Bugünün okullarında -bilhassa kendini rekabet girdabına kaptırmış orta ve alt sınıf özel okullarda- var olan, görmezden gelinen, öte yandan mutlaka farkına varılması ve aşılması gereken çok önemli sorunlardan biri, hatta belki birincisi ‘sistematik karmaşıklaşma sorunudur’!
Yoğunluğu günden güne artan ve artık kontrolden çıkmış gibi görünen, yararsız karmaşıklaşma…
Başka bir deyişle; okullarda -dediğim gibi bilhassa rekabet girdabında eğitimin değişmez ilkelerinden sapmış özel okullarda- rekabeti, ticareti ve değişimi yanlış algılamanın; bu olguları okul kurgusu ve uzun vadeli yönetim stratejileri içinde yanlış konumlandırmanın ve sonuçta doğan hatalı statiğin getirdiği türev-yanılgıların, yoğunluğun, hatta kargaşanın ve faydasız koşturmacanın da ’gerçek okul verimliliğini ve okuldakilerin öğrenme-öğretme hazzını yutması’ sorunu…
Bu, öncelik listelerini alt üst eden çok ciddi bir sorun!
Okulun, okulların, sistemin ortasında tam bir kara delik...
Saptamamı derinliksiz bulanlar için biraz daha açayım:
Yarış ve rekabet baskısından doğan, yer yer sınav hazırlığı ve yer yer de gösteri-etkinlik temelli birbirini örtek kaotik, sürdürülemez planlamalar ve onun sonucu olarak da sürekli etkinlik çakışmalarıyla boğuşmalar, birbiriyle uyumsuz süreçleri iç içe geçirmeler, biri bitmeden öbürünün üzerine çullanan projeler; bitirdiği çalışmanın hazzını içselleştirmeden ya da final değerlendirmesini bile tamamlayamadan başka bir maratona atılan çocuklar, gençler, öğretmenler...
Portfolyolarını ‘Aman tanıtım broşürümüzde bu da bulunsun, şu da eksik kalmasın!’ telaşıyla şişiren okullar ve dahası ve dahası…
Başta bir yerde ‘rekabeti doğru anlamlandıramamış özel okullar’ dediysem de gün geçtikçe devlet okullarını da içine alan bir ‘proje patlaması’...
Okullar, iller, bölgeler arası ‘kontrolden çıkmış rekabet’ ve bunun getirdiği aşırı yük...
İyi de bu reaksiyonu başlatan ‘talep’ kimden geliyor?
Toplumun kurgulayıcıları mı? Öyle birileri var mı gerçekten?
Milli Eğitim mi, Sayın Bakan mı okulları bu akıntıya itiyor?
Veliler mi talepleriyle rekabeti ve kargaşayı körüklüyor?
Öğretmenler öyle bir düzen içinde mi çalışmak istiyor?
Okulları yönetenler mi? Okulları kuranlar mı memnun bu çığırından çıkmışlık durumundan?
Yoksa öğrenciler mi istiyor bunu; onlar mı eğitim-öğretimin hammaddesi olarak ‘Çullanabildiğiniz kadar çullanın üzerimize!’ diyor?
Kim ‘okullarımızdaki bu berbat şişkinliğin’ nedeni? Hangimiz sahiden?
Ve daha önemlisi kimler yakındı ve bu sorunu fark etti; kimler çıkış bulmaya çalışıyor ya da (varsa) kim akıntıya karşı kürek çekti ve kargaşadan çıkışın yolunu buldu, nasıl?..
(Ben, Türkiye’ye umut verecek birkaç istisna örneği biliyorum; belki sonra konuşuruz bunu...)
Ama şimdilik iki üç satır yukarıdaki o çok kritik soruların yanıtlarını -kaostan çıkış kapılarını yani- birlikte, sadelik felsefesine vurgu yapan dört muhteşem söz yörüngesinde bulmaya çalışalım:
‘Sadelik, en ileri karmaşıklık düzeyidir’ demiş Leonardo Da Vinci (1452-1519)…
Bunu, Rönesans’ın fitilini ateşlemiş bir dâhi söylemiş.
21’inci yüzyılın okulları için de yeniden doğuş için karmaşanın içerisinde sadeliği yaratabilmek gibi bir sınav, bir yüzleşme söz konusu. Bu çok trajik ama Da Vinci’nin bu şifresini de çözersek yol alabiliriz.
★★
Frederic Chopin (1810-1849) ‘Sadelik, varılabilecek en son noktadır’ derken belki de en dâhiyane ürününü betimlemiş.
Bir müzik kompozisyonu ya da bir orkestral eylem için düşünülmüş bu tanım, neden gerçek bir orkestra olan okulu da tanımlıyor olmasın?
Bir eğitim kurumunun bütün deneyim aşamalarını geçtikten sonra varacağı en ileri nokta; yalın, sadece, anlaşılır ve sürdürülebilir, karar kılınmış bir sisteme, saf bir kurguya kavuşmasıdır.
★★
Hani nâmından ve uğraşı alanından ötürü nasıl değerlendirilir bilemem ama savunduğu net bir felsefesi olan bilge bir sporcunun, bir dövüş ustasının yorumudur bu: Bruce Lee (1940-1973), ‘Sadelik, mükemmelliğe giden yoldur’ demiş.
