Görünme arzusu, insanın onaylanma ve aidiyet ihtiyacının dijital çağdaki tezahürüdür. Sosyal medyada “ben de buradayım” deme biçimi, artık gerçek varoluşun yerini alıyor. Bu, bireysel özgüven eksikliğiyle doğrudan bağlantılı bir durum. İnsan, içi dolu bir hayat yaşamadığında, dışarıdan gelen onaya bağımlı hale geliyor. Ziyaretlerin, toplantıların, hatta sıradan anların paylaşılması bir başarı değil, görünürlükle tatmin olma haline dönüşüyor. Bu da psikolojik bir zayıflık: Gerçek etki yerine dijital izlenim peşinde koşmak.
Batı’da da görünürlük kültürü var ama orada bu tür paylaşımlar daha çok içerik ya da etki üretimiyle ilişkilendirilir. Amerika’da biri Beyaz Saray’a gidip poz verirse, bu genellikle belirli bir başarıya ya da gündemle ilgili bir misyona dayanır. Avrupa’da kurumsal ziyaretler bu kadar kişisel şova dönüşmez; orada resmiyet ve mahremiyet daha ciddiye alınır. Bizde ise görünür olmak, çoğu zaman içerikten bağımsız bir statü aracı haline geldi. O yüzden bu pratik hem eleştirilmeli hem de sorgulanmalı: Görünmek mi istiyoruz, yoksa gerçekten bir şey yapmak mı?
*
SABIR VE KADER
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnâme adlı eserinde yer alan “Tefvizname” şiiri, bazı kişiler tarafından yüzeysel bir bakışla yalnızca “işleri Allah’a bırakmak” şeklinde yorumlanmakta ve bu nedenle “tefviz” kavramının gerçek anlamı yeterince anlaşılamamaktadır. Oysa İbrahim Hakkı, aynı eserde (Cilt 1, s. 131) tefvizin yalnızca teslimiyet değil, üç temel özelliğe dayanan bilinçli bir tutum olduğunu belirtir. Şiirde geçen “tefviz et ve rahat bul” mısrası (Cilt 1, s. 149), bu anlayışın özlü bir ifadesidir. Hakkı’ya göre tefvizin ilk şartı, kişinin tedbirde kusur etmeyip, alınan tedbirlere rağmen gelişen olaylara soğukkanlılıkla yaklaşmasıdır. Bu tutum, kişinin moral çöküntüye uğramamasını sağlar.
Tefvizin ikinci şartı, ilahi irade ve emirlere bağlanmak; yani iyilik, doğruluk ve bütünlük gibi ahlaki prensipleri benimsemektir. Üçüncü ve son şart ise, gerekli tüm çabalar sarf edildikten ve ahlaki değerlere uygun hareket edildikten sonra, yaşanacak gelişmeleri sükûnetle beklemektir. Bu bağlamda Allah’a güvenmek, pasiflik ya da hiçbir çaba göstermemek anlamına gelmez. Aksine, hiçbir hazırlık yapmadan, sorumluluktan uzak ve ahlaki olmayan davranışları kadere yüklemek, tefviz anlayışının özüne aykırıdır. Dolayısıyla, gerçek tefviz; sorumluluk, ahlaki bilinç ve tevekkülle yoğrulmuş aktif bir tutumdur.
