“ Sizi yaratan O’dur. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mümindir. Allah yaptıklarınızı görendir.” (Tegâbun 2)
Kur’an-ı Kerim’in 64. sûresi olan Teğâbun, ilk âyetlerinden itibaren Allah’ın bütün varlıkları kapsayan egemenliğini ve kudretini vurgularken, kulların bir kısmının bu apaçık gerçeğe rağmen varlığı yaratanı inkâra sapmalarının anlamsızlığını gözler önüne serer.
“O’dur ki sizi yaratan; öyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mümindir. Allah yaptıklarınızı görendir” (Teğâbun, 2) buyuran İlâhî hitap, varoluşu ve iradeyi net bir biçimde ortaya koyar. Ayetin işaret ettiği temel hakikat şudur: Evrenin ve içindekilerin tek sahibi, her şeye gücü yeten Yüce Varlık’tır. Buna rağmen bir kısmımız Rabbimizin varlığını ve birliğini kabullenmez. Şimdi şu ayetler karşısında inkârın akli delili nedir: “Göğü ve yeri hakkı ile o yarattı, sizi de en güzel şekilde biçimlendirdi; dönüş ancak Onadır. (Teğâbun, 3) “Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O, her şeye kadirdir. O, yarattıklarınızı bilir; gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da. Allah, kalplerin özünü hakkıyla bilen bir Hakîm’dir.” (Teğâbun, 1–4)
Burada iki vurgu vardır: Birincisi, yaratılışın ve biçimlendirmenin tek müsebbibinin Allah olduğu; ikincisi, bu varlıkların Rabbinin ilmi ve kudreti karşısında insanın itiraz edemeyeceği somut ve akli bir delilin mevcut olduğudur.
Peygamber gönderilmeyen hiçbir topluluğa köklerinin kurutulması şeklinde bir ceza verilmemiştir. Peygamberler de aynen yerler ve gökler gibi Allah’ın varlığına delildir. Onlar ilahi kelamın tebliğcileri oldukları gibi mucizeler de göstererek davalarının hak olduğunu ispat etmişlerdir. Sonuçta bu inanma delileri karşısında kimi Ebu Leheb rolünü oynamış kimi de Hazreti Ömer olmuş. İşte 5–7. âyetlerde geçmiş kâfir ümmetlerin akıbeti hatırlatılarak inkârın sonuçlarına dikkat çekilir:
“Daha önce inkâr edenlerin akıbeti size ulaşmadı mı? Onlar dünyada yaptıklarının cezasını tattılar; onlara acı bir azap vardır. Çünkü peygamberleri kendilerine apaçık deliller getirmişti; onlar, ‘Bir beşer mi bizi doğruya götürecek?’ diyerek inkâr edip yüz çevirdiler. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir. (Teğâbun, 5–6)
İnkar edenler, diriltilemeyeceklerini iddia ettiler. De ki: ‘Hayır, Rabbime yemin ederim, mutlaka diriltileceksiniz.’ Bu, Allah için pek kolaydır. (Teğâbun, 7)
Geçmişte peygamberlerine karşı haktan yüz çeviren toplumlar, bayındırlığı, ilmi ve ahlaki erdemiyle ortada duran mesajı reddederek hem aklî hem de vicdani bir zaaf göstermişlerdir. İnkâr ne ilmi ne ahlaki ne de vicdani temele dayanan bir tutumdur; tam aksine, açık gerçeği zanna ve kıskançlığa kurban etmektir.
Son olarak 8–9. ayetler, iman edenlerin konumunu ve felaha erme ümidi taşıyanları müjdeler:
“O hâlde Allah’a, Peygamber’e ve indirdiğimiz nûra (Kur’an’a) iman edin. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilendir. (Teğâbun, 8)
Mahşer gününde toplanacağınız zaman, (o gün) zarar günüdür. Kim Allah’a inanır, salih ameller işlerse, Allah onun kötülüklerini örter, onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar; işte büyük kurtuluş budur. (Teğâbun, 9)”
İnsanın kâfir olmasının temelinde kıskançlık, cehalet, derin düşüncesizlik ve egoya dayalı inat yer alır. Yaratanın birliğini ve kudretini inkâr etmek, insanın kendini var edenle kurduğu ilişkiyi kesmesi anlamına gelir ki bu yaklaşım, aklın ve vicdanın ağır bir ihmalidir. Evrende izlenen ayetlerin, insanın algı ve idraki karşısındaki berraklığını; Kur’an mesajının apaçıklığını ve peygamberlerin örnekliğini göz ardı etmek hem öğrenme hem de düşünme sorumluluğunun terk edilmesidir.
Sonuç: Teğâbun suresinin ele aldığımız ayetleri, “varlık zorunlu bir sahibin eseridir” ilkesini hem aklî hem de şuurî olarak irdeleyerek, inkârın hiçbir mantıksal, vicdani veya bilimsel altyapısının olmadığını gösterir. İman, aklın rehberliğinde, kalbin teslimiyetiyle ve ilmin ışığında tespit edilmiş gerçeklere sımsıkı sarılmaktır. Kâfirlik ise apaçık olanı reddetmek; bu da insanın en büyük cahillik ve sorumsuzluk halidir. Varlığın sahibini tanımak ve O’na yönelmek hem bu dünyada huzurun hem de ahirette kurtuluşun yegâne yolu olarak Allah’ın Kuran’ında bize öğretilmiştir.