Seksenli yılların sonu ve doksanlı yıllar boyunca, çocukluğumuzun en büyük neşe kaynaklarından biriydi çat pat. O dönemin nostaljik simgelerinden biri olarak mahalle aralarında yankılanan sesleri, kıvılcımları ve kahkahalarıyla çocuk dünyamızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmişti. Erzurum’un sokaklarında çat pat patlatmak, sadece bir oyun değil, çocukluğun coşkusunu ve masum heyecanını yansıtan bir ritüeldi.
Özellikle Ramazan aylarında çat pat, gecelerin sessizliğini bozarak sahurdan önceki saatleri şenlendirirdi. Arkadaşlarla sokaklarda ellerimizde çat patlar, bazen bir apartmanın içine atıp kaçarken, bazen de kıvılcımların çevremize yaydığı o büyülü havanın tadını çıkarırdık. O küçük barut parçalarının sert bir yüzeye sürtünmesiyle patlayan sesi, bizim için zaferin ve cesaretin simgesiydi. Mahallenin oyuncakçısı Yılmaz Amca’dan gizlice satın aldığımız çat patlar, anne ve babalarımızın “Tehlikeli!” uyarılarına rağmen hayatımıza küçük bir heyecan katardı.
Fakat çat pat, eğlenceli olduğu kadar öğreticiydi de. Kimi zaman elimizi yakar, kimi zaman yaptığımız bir yaramazlık sonucu azar işitirdik. Apartman boşluklarına atıp komşuları korkuttuğumuzda hissettiğimiz suçluluk duygusu veya arkadaşlarımızı korkutmak için kullandığımızda onların yüzündeki ifadeler, bize doğru ile yanlışı öğreten küçük derslerdi. Çat patın yanında "torpil" ve "maytap" dediğimiz diğer ateşli oyuncaklar da o dönemin eğlenceli ama bir o kadar da tehlikeli figürleriydi. Tehlikeyi bile göze alarak oynadığımız bu oyunlar, çocukluğun cesaret dolu ruhunu ortaya koyuyordu.
Bir de çat patın içindeki sarı fosforun zararlarını bilmiyor olmamız ise tamamen bizim masumluğumuzdu. O dönemin çocukları olarak, çat patın eğlenceli patlamalarının ardındaki riskleri fark etmeden oyunlarımıza devam ederdik. Ancak zamanla farkına vardık ki, bu oyuncaklar sağlığa zarar verebiliyor. Bugün, bu yüzden çat pat üretimi yok. Çocuklar artık bu eğlencenin tadını çıkaramıyor, fakat bizler, geçmişin o saf coşkusunu ve heyecanını hatırlamaktan geri kalmıyoruz.
Bugün düşünüldüğünde, çat pat yalnızca bir oyuncak değil, çocukluğumuzun coşkusunu, saflığını ve neşesini temsil eden bir semboldü. Erzurum’un sokaklarında yankılanan o çat pat sesleri, dostlukların, mahalle kültürünün ve saf mutlulukların yankısıydı. Seksenli yılların sonu ve doksanlı yıllar, küçük şeylerle mutlu olmayı bildiğimiz, hayatı neşeyle karşıladığımız o güzel günlerdi.
Acısıyla tatlısıyla, doğrusu ve yanlışıyla bir çocukluk yaşadık. Çat patla, kahkahalarla, dostluklarla dolu bir çocukluk… Şimdi geriye dönüp baktığımda, o günleri hatırlamak bile içimi ısıtıyor. Çünkü güzel bir çocukluk, insana hayatı boyunca eşlik eden en değerli hazinedir.