Tanışmaktan, cömert dostluğuyla müşerref olmaktan ve kitaplarının çoğunu okumaktan büyük onur duyduğum sevgili hocam, yaşayan büyük bilge, eğitim bilimleri gurusu Prof. Dr. Ayhan Aydın, beni en çok etkileyen ve kafamın içinde yüzlerce soruyu burgu gibi döndüren bir yazısında ‘Spinoza’nın Tanrısı’ diyordu ve devam ediyordu (kitap: Yaşama Sanatı, PEGEM Yayınları, 2010-Ankara).
O kısa ama çarpıcı bölümü şimdi sizin de Pusula vesilesiyle okumanızı çok isterim. On dakikanız varsa buyrun lütfen:
“Einstein'ın ABD üniversitelerinde konferans verdiğinde öğrencilerin ona sık sık sordukları soru:
-Tanrı'ya inanmıyor musun?...
Einstein hep şu cevabı verirdi:
-Spinoza'nın tanrısına inanıyorum.
Spinoza'yı okumayan kişi orada kalırdı!
Şöyle özetleyebiliriz: Baruch de Spinoza, 17. yüzyıl felsefesinin üç büyük rasyonalistinden biri olarak kabul edilir, Fransız Descartes ile birlikte...”
Spinoza'nın tanrısı -ya da onun doğasına ve tasavvuruna göre Tanrı- insanlara şöyle der:
“(...) Boşuna göğsüne yumruk atmayı bırak! Yapmanı istediğim tek şey, dünyaya çıkıp hayatının tadını çıkarmandır. Eğlenmeni, şarkı söylemeni ve senin için inşa ettiğim her şeyin tadını çıkarmanı istiyorum... Kendi inşa ettiğin tapınaklara gitmeyi de bırak. Oraların benim evim olduğunu söylüyorsun! Sen onları yapmadan evvel benim evim yok muydu? Benim evim dağlarda, ormanlarda, nehirlerde, göllerde, plajlarda ve senin kalbindedir... Seçtiğin şu sefil hayat için beni suçlamayı bırak; çünkü ben sana hiçbir zaman yanlış bir şey olduğunu ya da günahkar olduğunu ya da cinselliğinin kötü bir şey olduğunu söylemedim! O yüzden seni inandırdıkları her şey için beni suçlama!
(...) Bana güven, ama önce kendine güven ve her şeyi benden istemeyi bırak; Bana işimi nasıl yapacağımı sen mi söyleyeceksin? Benden korkmayı da bırak; çünkü ben öcü değilim ve seni yargılamıyorum, seni eleştirmiyorum, sana sinirlenmiyor, seni rahatsız etmiyorum, asla seni cezalandırmıyorum. Beni sadece sevmen yeterlidir...
Benden özür dilemeyi de bırak; çünkü affedilecek bir şey yok. Eğer seni ben yarattıysam... Seni özgür iradenle donattım. Sana verdiğim akıl ve iradeni kullanarak yaşıyorsan seni nasıl suçlayabilirim? Seni sen olduğun için nasıl cezalandırabilirim? Bir yaratıcı bunu nasıl yapabilir? Her türlü emirleri unut, her türlü yasayı unut; bunlar seni manipüle etmek için, seni kontrol etmek için, senin suçluluk hissetmeni isteyenlerin kurgusudur. Bunlara inanma, sadece kendi aklını kullan... Kendine saygı göster ve kendin için istemediğin şeyi başkalarına da yapma. Senden tek istediğim hayatına dikkat etmen. Çünkü bu hayat ne bir test, ne bir basamak, ne bir adım, ne bir prova ne de cennete giden bir yoldur.... Ben seni tamamen özgür kıldım; ödül yok, ceza yok, günahlar yok, erdem yok, kimse skor taşımıyor, kimse kayıt tutmuyor!
Sadece sevgi var!
Ancak sen hayatında bir cennet veya cehennem yaratmakta özgürsün. Bu hayattan sonra bir ne olup olmadığını söyleyemem ama sana bir tavsiye verebilirim: Bu hayattan sonra bir şey yokmuş gibi yaşa. Düşün ki bu hayat senin zevk alman, sevmen ve var olman için vardır, yani hiçbir şey yoksa, sana verdiğim bu yaşama fırsatından zevk almış olacaksın. Ama eğer bir şey varsa, orada da sana iyi mi kötü mü diye sormayacağım...
Sana soracağım tek şey: Beğendin mi?
Eğlendin mi?
En çok neyi beğendin?
Yaşamında ne öğrendin ve hangi güzel işleri yaptın?
Sorularım bunlar olacaktır...
Bana inanmayı bırak; inanmak tahmin etmek, hayal etmektir. Bana inanmanı istemiyorum, beni kendinde hissetmeni istiyorum. Beni sevmen yeterli.
Övülmekten sıkıldım, teşekkür edilmekten bıktım.
Minnettarlık hissediyor musun? Bunu kendine, sağlığına, ilişkilerine ve dünyaya göz kulak olarak ifade et.
İzlendiğini mi hissediyorsun?
Neşeni ifade et!
Beni övmenin doğru yolları bunlardır. İşleri zorlaştırmayı bırak ve benim hakkımda birilerinin öğrettiklerini papağan gibi tekrarlamaktan vazgeç. Emin olabileceğin tek şey burada olduğun ve yaşadığındır. Nitekim bu dünya harikalarla doludur...
