ülkeyi yazın. Birde Ekim ayı enflasyonu 48 oldu diyen yalancı, utanmazları yazın. Konu çok. Yazacak yok. Selamlar.