“O ki, birbiri ile yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (Mülk 3)
Evrenin yalnızca yüzde 5’ini bildiğimiz gerçeği, bilinmeyenin büyüklüğünü ve insan aklının sınırlılığını gözler önüne seriyor. Sonsuz bir âlemin içerisinde yer almak, bu âlemin büyüklüğü karşısında insanın yerini ve rolünü sorgulamayı gerektiriyor.
Bu âlem, tıpkı bir insanın bedeni gibi bütüncül ve muazzam bir sistem olarak işler. Milyarlarca yıldır genişleyen evren, düzen içinde devam ederken bir güvenlik sorunu teşkil etmemesi, onun tesadüfi bir oluşum olmadığını, aksine bir düzenleyicinin varlığını zorunlu kıldığını gösterir.
Kâinattaki düzen, yüce bir yaratıcının varlığını adeta ilan etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de bu gerçek şöyle ifade edilir: “O ki, birbiri ile yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (Mülk 3)
İnsanın tekrar tekrar bakması istenir, zira yaratılışın ihtişamı karşısında insan, hiçbir eksiklik veya aksaklık bulamayacaktır. Ayetteki bu çağrı, hem zihinsel hem de manevi bir farkındalık kazandırmayı hedefler.
“Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.” (Mülk 4)
Bu ifadeler, kâinatın her detayında bir hikmet, bir amaç ve mükemmel bir düzen olduğunu anlatır. Allah’ın yaratışında hiçbir fazlalık, eksiklik veya düzensizlik bulunmaz. Dünyadan gözlemlenebilen evrenin en küçük parçasından en büyüğüne kadar, her şey İlahi bir düzenin göstergesidir.
İnsanın varlığına bakıldığında da benzer bir hikmet ortaya çıkar. İnsan, bedenine bile tam anlamıyla malik değildir. Vücutta işleyen biyolojik sistemler –kan dolaşımı, sindirim sistemi, üreme organları ve beyin fonksiyonları gibi– insanın kontrolü dışında gerçekleşir. İnsan, bu muazzam mekanizmanın bir parçası olmakla birlikte, onu tasarlayan bir Yaratıcının eseridir.
İnsan bedenindeki dengeyi ve hassas işleyişi görmek, bu düzenin bilinçli bir yaratılışın ürünü olduğunu gösterir. Yaratıcı, insanı bu dünyada belirli bir süre için yaşatır, sonra ölümle bu süreci tamamlar. Ancak, ölüm bir son değil, ebedi hayatın başlangıcıdır. Allah, bu dünyadaki düzenin bir benzerini ahirette de kuracağını vaat eder.
Kur’an, kâinatın hem fiziksel hem de metafizik boyutlarını ele alır. Dünyanın en yakın göğünün kandillerle süslendiği, yıldızların aynı zamanda şeytanlara karşı birer savunma mekanizması olarak yaratıldığı ifade edilir:
“Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.” (Mülk 5)
Bu ifadeler, gökyüzündeki düzenin hem fiziksel bir güzellik hem de manevi bir koruma sistemi olarak yaratıldığını bildirir. Evrenin bu düzeni, yalnızca fiziksel bir anlam taşımaz; aynı zamanda ilahi bir mesajdır.
Sonuç: Evrenin düzeni, bir yaratıcının varlığını zorunlu kılarken, insanın bu düzen içindeki rolü, ilahi hikmetin bir parçası olduğunu ortaya koyar. İnsanın bedeni ve aklı dahi kendi kontrolünde değildir; bu durum, insanı yaratanın ve yönetenin yüce bir varlık olduğunu gösterir. Yaratan, bu dünyayı bir imtihan mekânı olarak kurmuş ve insanlara ahirette sonsuz bir hayat vaat etmiştir.
Bu gerçekler, insanın hayatına hem bir anlam hem de bir yön kazandırır. Her şeyin sahibi olan Allah, insanlara kâinatı bir ayetler kitabı olarak sunmuş, evrenin her köşesini ve insanın her hücresini kendi varlığının delilleriyle donatmıştır. / M. Talat Uzunyaylalı