Etrafına baktığında beni görecek ve hissedeceksin?
Neden daha fazla mucizeye ihtiyacın olsun ki?
Beni dışarıda ararsan bulamazsın. Beni sadece kendi içinde bulursun.”
Baruch de Spinoza (1632 Amsterdam - 1677 Lahey; Hollanda)
Şimdi bu yazıyı buraya kadar okuyanların -çoğunluğun tabii- kafasının içinden geçenleri az çok tahmin edebiliyorum: Kur’an’a ters, İslam’a aykırı, belki de mekruh, günah bunlar!
Belki...
Haklı olabilir bu çoğunluk ama küçük bir dipnot düşmem gerekiyor burada: Spinoza, bir Yahudi. Çağında yani 17. yüzyılın karanlık Avrupa’sında Katolik Kilise tarafından sunulandan baskıcı, despot ve hoyrat tanrı tasvirini reddetmek için böyle bir Tanrı tasvirine, başka bir ‘Allah’ arayışına giriyor.
Bakınız nitekim; Marmara Üniversitesi’nden Araştırma Görevlisi Mustafa Furkan Dinleyici, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nin 2023 yılı 10.cilt, 2. sayısında yayımlanan ‘Spinoza’nın İsa Algısı ve Hıristiyanlık ile İlgili Görüşleri’ başlıklı makalesinde Spinoza’nın aslında o çağda bildiği kutsal kitabın -kendisi bir Yahudi olduğu için öncelikle Tevrat’ın ve ikinci planda da İncil’in- nasıl okunması gerektiğine ilişkin bir eleştiri dile getirdiğini araştırmasıyla, kullandığı dikkate değer bilimsel referanslarla ortaya koyuyor:
“17. yüzyılın en önemli filozoflarından biri kabul edilen Spinoza, Teolojik-Politik İnceleme adlı eseri sayesinde araştırmacılar tarafından modern dönem Kutsal Kitap eleştirisinin öncüsü kabul edilmektedir. Spinoza bu eserinde Eski Ahit’i pek çok açıdan incelemekte ve bu bağlamda geleneksel Yahudiliğin Kutsal Kitap anlayışını eleştirerek Kutsal Kitap’ın nasıl okunması ve anlaşılması gerektiğine dair fikirlerini öne sürmektedir. Eski Ahit ve Yahudilik kadar olmasa da Spinoza’nın hem bu eserinde hem de diğer eserlerinde İsa’ya, Yeni Ahit’e ve Hıristiyanlığa ait diğer öğelerle ilgili söylemler yer almaktadır. Özellikle Spinoza’nın İsa hakkındaki düşünceleri ve Eski Ahit peygamberleri ile yaptığı kıyaslamalar oldukça dikkat çekicidir.(...)”
Konuyla derinlemesine ilgilenenlerin andığım bu makaleyi dergipark.org.tr koleksiyonundan alıp okumasını özellikle öneririm.
Her hangi bir iş yerinde işe başladınız patron size yiyin için,istediğinizde gidip gezin verilen işleride ister yapın ister yapmayın patron olarak bana hürmet etmemize saygı göstermenize gerek yok dese ne kadar ***ca olur değil mi,çünkü hizmetininin karşılığında sana belirli bir ücret verilecek ki o ücreti hak etmen lazım.Sizin şu yazınızı ne maksatta yazdınız bilmem ama yaratılış gayesini araştıran kişiler için kötü örnek ki şu kaleme aldığınız kişinin yazdıklarını düşünenlere modern çağda deist diyorlar,bir sürü müslümam düşünür felsefeci varken neden ehli kitap olmalarına rağmen o zaman ki emirlerine bile muhalif olan yahudi,hristiyan saçmalıklarını olanların boş konuşmalarını kaleme alıyorsunuz düşündürücü.
Bu yazının finali aşağıdaki gibidir: (...) Şimdi benim merak ettiğim bir husus da şu: Acaba 17. yüzyıl düşünürü Spinoza’nın, 13. yüzyılda kaba hesapla kendisinden 400 yıl önce, Anadolu’da yaşamış bir İslam düşünüründen, Mevlana’mızdan haberi olmuş mudur? Keza; 13. yüzyılın ışığı Yunus’umuzu, yine 13. yüzyıl düşünürü Hacı Bektaş’ımızı; 16. yüzyılın ilk yarısında yaşamış Pir Sultan Abdal’ımızı bilmiş midir Spinoza?.. O günün iletişim koşullarında bu pek mümkün olmamıştır sanırım... Ama eğer haberdar olsaydı yukarıdaki eleştirisini dile getirirken metnin tümünde olmasa da muhtemelen bazı bölümlerinde durur ve ‘Müslümanların Allah’ı, Mevlana’nın sevgili Rabbi; Yunus’un ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin ve Pir Sultan Abdal’ın El-Hakem’i* gibi, tarif etmeye çalıştığı hoşgörülü, kuluna sevgiyle bakan, şefkatli ve adaletli yaratıcı hakkında ara açıklamalar yapar, saydığım büyük isimleri de herhalde fikrine referans gösterirdi. O zaman Hristiyan ve Yahudi dünyası bize daha fazla mı saygı gösterirdi?
Burada U dönüşü yapmak yasak değildir.