Öyleyse ya buralardan göçüp mükemmelliği kargaşanın uzağında aramamız ya da içinde olduğumuz yeri kargaşadan arındırdıktan sonra orada mükemmellik oluşturmamız gerekiyor. Evet, okullar söz konusu olunca mükemmellik, usul usul ve sabırla oluşturulabilen bir şey.
Hayatın her aşamasında ama okullar için özellikle böyle…
★★
Son olarak iki yüzyıl önce dile getirilmiş ve sonraki bütün çağlara bir öneri niteliği kazanmış bir başka görüş: Novalis (1772-1801), ‘Zenginlik, sadelik içinde gelişir’ diyor.
Bizimki de bir çeşit zenginlik arayışı değil mi?
Öyleyse onu nerede bulabileceğimizi araştırmamız lazım.
Belki de en büyük zenginlik bir okul yerleşkesinin en ücra, en umulmadık yerindedir.
Belki kütüphanededir, belki öğretmenler odasındaki bir dolapta, bir proje dosyasının içindedir bizi kurtaracak zenginlik…
Eğer anlattıklarımı mânidâr, tutarlı, gerekli, anlamlı, uygulanabilir buluyorsanız o zaman lütfen bir adım daha ileri gidin ve anlattıklarımın pratiğini yapanlara, asıl kahramanlara bakın. Çevrenize biraz daha dikkatli bakın lütfen!
Doğruyu yanlıştan, sadeliği kargaşadan ayıran okullar var, mutlaka var!
Onları görebilmemiz ve çoğaltmamız lazım!
★★
Bitirirken ‘sadeleşmeye’ ilişkin bir ince ayrıntı daha:
Şunu hep gözlemliyorum: Kendini çok iyi yetiştirmiş meslektaşlarım bile ‘okulda sadelik’ olgusuna hem önemseyerek hem de biraz tereddütle, hatta aşırı temkinlice yaklaşıyorlar; çünkü sadelik ile tembellik arasında -tıpkı delilik ile dâhilik arasındaki gibi- doğrudan bir sınırdaşlık ilişkisi var ve eğitime ömürlerini adamış dostlarım sadeliği seçmiş kişinin -ya da kurumun- tembelliği seçmiş gibi görüneceği, maalesef bugünkü koşullarda tercih edilmeyeceği ihtimali üzerinde duruyorlar.
Trajediye bakın: Bütün zamanları tıka basa işle doldurmanın ve bundan doğan karmaşıklığın maalesef ‘çalışkanlıkmış gibi’ sunulduğu, öyle algılandığı bir ortamda gerçeği görebilenler yanlış anlaşılmaktan korkuyorlar ve susuyorlar!
Ya da diğerleri gibi davranmak zorunda kalmaktan korkuyorlar...
Temkinli oluşları bundan. Bu özetle ‘mahalle baskısı’ ve toplumu değiştirme misyonu olan kurumların da bu karşı-baskıya boyun eğmesi durumu…
Ne vahim ve ne trajik, değil mi?
Düşünsenize mülakatta kendisine ‘Hibrit misiniz, birden çok işi aynı anda yapıp üstüne bir de bunu yirmi yıl hiç kesintisiz sürdürebilir misiniz?’ diye sorulan aday, ‘Hayır, ben sadelikten yanayım, önce bütün mevcudiyetimle bir şeye odaklanır ve ancak onu sonuçlandırdıktan sonra başka bir işe veya başka bir aşamaya geçerim…’ derse bir okula öğretmen olarak kabul edilme olasılığı kaçta kaç olur?
%10… %5… %1 ?!?
Bence sıfır!
Peki dışarıda sınavlar, kurslar, özel dersler Amazon nehri gibi gürül gürül akarken okulun kapıyı çalıp ‘Siz diğerlerinden daha çok ne veriyorsunuz?’ diye soran aday veliye ‘Biz sadelik, iç dinginliği ve yalın mutluluk bilgisi veriyoruz. Bizim sistemimiz bu!’ diyen bir okulun ‘Aradığımız tam da buydu. Çocuğumuzu sizin okulunuza yazdırıyoruz’ yanıtını duyma olasılığı nedir?
%10… %5… %1 ?!?
Kim bilir?
Ama yine de -bütün olası risklere ve karşı çıkışlara rağmen- sadeliğin tembellik olmadığını; tutumluluğun cimrilik olmadığını, Feng-Shui’nin çulsuzluk olmadığını, sadeleştirmenin yoksullaştırmak olmadığını, bilâkis yaban otunu bostandan ayıklar gibi gereksiz teferruatı okuldan ayıklamanın o okula genellikle verimlilik ve ürün-kalite artışı getirdiğini; dolayısıyla bilinçlice erişilen yalınlığın her yerde olduğu gibi okulda da aslında huzur ve zenginlik doğurduğunu hep akılda tutmak lazım.
Okullardaki karmaşıklığın en tabii sonucu, her şeyden birazcık anlayan ama hiçbir şeyi tam olarak öğrenememiş nesiller olur. Biz gerçekleri aklımızda tutmasak da zaman zaten yanlış tercihlerin sonuçlarını günü gelince yüzümüze vurur. Öyle de bir gerçek var işte.