Seksenli yılların çocukları için çıtalı uçurtmalar, bir sevda gibiydi. O dönemin imkânlarıyla bir uçurtma oluşturmak başlı başına bir emek ve sabır işiydi. Mahalle aralarında gazete kâğıtları, ince ahşap parçalar ve naylonlarla şekillenen uçurtmalar, çocukların hayal gücüyle gökyüzüne yükselirdi.
Çıtalı yapmak, bir çocuğun yeteneklerini ve azmini ortaya koyardı. Aynı boyda iki ince çıta bulup onları dengeli bir şekilde birleştirmek, üzerine naylon ya da gazete kâğıdı kaplamak ve uçurtmayı süslemek… Her aşaması sabırla tamamlanırdı. Özellikle kuyruk kısmı, bir mahallenin çocukları için kolektif bir etkinliğe dönüşürdü. Herkes elinden geleni yapar, o kuyruğun rüzgârda nasıl dans edeceğini hayal ederdi.
Rüzgâr, çıtalı uçurtmanın yoldaşıydı. Doğru zaman gelmeden uçurtmayı uçurmak mümkün olmazdı. Ve o rüzgâr estiğinde, uçurtmayı gökyüzüne bırakmak bir zafer duygusu yaratırdı. Mahallenin çocukları bir araya gelir, sevinç çığlıklarıyla çıtalının havada süzülüşünü izlerdi. Ama bu mutluluk anlarının bir riski vardı; ipin kontrolünü kaybederseniz, çıtalı bir anda uzaklara, bilinmezliklere doğru yol alabilirdi.
Çıtalı uçurtmalar, seksenlerin mahalle kültüründe sadece bir oyun aracı değildi; emeğin, dayanışmanın ve çocukluğun saf coşkusunun bir simgesiydi. Bugün bile gökyüzünde bir uçurtma gördüğümüzde o günlerin masumiyetini ve güzelliğini hatırlarız. Çünkü çıtalılar, sadece rüzgârla değil, yüreklerdeki hayallerle de yükselirdi.
Mahalle aralarında yükselen çıtalılar, seksenlerin gökyüzünde dans eden el yapımı sevdalarıydı.