تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ
“ Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter.”
Kur’an-ı Kerim’de Mülk Suresi’nin birinci ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
“Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter.” (Mülk 1)
Bu ayet, mülkün, yani mutlak sahipliğin yalnızca Allah’a ait olduğunu açıkça ifade etmektedir. Peki, insanın bu evrendeki yeri ve sahipliği nedir? İnsan gerçekten kendisine veya etrafındaki varlıklara sahip midir?
Kısaca cevaplamak gerekirse: İnsan, kendisine bile sahip değildir. Ruhunu ve bedenini yaratan, ona bu hayatı bahşeden Allah’tır. Allah, insanı yalnızca kulluk amacıyla yaratmıştır ve bu yaratılış, insanın yaşamındaki her şeyi birer emanet kılar. İnsanın “sahiplik” iddiası ise, bu emanetin doğasına ters düşmekte ve sonunda trajedi ile sonuçlanmaktadır. Çünkü insan fanidir ve sahip olduğunu sandığı her şey, onun ölümüyle birlikte elinden alınır.
İnsanın doğası ve ona bahşedilen nimetler, yaratıcısının birer lütfudur. Allah, insana bedenini ve ruhunu vermiş, onu yaşaması için gerekli şartlarla donatmıştır. Ancak, bunların hiçbiri insana ait değildir. İnsan, yaratılışında hiçbir müdahale hakkına sahip olmadığı gibi, yaşamındaki nimetlerin de sadece geçici bir kullanıcısıdır.
Kur’an’da, En’am Suresi’nin 162. ayeti bu gerçeği şu şekilde ifade eder:
“De ki: Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”
Bu ayet, insanın tüm varoluşunun Allah’a adanmış bir kulluk olduğunu ortaya koyar. İnsan, ne bedenine ne de ruhuna sahip olmadığından dünyadaki hiçbir varlık üzerinde mutlak bir mülkiyet iddiasında bulunamaz.
İnsan, kendisine emanet edilen nimetlerin hakkını nasıl verebilir? Bu sorunun cevabı, insanın değerinin nerede yattığını anlamakta gizlidir. İnsanın değeri, sahip olduğu nimetleri başkalarına ihsan etmesinde yatar.
Allah, insana çalışma, yeme-içme, evlenme ve kazanma gibi doğal hisler ve yetenekler vermiştir. Ancak, bu hisler ve yetenekler de insana ait değildir; Allah’ın ona bahşettiği birer emanettir. Bu nedenle, insan, kendisine ait olmayan bu imkânları yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için kullanmalıdır. Örneğin, elde edilen mal ve servet, zekât ve sadaka yoluyla muhtaçlara ulaştırılarak insanın gerçek anlamda bir değer oluşturması sağlanır.
İnsanın, kendisine ait olmayan şeylerin peşine düşmesi, fani dünyadaki her şeyin geçici olduğu gerçeğiyle bir trajediye dönüşmektedir. Ancak insan, bu trajediden kurtulabilir. Bunun yolu, sahip olduğunu sandığı her şeyi Allah’ın rızası için bir ihsan vesilesi kılmaktan geçer.
İnsanın hayatı bir emanet, kulluğu ise bu emaneti en iyi şekilde değerlendirme çabasıdır. Gerçek mülk sahibi Allah’tır ve insanın dünyadaki görevi, O’nun nimetlerini doğru ve adil bir şekilde kullanarak kulluk yolunda ilerlemektir. Bu bilinçle yaşayan insan, hem bu dünyada hem de ahirette gerçek mutluluğa ulaşabilir.
Sonuç: İnsan varlığı Allah’a ait bir emanetir: insan bu emaneti ihsan yoluyla Allah’ın rızası uğrunda harcadığında cennet nimetine erişecektir.